Osmanlı Devleti 1700’lü yıllarda, içinde bulunduğu durumun
ayırdına varır ve ardarda savaş kaybetmeyi önlemek amacıyla bir eğitim atılımı
yapar.
Kara Mühendishanesi, Deniz Mühendishanesi ve Hendesehane adlarıyla
yeni okullar açar. Amaç Batı’nın modern savaş araçları ve taktiklerini anlamak,
böylece yenilgilere son vermektir.
Bu okullarda fizik, mekanik, matematik, geometri gibi
pozitif bilimler okutulacaktır. Tevatür (!) o ki, bu okullara devam eden
öğrenciler önce derslerin çokluğundan şikâyetçi olur. Yakınmalar isyana
dönüşmesin diye evvela ders sayıları azaltılır. Sonra bazı derslerin
zorluğundan dem vuran sesler yükselince, o dersler de kaldırılır. Kısa zamanda
amacından uzaklaşan bu okullar sonunda bir kenara bırakılır.
Yine 1700’lerde Osmanlı Devleti’nde Müteferrika’nın ilk
Müslüman matbaası çalışmaya başlar. Bilginin hızla çoğaltılması ve geniş
kitlelere yayılabilmesi anlamına gelen matbaa, Osmanlı toplumunda beklenen
etkiyi yaratamaz. Zira hattatların işsiz kalması halinde ayaklanmalarından
çekinilir ve burada sadece hattatlar tarafından yazılmayacak olan eserlerin
basılmasına izin verilir.
Elbette bütün bunların bu yüzyılda Belgrat’ın ve Kırım’ın
kaybedilmesiyle, Fransa’ya yeni ve süre sınırlaması olmayan kapitülasyonlar
verilmesiyle ya da kuzeyde Çar I. Petro’nun (hani şu Türkçe kaynaklarda “deli”,
diğerlerinde “büyük” sanıyla anılan) bir müddet sonra başa bela olacak eğitimde
ve toplumda laiklik ve modernleşme atılımlarıyla hiçbir alakası yoktur. Tarihimiz
şanlıdır, ecdadımız kahramandır! Başarısızlık yoktur, içteki hainler ve dıştaki
mihraklar vardır.
DÜŞÜNEBİLMEK
Oscar Wilde, “Düşünebilen her canlının insan olması, her
insanın düşünebileceği anlamına gelmiyor” demiş.
Bu söz aklıma yıllar önce okuduğum bir kitabı getirdi, hani
şu “bir kitap okudum ve hayatım değişti” kontenjanından. Jostein Gaarder’in Sofi’nin Dünyası kitabını. Kitap, özellikle erken yaşlardaki okuyucuya felsefeyi
tanıtmayı, “ben kimim?” sorusunun ucundan tutarak bir düşünce yolculuğuna
çıkarmayı amaçlıyor. Felsefe tarihinin daha şerbet-şeker yazılabileceğini
sanmıyorum.
Eserlerine belki felsefe tarihi değil ama çocuklar için felsefe sıfatını
yüklesek, muhtemelen hata etmeyeceğimiz bir başka yazardan bahsetmek isterim: Oscar Brenifier.
1954 yılında Cezayir’de dünyaya gelmiş.
Ottowa Üniversitesi’ndeki Biyoloji lisans eğitimini tamamladıktan sonra Sorbonne’da
Felsefe doktorası yapmış. Felsefe öğretimi, felsefe uygulaması ve çocuklar için
felsefe alanlarında uzman olan Brenifier, başta Fransa olmak üzere, aralarında
Cezayir, Çin, Bulgaristan, Etiyopya, Meksika, Rusya, Lübnan, Mali, Norveç, ABD
gibi otuzdan fazla değişik ülkede, farklı okullar ve seviyeler için felsefe
atölyeleri düzenlemekteymiş.
Brenifier, 2 yıl önce Türkiye’ye geldiğinde Radikal gazetesi
ile bir röportaj[*] yapmış.
Kendi sözcükleriyle bize şu uyarılarda bulunuyor:
·
Türkiye’de çocuklar çok benmerkezci. Sadece
kendileri konuşmak istiyor.
·
Anne-babalar sürekli çocuklarının mutlu olması
için çaba sarf ediyor. Ama lütfen onları kendi hallerine bıraksınlar. Mutlu
olmak zorunda değiller. Belki şu hayatta mutluluktan daha önemli bir his
arıyorlar. Gerçek, güzellik, adalet; belki bunlar mutluluktan daha önemlidir.
·
Türkiye’de anne babalar çocuklarının hayatını
kolaylaştırmaya çalışıyor. Peki ya bunun tersi doğruysa? Belki de hayatlarını
zorlaştırmak onlara yardımcı olacaktır. Ama anne-babalar bunu pek düşünmez.
Özellikle de Türkiye’de.
·
Çocuklarınızı korumaya çalışmayı bırakın. Ona
zamanınızı verin. Bu en önemli kural. Aceleci davranmayın. Yapmakta olduğunuz
şeyi bırakın ve ona zaman ayırın. Bu ona yemek pişirmek ya da elbiselerini
temizlemek için ayırdığınız zaman kadar kıymetli.
·
Ben çocuklara anne-babaların mantık dışı
hareketlerini ve düşüncelerini göstermeye çabalıyorum.
Oscar Brenifier’in kitapları Türkçe ’de “Filozof Çocuk”
başlıklı bir seri halinde Tudem yayınlarından çıkıyor. Tudem yayınlarını
kutluyorum ve Brenifier’i tüm velilere şiddetle tavsiye ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder