EĞİTİMCİ GÖZÜNDEN DAVOS



Önce temel bilgilerimizi sağlama alalım ki neden bahsediyoruz, neyi kastediyoruz netleşsin:

Dünya Ekonomik Forumu nedir?
World Economic Forum (WEF) 1971 yılında Cenevre Üniversitesi’nde işletme profesörü olan Klaus Schwab tarafından kurulan uluslararası bir vakıftır. Forum düzenlediği konferansların yanı sıra çeşitli araştırma raporları yayınlamakta ve üyelerinin çeşitli sektörlerdeki çalışmalarını desteklemektedir.

Davos zirvesi nedir?
Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl İsviçre – Davos’ta düzenlenen ve dünyanın en tanınmış işadamları ve siyasetçilerini bir araya getiren, dünyanın en önemli sorunlarının tartışıldığı konferanslar dizisidir.

Davos ne işimize yarar?
Eğitimle ilgili herkesin (öğretmenlerin, eğitim yöneticilerinin, rehber öğretmenlerin hatta okul çağında çocuğu olan anne babaların) Davos zirvesiyle ilgilenmesi yararlı olur. Çünkü zirvenin ana teması her ne kadar ekonomi ve siyaset olsa da, günümüz dünyasının en detaylı fotoğrafı orada çekiliyor ve bizi nasıl bir geleceğin beklediği orada resmediliyor.
Yakın gelecekte hangi meslekler revaçta olacak, hangi becerilerin iş dünyasında yer bulma olasılığı daha yüksek, çocuklarımızı neye göre ve nereye doğru yetiştirmeliyiz, para ve güç dünyada kimlerin elinde, kimler işveren olacak, kimler yetenekleri ile ekmeğini kazanmaya çalışacak… Tüm bu soruların cevapları Davos konferanslarında işte.
Kolay bir soru soralım: Bu ülkede hala çocuklara el yazısı öğretmeye uğraşıyoruz. Peki, on yıl sonranın profesyonelleri böyle bir beceriye ihtiyaç duyacak mı? Cevabı biliyorsunuz. Ancak eğitime dair her soru bu kadar kolay cevaplanmıyor. Bu yüzden gelecek nesli gerçekçi hedeflere yönlendirebilmek için gözümüzü Davos’a çevirsek fena olmaz.


Para nerede?
Dünyadaki tüm paranın yarısı, 62 kişinin cebinde duruyor.
Davos’un ortaya koyduğu en acı gerçeklerden biri dünyadaki gelir / servet dağılımındaki adaletsizliğin son 5 yılda artması. Zirvede açıklanan Oxfam raporuna göre geçtiğimiz beş yılda dünya üzerindeki zenginler daha da zenginleşmiş, yoksullar daha da yoksullaşmış.


Grafikte görüldüğü gibi 2010’da dünyadaki servetin %44’ü en zengin %1’in cebindeyken, geçen yıl bu oran %50’ye çıkmış. Yani 3,5 milyar insanın cebindeki paranın toplamı, en zengin 70 milyon kişinin cebindeki kadar.
Gelir dağılımındaki bu korkunç eşitsizliği sona erdirecek, en azından insaflı bir dengeye döndürebilecek olan, geleceğin süper kahramanı olacak.

Gelecekte hangi becerilere sahip olanlar iş bulacak?
Zirvede açıklanan İstihdamın Geleceği başlıklı rapora göre 2020 yılında iş dünyasında yer bulabilmek için önem sırasına göre aşağıdaki nitelik ve becerilerle donanmış olmak gerekecek:
  1. Karmaşık problemleri çözme
  2. Eleştirel düşünme
  3. Yaratıcılık
  4. Kitle yönetimi
  5. Başkalarıyla koordinasyon
  6. Duygusal zekâ
  7. Değerlendirme ve karar verme
  8. Hizmet yönelimli bilişim*
  9. Arabuluculuk
  10. Bilişsel (kavramsal) esneklik
Her biri ayrıca açıklanmaya muhtaç gibi görünen, alengirli ifadelerden oluşan bu liste geleceğin profesyonelleri için bir yol haritası niteliğinde. O halde eğitim felsefemizi, eğitim süreçlerimizi öyle düzenlemeliyiz ki, yukarıdaki niteliklerden en az 5-6’sına sahip bireyler yetiştirebilelim.
Somutlaştırmak adına Türkiye örneğinden hareket edecek olursak, okul çağında çocuklarımıza ezberlemeyi, itaat etmeyi değil soru sormayı, verilen ödevin gerekçesini / amacını sorgulamayı öğretmekle işe başlamalıyız. Eleştirel düşünceyi öğretmek bir sonraki hedef olabilir belki. Şimdilik en azından düşünen çocuklar yetiştirmek için müfredatı bir an evvel elden geçirmemiz yerinde olacak. Aksi takdirde dünyanın daha da gerisine düşeceğimiz gün gibi ortada.

Gelişme nerede?
Araştırma geliştirme faaliyetleri bilimsel ilerlemenin, teknoloji alanında rekabet edebilmenin ön şartı. Peki, hangi ülkeler araştırma geliştirme çalışmalarına daha fazla kaynak ayırıyor?



Listeden görüleceği gibi İsrail, Güney Kore, Japonya, Finlandiya ve İsveç ilk beşi oluşturuyor. Bu ülkeler gayrı safi yurt içi hasılalarının (GSYİH) %3,5 – 4 kadarını AR&GE için ayırmakta. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) üyelerinin ortalama AR&GE harcaması GSYİH’nın %2,4’ü kadar. Türkiye ise listenin sonlarında. Ülkemizin GSYİH’sının sadece binde 95’i (%0,95) araştırma geliştirmeye ayrılmış. Bu bütçeyle küresel alanda bilimsel ve teknolojik rekabete dâhil olmamız bile mümkün değil.

Genç nüfusun durumu nedir?
Dünya Bankası verilerine göre 15-24 yaş arasındaki genç nüfus toplam dünya nüfusunun %66’sı. Bir başka ifade ile 4.5 milyardan fazla genç var.
Gençler arasında işsizlik son yirmi yılda artmış görünüyor. Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi dünya gençlerinin %14 kadarı işsiz. Tabii bu dünya ortalaması. Türkiye’de durum daha da kötü: Gençlerin beşte biri (%20’si) işsiz.



Yeni nesil ile ilgili Davos’ta ortaya çıkan bir diğer tespit güven üzerine. Günümüz gençleri başkalarına güvenmiyor. En azından babaları, dedeleri kadar güvenmiyor. Tablodaki yaş gruplarını anlamak için aşağıdaki küçük sözlükten yararlanabilirsiniz.
Silent: 1920 – 1940’lı yıllar arasında doğanlar
Boomer: 1946 – 1964 arasında doğanlar
Generation X: 1965 – 1978 arasında doğanlar
Millennial: 1980 – 2000 arasında doğanlar

Grafikte görülüğü gibi 1920-40’lar arasında doğan kuşağın %37’si başkalarına güven duyarken, şimdiki neslin ancak %19’u bu güvene sahip. Milenyum ya da Y kuşağı dediğimiz şimdiki gençlerin bir bildiği mi var yoksa bizim sunduğumuz eğitim yüzünden mi insandan kaçar oldular?


Davos’ta gerçekleşen 21. Yüzyıl Rüyası başlıklı münazaradan çıkan bir diğer sonuç gençlerin daha azının evlendiği yönünde. 18-32 yaşları arasında evlenmek, bugün 40’larını süren neslin %36’sına has bir eylem iken milenyum kuşağının sadece dörtte biri (%26) bu yaşamı tercih ediyor.



Genç kuşakta cinsiyet eşitsizliği sürüyor. “Geleceğimi şekillendirmede teknoloji birincil rol oynayacak” diyenlerin %39’u erkekler iken sadece %22’si kadınlar. “Kendini teknolojiyi etkin şekilde kullanan biri olarak tanımlar mısın” sorusuna da erkeklerin %80’i evet yanıtı verirken, kendini böyle tanımlayan kadınlar %69’da kalıyor.


Sonuç?
Eğitim politikalarımızın ne yöne doğru değişmesi gerektiği ortada:
Okullarımızı sorgulayan, teknoloji ile yakından etkileşim içinde olan, düşünen, soruna değil çözüme odaklanan, kavgaya değil müzakereye yatkın, işbirliğine ve problem çözmeye odaklı bireyler yetiştirecek şekilde düzenlemek ve araştırma geliştirme alanında çok daha fazla yatırım yapmak zorundayız.
Yapmazsak ne mi olur?
Dünyanın 4. Endüstri Devriminden bahsettiği bu günlerde biz Osmanlı Tarihi kitaplarının son sayfalarını tekrar tekrar yaşamaktan öte gidemeyiz.


Kaynak: Kılavuz Kirpi 





ÇOCUKLAR ÖLMESİN. ÖĞRETMENLER DE.



Gelin size bir iş vereyim.
İş kolay: Kitap – defter –çocuk lazım, hepsi bu. Ayda 2.500 liraya çalışacak, berbat binalarda yaşayacak, geçim sıkıntısı çekecek ve gerekirse öleceksiniz. Ha bir de, ölmezseniz sövecekler. Var mısınız?
***
Eğitim üzerine kafa yoran bir yazar olarak ister istemez günlük siyasetin bulaşacağı bir yazı yazmak zorunda kalacağımı biliyordum.
Bu yazı, o yazı.
Ve şimdiye kadar yazılarımı okuyan, konuşmalarımı dinleyenlerin iyi bildiği gibi eğitim sorunlarında daima çocuktan, gençten, öğrenciden yana tavır aldım, alacağım da. Zira mantalitemizin tüm kodları eğitimde de işliyor. Dayanılmaz bir buyurganlık ve tepeden inmecilik hâkim. Yukarıdakiler emrediyor, çocukların kaderi çiziliyor, sonra çizilen bir bahaneyle siliniyor, hop bir emir daha, yeniden yazılıyor…  
O derece ki, Zaytung’ca söylenen neredeyse doğru: “Eğitim sistemimizin iki eksiği var: 1) Eğitim 2) Sistem”.
Hal böyleyken çocuktan yana, gençten yana tutumumdan vazgeçecek değilim elbet. Ancak bu yazı öğretmenler için. Çünkü bu defa hakkı yenen onlar oldu. 

***

http://kilavuzkirpi.com/cocuklar-olmesin-ogretmenler-de/
Son aylarda ülkenin güneydoğusundan kan donduran haberler geliyor. Ölümler, yıkımlar, katliam, bombalar, cenazeler, gözyaşları…
Ve biliyorsunuz, geçtiğimiz Aralık ayının ortasında MEB, Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerinde görev yapan öğretmenleri “seminere katılacakları” gerekçesiyle bölgeden çıkardı. Yüzlerce öğretmen bavulunu topladı ve talimata uyarak görev yerlerinden ayrıldı.
Sonra?
Bölgenin dayanılması güç koşulları, üstüne sürekli ölüm tehdidi yetmezmiş gibi bir de ölmediği, öldürülmediği için suçlanmak… Öğretmene reva görülen bu oldu.
Akan kanın, yitip giden canların hesabını katillerinden sormaya yüreği yetmeyenler basında, sosyal medyada öğretmeni suçladı, olan bitenden. Hem de ne suçlamak!
Vay efendim neymiş, el kadar bebeleri bırakıp nasıl giderlermiş… Neden? Annesi mi babası mı bu insanlar çocukların? Dersine girdiği çocuğu eğitecek mi büyütecek mi öğretmen? İkisi aynı değil.
Neymiş, bölgedeki öğretmenler örgütlenip emre direnseymiş sonrasında yaşananlar olmazmış. Tabii ya! Yapamadığımız her şeyi öğretmenden beklemek hakkımız, değil mi? Sanki gazeteciler örgütlenebilmiş de haklarını savunabilmişler gibi… Onların plazalarda beceremediğini öğretmenler çatışmanın ortasında yapıverecek!

Ölümden korkmak öğretmenin hakkı, en doğal hakkı. Gitmeyen öğretmenler? Bence heykeli dikilecek, eli saygıyla öpülecek yüce insanlar. Ama yaptıkları görev değil, şövalyelik. Ve onlar bunca kahraman diye, kimsenin gidenleri hor görme hakkı yok. Öğretmeni eleştirenlerin kendi evlatları, kardeşleri, sevdikleri bölgede öğretmen olsa acaba “atla ilk otobüsle gel, canını kurtar” demeyecekler mi?  Ölüm pahasına meslek olur mu? Silah taşınan meslekler hariç hiç kimseden işi uğruna ölümü göze alması beklenemez. Hiç kimseden!
Öğretmenlik nihayetinde bir meslektir. S-a-d-e-c-e   m-e-s-l-e-k! Muhasebecilik gibi, terzilik gibi, avukatlık gibi, gazetecilik gibi…  Öğretmenliği kutsal sanmaktan vazgeçmeli. O kutsallık yaftası kefen oluyor gencecik eğitimcilere.

Faturayı öğretmene kesenler bir öğretmen öldürülünce ne yapıyor? Güvenli, sıcak yuvalarından devasa bir cesaretle (!) “tivit” atıyor, “feyse” yazıyorlar:
Şehitler ölmez!

İnsanlar ölür ama.
Evlatlar, kardeşler, eşler, sevgililer, arkadaşlar ölür.
Çocuklar da ölür, öğretmenler de…
Öldürenden değil ölmeyenden hesap soruldukça işte böyle öle öle yaşar gideriz.