EĞİTİMDE AKILALMAZ FORMÜL: 1 AYLIK MAAŞ = 2,5 CUMHURİYET ALTINI - 1 Mart 2012



Titiz hanımlar bilir: Ev işlerini yapmanın belli bir sırası, düzeni vardır. Örnekse önce sehpa, masa gibi mobilyanın tozu alınır, sonra yerler süpürülür, kir yukarıdan aşağı bir işleyişle giderilir. Ya da önce cam–çerçeve silinir sonra yıkanmış perde asılır. Önce yumurta çırpılır sonra süt ve un eklenir. Önce lavabo ovulur, sonra ayna parlatılır… 

Hemen herkes yapabildiği, aman aman bir eğitim de gerektirmediği için gizliden küçümsediğimiz ev işlerinde bile bir sıra, bir düzen izlemek gerekirken, toplum makinasının en önemli çarklarından biri olan eğitim hakkında önüne gelenin nasıl olup da ‘işkembe-i kübrâ’dan’ atıp tuttuğunu anlamak zor.  Sanki tarih boyunca hiç düzenleme yapılmamış, bâkir bir alan, eğitim. 

Her kafadan bir ses çıkıyor, iki günün başı eğitim sisteminde bir ‘dev reform’ ilan ediliyor. Kimisi zorunlu eğitim süresi hakkında ‘fikir’ beyan ediyor, kimi Finlandiya örneğinden dem vuruyor. İş o kadar çığırından çıktı ki, korkarım yakında spor sayfaları da meseleye el atacak, konu kahvehanelerin gündemine girecek ve sonra ‘güleriz ağlanacak halimize’ faslı gelecek. 

Bunca laf kalabalığı içinde mutabık olunan tek nokta, eğitim sistemimizde az ya da çok, bir şeylerin yanlış gittiği. Görünen o ki ekonomi, güvenlik, sağlık, adalet mekanizmalarının mükemmel çalıştığı ön kabulünden hareketle eğitim, deyim yerindeyse Türkiye’nin hasta adamı ilan edilmiş durumda. Öyle mi gerçekten? Bu kadar mı şirazesi kaymış eğitim sistemimizin?

***

Eğitimdeki sorunları ele alanların sesi iki hususta epey gür çıkıyor: 

  1. Bu kadar çok öğrenciyle kaliteli eğitim olmaz.
Dünyadaki en başarılı eğitim modellerinden birini uygulayan 5 milyon nüfuslu Finlandiya’nın eğitim bakanı Henna Virkkunen ülkedeki öğrenci sayısının 1 milyonun altında olduğunu söylüyor. Yelpazenin öteki ucuna gidelim: 1 milyar 300 milyon nüfuslu Çin’de toplam öğrenci sayısı 200 milyon civarında. Türkiye’de ise nüfus bugün 78 milyon ve 16 milyona yakın öğrenci var. Bu rakamlar sadece ilk ve orta öğretim için. Kabaca bir hesapla Türkiye ve Finlandiya’nın beşte biri, Çin’in altıda biri öğrenci. Yani aşağı yukarı oranlar aynı.

Görünen o ki ülkemizde öğrenci sayısının 16 milyonu bulması, dünyanın en korkunç problemi değil. Anlaşılan öğrencimiz çok değil. Okulumuz az, öğretmenimiz az. Oysa ülkede 250 binden fazla öğretmenin işsiz olduğunu biliyoruz. Kimi araştırmalara göre bu rakam 2015 yılında 700 bini bulacak. Tabii eğitim fakülteleri “o kadar öğretmeni ne yapacağız” mantığıyla birer ikişer kapatılmazsa. İhtiyaç kadar öğretmen yetiştirmeye sözüm yok ama ihtiyaç kadar öğretmen istihdam ediyor muyuz sahiden?

  1. Öğretmenler de pek cahil, niteliksiz, kalitesiz falan canım.
Eğitim sorunları listesinde öne çıkarılan sorunlardan biri öğretmen niteliği. Kalite, nüfus kadar kolay sayılamayan, ölçülemeyen bir konu olduğu için, tabiri caizse ağzı olan konuşuyor, öğretmenlerin ne kadar yetersiz olduğunu anlatıp duruyor. 

Belki haklı oldukları noktalar var ama her olgunun da bir nedeni vardır. Şöyle bir düşünelim mi?

  • Öğretmeni ders esnasında denetime tabi tutmak, adeta imtihana çekmek,
  • Söz verilen atamayı yapmayıp genç öğretmenleri işsiz bırakmak veya başka sektörlere yönlendirmek,
  • Öğretmene kullanmasını öğretmeden öğrencilere tablet dağıtmak, onu çocuklar karşısında cahil konumuna düşürmek,
  • Ücretsiz ve yaygın hizmet içi eğitim imkânı sağlamamak, eğitim teknolojisi hakkındaki gelişmelerden habersiz kalmasına neden olmak,
  • Öğrencinin not için hocayı tehdit etmesi, hatta velisinin okul basıp öğretmen dövmesi,
  • Olur olmaz sebepten öğretmen hakkında soruşturma açılması,
  • Yetmezmiş gibi bir de okulda görevli müstahdeme öğretmenden fazla maaş verilmesi
Hepsi gerçek. Bu gerçekler öğretmen niteliğini artırmaya yarar mı?

Geçenlerde Eğitim Ajansı internet sayfasında M. Metin Muharriroğlu imzasıyla bir makale[*] çıktı. Yazıda öğretmenlerin gelirindeki düşüş net şekilde ortaya koyan bir yönteme başvurulmuş, bir aylık öğretmen maaşıyla kaç cumhuriyet altını alınabildiği listelenmiş. 

Buna göre 1946 yılında bir aylık maaşıyla 12 adet cumhuriyet altını alınabilirken, bu rakam 1965’te 28,6’ya çıkmış. 1980’de muazzam bir düşüşle 1,5’e gerilemiş. Neyse ki 1998’e kadar yapılan düzenlemeler öğretmen maaşını 7 altın alabilecek seviyeye getirmiş. Ancak tabloya göre 2012 yılında öğretmene ödenen maaş o kadar düşmüş ki, 1980 dönemine yaklaşmış: Bugün bir öğretmen, bir aylık emeğinin karşılığına ancak 2,5 cumhuriyet altını alabiliyor. Tek kelimeyle korkunç. Muharriroğlu hoca yazısına “öğretmeni alay konusu yapmayın” başlığını atmış. Haksız mı?

***

Eğitim sistemimizdeki sorunları çözmeye başlamak için neden sonuç ilişkisini doğru kavramalı ve önce şuna karar vermeliyiz: Nasıl yurttaşlar yetiştirmek istiyoruz? Geçtiğimiz günlerde gazeteci Ahu Özyurt sosyal medyada çok yerinde bir soruyu dile getirdi: “Günde 1 dolara laptop/araba üreten bir nesil mi istiyoruz, onları tasarlayan, facebook/twitter/apple yaratan bir nesil mi?”
Yoksulluk sınırında çalışacak vasıfsız işçiler yetiştirmek niyetindeysek hiç dert etmeyelim. Koyverelim gitsin. Girdaba sürüklenen gemiye kaptan da gerekmez rota da…

Ama yok, yirmi yıl, elli yıl sonra ülkemiz teknoloji üreten, çağdaş bir iş gücüne sahip olsun istiyorsak ve bunda samimiysek “-mış gibi” yapmayı bırakmalı, derhal öğretmene yatırım yapmaya başlamalıyız. Yoğun hizmet içi eğitimle mevcut öğretmen kadrosunun donanımını artırmalı, maaşları, yetişmeyi hedeflediğimiz ülkelerdeki öğretmen maaşlarına denkleştirmeli, kabiliyetli gençlerin ilgilisini mesleğe çekmeliyiz. 

Müneccim ya da mucit olmaya gerek yok, yapılacak şey belli. Prof. Dr. Ziya Çakmak’ın çeşitli vesilelerle dediği gibi: Gelişmiş ülkelerde eğitim teknolojisine yapılan her 1 dolarlık yatırıma karşılık 1 dolar da öğretmenin eğitimine ayrılıyor.
Ne duruyoruz?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder