HAVA BOZUK, KAFA BOZUK SAYIN SEYİRCİLER

Yağmurdan  kaçmaktan bitap düştüm efendim. Rüzgarın fırtınaya dönmeden meltem meltem estiği, yağmurun sağanağa – doluya azmadan, paşa paşa yağdığı eski ılıman iklimleri özlemekteyim.

Araştırmalar göstermiş ki, dünya tarihinde ilk defa şehirlerde yaşayanların nüfusu kırsalda yaşayanları geçmiş. Aferin. İyi halt etmişler kente gelerek. Köyünde toprağının efendisi, güneşinin bendesi olarak sürdürdüğü hayatı beğenmemiş, şehre göçmüş akıllımlar.
Sabah işe 3 saatte gidiyor, akşam eve 4 saatte dönüyor, günde 40 liraya 12 saat çalışıyorlar ama kentteler ya, hayatın güzel olduğunu, daha da güzel olacağını sanıyorlar. Göçenin sanrısı yedi göbek İstanbullunun kabusu oldu. El birliğiyle hayatımızı daraltıyor, ömrümüzü düğümlüyoruz. Aferin hepimize.

İnternette birbiri ardına dün Tuzla’da yaşanan hortuma ait videoları görünce iyiden iyiye endişelendim ve ufak bir araştırma yaptım. Daha kötü olacak mı yoksa bu yaşadığımız abuk yağmurlar geçici bir durum mu?
Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü Mikdat Kadıoğlu Hoca, bizleri basın yoluyla uyarmaya ta 2010′larda başlamış. Hatta 2012 tarihli bilimsel bir raporla konuyu anlayacağımız kadar açık izah etmiş. Tamamına şuradan ve ilgili köşe yazısına da buradan ulaşabileceğiniz rapordan bazı satırbaşlarını size aktarmayı görev bilirim. Bakın ne diyor Mikdat Hoca:

Küresel iklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de üst tropiklerdeki çöl iklimine benzer sıcak ve kuru bir iklim hâkim olmaya başladı.

Bunun en önemli nedenlerinden biri, Sahra Çölü gibi bölgelerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye Türkiye’ye doğru kayması. Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de artıyor. Artan rüzgâr fırtınaları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetlerin daha sık, daha şiddetli, daha uzun sureli ve her yerde etkili olmasına neden oluyor.
firtina 
Ülkemizde şiddetli rüzgârlara bağlı olarak oluşan fırtınaların sayısında da ciddi bir artış var. Bu fırtınaların sayısı uzun yıllardan beri yılda 50’nin altında seyrederken, 2010’da bu rakam 250’ye yaklaştı. Pek bilmediğimiz meteorolojik hortumlar ise son iki yıldır her yerde yıkıcı bir hal almaya başladı.
firtina2 
Sadece fırtınalarla birlikte görülen yıldırımların Türkiye’de neden olduğu can kaybı sayısı son yıllarda 400 kişiyi aştı. Türkiye’deki orman yangınların %12’sine de yıldırımlar neden oluyor.

Ortalama sıcaklıkta her 1 derece artış, yıldırımların sayısında da yaklaşık %20’lik bir artışa neden olacak. Aynı şekilde bir kaç derecelik sıcaklık artışı, orman yangınlarını da misliyle artıracaktır. Türkiye’de orman yangınları yılda yaklaşık 450 hektarlık orman alanını tahrip ediyor ve 2007 yılından bu yana orman yangınlarının sayısında artış gözleniyor.
firtina3

NEREDE BU ÇOCUKLAR?





İki gün sonra 2013 – 1014 Eğitim Öğretim Yılı sona eriyor.
13 Haziran Cuma günü karneler verilecek, yaz tatili başlayacak.

İlkokul, ortaokul ve liselerde toplam öğrenci sayısı bu eğitim öğretim yılında 15 milyon civarında. Bu rakama okul öncesini de katarsak sayı 17 – 18 milyona yaklaşıyor.

Dershanelerin kapatılması ve fiziki şartları uygun olanların D tipi özel liseler olarak yoluna devam etmesi kararlaştırıldı. Mevcut özel okullar da A B C D tipi olmak üzere, geçen yazıda incelediğimiz bir takım enteresan kriterlere göre sınıflandırılacak.

Ancak toplam okul / öğrenci sayısı içinde özellerin tuttuğu yer devede kulak kadar. Türkiye’deki bütün özel okullara devam eden öğrencilerin toplam sayısı sadece 563.007
Oysa ülke içinde ülke sayılabilecek kadar çok öğrencimiz var. Asıl üzerinde durulması gereken devlet okullarındaki çocukların durumu.

Bu eğitim öğretim yılını kapatırken bir tek soru üzerinde duracağım. Bence hayati olan bu tek soru zaten.

2012 – 2013 eğitim öğretim yılında Türkiye genelinde ilkokullar toplam 1.252.147 mezun vermiş.
2013 – 2014 eğitim öğretim yılında ortaokullara kaydolan öğrenci sayısı ise sadece 500.000 civarında.


2012 – 2013 eğitim öğretim yılında Türkiye genelinde ortaokullar toplam 1.265.507 mezun vermiş.
2013 – 2014 eğitim öğretim yılında ortaokullara kaydolan öğrenci sayısı ise sadece 160.000 civarında.

Toplamda 1 milyon 800 bin öğrenci bir üst okula kaydını yaptırmamış.
Nerede bu çocuklar?

12 yıllık temel eğitimi zorunlu kılan yasa değişikliği, ilk 4 yıldan sonra okula dışarıdan (yaygın öğretim) devam imkânı da vermişti ki, eğitim konularını bilen ve kalbinde zerre kadar vicdanı olan herkes “çocuk işçiliğe, çocuk evliliğine davetiye çıkaran” bu yasayı eleştirmiş, yetkililerin dikkatini çekmeye ve önlem aldırmaya çalışmıştı. Vicdanla, yurt ve çocuk sevgisiyle kalkılan her iş gibi bu çaba da başarısızlığa uğradı.

Şimdi bir kez daha soruyorum: Ülkenin 9 – 15 yaş aralığındaki 1 milyon 800 bin çocuğu neden okulda değil? Okulda olmaları gerekmez mi?

Gelecek eğitim öğretim yılında çocukların zorla evlendirilmediği, zorla çalıştırılmadığı bir başlangıç yapmak ümidiyle, iyi tatiller…



Rakamsal veriler buradan alınmıştır.
Kapak fotoğrafı buradan alınmıştır.

 

OKULDA YILDIZ SAVAŞLARI


OKULDA YILDIZ SAVAŞLARI 


Bir düğünde kaderin cilvesi olarak aynı masaya düştüğüm bir kadından duymuştum, insanlar artık “şey”leri harfle sınıflandırıyorlarmış. Methedeceği birinden bahsederken aynen şöyle demişti: Kendisi son derece A plus bir hanım.

Ne?
A+ bir hanım.
Ne demek yani?
En pahalı giysileri giyen, en lüks restoranlara giden, en mandagözü pırlantaları takan…


Ne kadar mide bulandırıcı! Nasıl da insafsız, maddeci ve aşağılık bir yaklaşım!

Oysa ta 1800’lerde, büyük düşünür Schopenhauer, dünyanın en yoksul insanı paradan başka hiçbir şeyi olmayandır demiş. Bu sözü Nişantaşı’nda, Bağdat Caddesinde ve sair münasip muhitte panolara asmalı!


***


Dünkü Hürriyet’in eğitim sayfasında, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin’e dayandırılan habere göre özel okullar A, B, C ve D sınıfı olma üzere çeşitli kategorilere ayrılacakmış. Haber doğru çıkar da, özel okulları sınıflandırma işi uygulamaya geçerse neler olacak?

Ömründe bir tek gün devlet memuriyeti yapmamış olmakla övünen, 18 senesini ders başında geçirmiş biri olarak hemen özet geçeyim: Yapılacak tasnifin eğitime hiçbir katkısı olmayacak.
Olsa olsa özel okul velisinin “sizin okul neden bu kadar pahalı?” sorusu karşısında, idarecinin göstereceği, duvara asılı, yaldız çerçeveli bir sertifika olacak…


Bu can sıkıcı habere göre, okulların puan toplamak için aşağıda koyu renkle yazılan özellikleri taşıması gerekmiş. Gelin tek tek inceleyelim.
                                                      

Bağımsız okul binası
Eh, zincir okullar buradan puan kaybedecek. Aynı bina içinde 3-4 lisesi olan var.

Kütüphane
Kütüphanesi olmayan okul mu var? Ölçüt nedir? 5 raflı bir kitaplık da kütüphane sayılacak mı?

Beden eğitimi salonu
İyi hoş da, çocuklar zaten ömür boyu dört duvar arasında. Spor salonu yerine bahçe fena olmaz mıydı? Açık havada basketbol, voleybol…

Konferans salonu
Tabii sadece çocuklara nutuk çekmek için kullanılmayacaksa… Öğrencilerin sahneleyeceği tiyatrolar, konserler, dans gösterileri için de kullanılacaksa.

Yemek salonu
Yemek salonu yapmak zor değil. Koca okulu açan patron nasılsa 80 masayla 280 sandalyeyi de temin eder. Çocuklar orada sıcak yemek yiyor mu? Çıkan yemekler sağlıklı ve temiz mi? Yoksa kantine mi hücum ediliyor?

Yüzme havuzu
Bunun eğitim kalitesini, okul kalibresini nasıl arttırdığını bana bilimsel olarak açıklayana köşemi teslim edeceğim.

İbadethane
Bunun da eğitim kalitesini, okul kalibresini nasıl arttırdığını bana bilimsel olarak açıklayana köşemi teslim edeceğim. Ayrıca ibadethane öğrenciler için mi çalışanlar için mi? Öğrenciler içinse, mesela ders saatine denk gelen bir namaz vaktinde ne olacak? Dersler ibadet saatlerine göre mi ayarlanacak? İbadethane tanımının içinde cemevi, sinagog ve şapel de var mı? Okulda bir tek gayrı müslim öğrenci varsa o da ibadethane isteyebilecek mi?

Fizik, kimya ve biyoloji laboratuvarı
Haydi, devlet okullarında maddi imkânsızlıklardan fen laboratuvarı olmamasını, içimize sinmese de kabullendik diyelim. Bu madde puan almayan kalmasın diye mi yazılmış? Laboratuvarsız özel okul olur mu hiç?

20 yıl üzeri okullar on puan alırken 11-20 yıl arası olanlar altı, 1-10 yıl olanlar ise üç puan alacakmış.
Şarabın, peynirin, halının eskisi kıymetlidir de, okulun eskisini yenisine göre kıymetli kılan ne? Köklü olması falan denmesin sakın. Yabancı okullarındaki geleneğin, eğitim felsefesinin özel okullarda bulunmadığını bilecek kadar o sularda kulaç attım. 3-5 yılda bir öğretmen kadrosu değişen, müdürün hoşuna gidenin işe alındığı okulda gelenek mi olurmuş!

%20’nin üzerinde yüksek lisans yapmış eğitim personeli
Harika! 4 yıllık lisans eğitimi üzerine iki yıl da ihtisas yapmış hocalara koridorlarda, tuvaletlerde, bahçede nöbet tuttursunlar diye, öyle mi? Akademik yetkinliği yüksek öğretmen istihdamı iyi hoş da, bu meziyetten okul nasıl yararlanacak? YL sahibi öğretmen haftada 20 saat derse zorlanmaz, eğitim materyali üretme, eğitim programı geliştirme, stajyer öğretmen yetiştirme işlerinde görevlendirilirse elbette faydalı olur. Özel okullarda bu saydıklarım birer masaldır.

Okul yöneticilerinin proje alması, uluslararası projelere katılması
Faydalı olabilir. Tabii o yönetici görev başında 5 yıldan fazla kalırsa… Ve tabii o uluslararası projede edindiği bilgi ve deneyimi okula tatbik etmesi eğitimin kalitesini yükseltirken patronun kârını düşürmeyecekse…

Öğrencilerin bilgi ve becerilerinin ortaya çıkmasına yönelik çalışma yapılması, öğrencilerin öğrenme stillerinin belirlendiği çalışmalar yapılması
Yapılmıyor mu? 1000 – 2000 mevcutlu devlet okullarında bile yapılıyor. En azından rehber öğretmenler çuval dolusu evrak dolduruyor… Bu öğrenme stilleri meselesine de ayrıca temkinli yaklaşmak lazım. İlkokulda evet, çocuğa faydası dokunacaktır. Ama liseye gelmiş bir öğrenci artık hayata hazırlanıyor. Yarın bir gün üniversite hocasına tutup da “ben bu stilde öğrenemiyorum, bana çizerek anlatın” demesi tuhaf olmaz mı?

Öğrencilerin gelişim ve ihtiyaçları ile bireysel özelliklerini tanımaya yönelik kararlar alınması, ölçme değerlendirme analiz raporları ve öğrenci gözlem formları tutması
Haftada 18-20 saat derse giren bir öğretmen, girdiği tüm sınıfların öğrencileri hakkında tutulan raporları ve doldurulan formları okuyacak bile zaman bulamaz. Sadece evrak kirliliğine yol açacak bir ölçüt. Sonra ne karar alacak okul? Çocuk evde düzenli ders çalışmıyor, akşam saat 20.00’ye kadar okulda kalsın, nöbetçi etüt öğretmeni gözetiminde ödevlerini yapsın… Bunun dışında okulun alacağı herhangi karar uygulanabilir değildir. Bunu da lütfen ciddiye alıp uygulamaya kalkan olmasın. Bahse konu olan bir öğrenci, mahkûm değil!

Eğitim teknolojilerini kullanması, her ders öğretmenin kullanabileceği alanıyla ilgili eğitim materyalinin olması
Öğrenciler zaten her türlü teknolojiyi kullanır vaziyetteler. Hem de fazlasıyla! Öğretmenlere yeni eğitim araçlarını nasıl kullanacaklarının öğretileceği meslek içi eğitimlerden bahsedildiğini de sanmıyorum. Akıllı tahtası olana puan vermek için icat edilmiş bir ölçüt gibi görünüyor.

TEOG başarısı
Başarı çocuğun mu okulun mu? Yemin ederim çocuğun. Bir ödül verilecekse çocuğa verilsin. Okul zaten çuvalla para kazanıyor.

% 41 oranında lisanslı sporcu öğrencisinin, 5 ve üstü okul spor takımı olması
Bir okulun lisanslı sporcu öğrencisi, okul mevcudunun % 41’iyse, o okuldan TEOG veya LYS başarısı bekleyemeyiz. Çocuğu spora meraklı veliler, ne demek istediğimi gayet iyi anlıyordur. Spora yatkın bir öğrenciye günde 6-8 saat ders çalıştıracak, test çözdürecek bir eğitim modeli yok, olamaz da.

Okulda otomatik yangın söndürme sistemi olması, Z tipi yangın merdiven sistemi olması, 3 ve daha fazla güvenlik görevlisini 24 saat sistemine göre çalıştırması, okulda tam zamanlı doktor bulundurulması, her 350 metrekare kapalı alan için bir temizlik personeli çalıştırması, tuvalet temizliği ve temizlik malzemelerinin istenilen şartlara uygun olması, gıda hizmeti sunma göreviyle çalışan personele gıda güvenirliği sağlanması, insan sağlığının korunması ve gıdaya bulaşmaların engellenmesi amacıyla düzenleme yapılması
Nasıl yahu? Hâlihazırda yok mu, böyle değil mi? Yılda 30 bin, 40 bin, 50 bin TL ücret ödediğimiz okullarda bu sayılanların var olmadığını düşünmek bile istemiyorum.

Okul servis araçlarının %70’inin 5 yaş altında olması
Sağır sultan bile biliyor: Okullar servis işini nakliye firmalarına yaptırıyor. Kimi kurumun kendi nakliye firması var, kimi de dışarıdaki bir firmadan hizmeti satın alıyor. Bir başka deyişle out source ediyor ya da taşerona veriyor. Ne yani, şimdi okullar servis araçları satın alacak, bordrolu servis şoförleri istihdam edecek, öyle mi? Okul sahiplerini yan yollara sapmak zorunda bırakacak bir talep. Olacak iş değil zira… Temizlik ve güvenlik personelini bile okulun maaşlı elemanı olarak çalıştırmaktan kaçınan eğitim patronları ne yapacak bakalım.

5 YAŞ VE ALTINDA ÇOCUĞU OLANLAR: DİKKAT! ÇOCUK FELCİ SALGINI!

5 YAŞ VE ALTINDA ÇOCUĞU OLANLAR: DİKKAT! ÇOCUK FELCİ SALGINI! 
 
Acar Baltaş çok saygı duyduğum bir hocadır. Bir seminerinde demişti ki: “İnsan ya haklı olur, ya mutlu.”

Nasıl da doğru!

Bugünkü haberler ne yazık ki 5 yaş ve altındaki yavrularımızın tehlikede olduğunu söylüyor.



Görüldüğü gibi, maalesef haklı çıktım… Ve çok mutsuzum.



8 Mayıs’ta aşağıdaki satırları yazmıştım.
Anne babaları bir kez daha uyarıyorum:
Elim bir türlü can sıkıcı konuları yazmaya varmıyor. Ancak biliyorum ki dost acı söyler.

Cehalet çok kötü, evet ama bence daha da kötüsü yarı aydınlar. Günümüzde bir internet bilgiçleri furyası var. Komşunun önerdiği bitki karışımını kaynatıp, şifa umuduyla içen / içiren ninelerimizle dalga geçiyoruz da, onlardan ne farkımız var?

Yarı bilim, yarı aydın pozitif bilimin ve hekimin yerini almaya başladığından aklımızı başımıza devşirelim derim, naçizane.

Hatta iş öyle çığırından çıktı ki, bu yarı bilim için bir terim bile oluştu: Pseudoscience / Sözdebilim. Wikipedia‘daki tanımı şöyle:

Sözdebilim veya sahte bilim (İngilizce pseudoscience) bilimsel argümanlar kullanılarak ileri sürülen, ancak bilimsel çalışmaların gerektirdiği materyal, metot, test edilebilirlik (doğrulanabilirlik) gibi standartları taşımayan veya yeterli bilimsel araştırma ile desteklenmeyen iddia, inanç, bilgi ve uygulamalar bütününe verilen addır.

Sözde bilim genellikle belirsiz, çelişkili, eleştirilere yönelik aşırı tepki ve kişiselleştirmeler, destekleyici verilerin abartılması, sonuçlara yönelik doğrulanması imkansız abartılı iddialar ile karakterize, kullanıcıları açısından da sosyal, maddi-manevi kazançlar sağladığı düşünülebilecek konular üzerinden yürütülür.

Tahsilli ana babalar, kendi sahalarındaki bilgeliklerine ve mürekkep yalamışlıklarına güvenerek hadlerini aşıyor. Çocuk hastalıklarına karşı yapılan aşılara savaş ilan edenler evlatlarını nasıl bir riske attıklarının acaba ne kadar farkında? İçimizdeki müzmin muhalifin coşkusuna kapılıp başımızı olmadık belalara sokmasak diyorum…


Bu acı sözleri neden yazdım? ÇOCUK FELCİ GERİ GELDİ de ondan!

Deutsche Welle Türkçe‘nin haberine göre Dünya Sağlık Örgütü (WHO) acil bir duyuruda bulunarak çocuk felcinin yeniden yayılmaya başladığını açıkladı.

Çocuk felci 5 yaşın altındaki çocuklarda görülüyor. Virüsün bulaştığı 200 hastadan biri kalıcı olarak felç oluyor, felç olanların %5 ila 10′u ise nefes alma kaslarını da kullanamadığı için, hayatını kaybediyor.

Kalıcı felce yakalanan çocukların hali aynen şöyle:

polio 3

Rica ederim çocuklarınızı aşılatın. Aklınızı başınıza alın ve onların hayatıyla oynamayın.

Lütfen!

polio 4

AFFEDERSİNİZ, BİR İMZANIZI ALABİLİR MİYİM?

Fazla zamanınızı almayacağım.

Uzun uzun paragrafları okumaktan gözleriniz harap olmayacak.
Alengirli cümlelerin içinde kaybolmayacaksınız.

Türkiye’de GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) içeren ürünlere izin verilmesine razı mısınız?
Ben değilim.

Türkiye’de bebek mamasından hayvan yemine “acaba içinde zararlı bir şey var mı?” endişesi, şüphesi taşımadan tüm ihtiyaçlarınızı temin etmek, markette – çarşıda paranoya krizi geçirmeden alışveriş yapmak ister misiniz?
Vallahi ben isterim.

O zaman bir imzanızı alayım efendim, buyurun:

Lütfen imzalayın ve bu linki yaygınlaştırın.

Sağlıklı, endişesiz günler dilerim.
GDO_3_a

AKLA ZİYAN EĞİTİM HABERLERİ…

AKLA ZİYAN EĞİTİM HABERLERİ…  


Son zamanların eğitim haberlerine kısa kısa bir göz atalım.
Bakalım siz feysbuktu, tivitırdı takılırken çocuklarınızın geleceği ne şekle sokulmuş:


4+4+4 UYGULAMASI BAŞARIYI DÜŞÜRDÜ

haberler_1Sabancı Üniversitesi bünyesindeki Eğitim Reformu Girişimi (ERG)’nin yaptığı araştırma, 4+4+4 sistemine geçişin öğrenci başarısını düşürdüğünü ortaya koymuş. Hürriyet’in haberinde yer alan diğer bulgular şöyle:
Ders saatlerinin uzaması yüzünden sabahçılar saat 06.00’da okula geliyor, öğlenciler de 19.30 gibi geç saatlerde okuldan ayrılabiliyormuş ve bu yüzden sabahçılar kahvaltıdan, öğlenciler ise öğle yemeğinden mahrum kalmış.
2012-2013 eğitim-öğretim yılında 5’inci sınıf öğrencilerinin Matematik, Fen, Türkçe ve İngilizce notları bir önceki yılla karşılaştırılmış ve başarı düzeyinin bu sene önemli düştüğü ortaya çıkmış. 
Bu ve benzeri sorunların aşılabilmesi için Bakanlığın yeni derslik üreterek okulları tam güne geçirmesi ve ortaokullarda en az 26 bin yeni öğretmen kadrosu açılması gerekliymiş.


ERKEN KALKAN YİNE SINAV SİSTEMİNİ DEĞİŞTİRDİ
haberler_2
13. yüzyılda Mısır’a hakim olan bir Memlukler devleti vardır. Kıpçak halkından köle olarak satın alınmış çocukları yetiştirip asker yaparlar. Mısır’ın ordusu 1200′lü yıllarda Kafkasyalıdır. Böyle acayip bir şey. Neyse, bir gün bu ordunun generalleri devletin hanedanını devirir ve askeri cunta kurulur. Ancak meşruiyet meselesini halledemediklerinden olsa gerek, zırt pırt hükümdar (diktatör) değişir. Öyle ki, sabah erken kalkan tahta çıkar… 

Teşbihte hata olmaz derler, eğitim sistemimiz de maaşallah (!) Memluk devletine döndü.
Yine üniversiteye giriş sistemini değiştirmişler efendim. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, yetkili bir makamdan Yükseköğretime geçişte öğrencinin ders dışı uğraşlarını, sanat, spor ve boş zaman etkinliklerini de göz önüne alarak puanlandıracağımız bir sistem düşünüyoruz. Eğitimde bilgiyi önceleyen sistem yerine becerileri de ön plana alan yeni bir sistem kurmanın peşindeyiz denilmiş.
Ülkemizi Amerika sanmak ne hoş bir hayal. Ders dışı etkinlik olarak satranç turnuvaları, basketbol takımı, yüzme kulübü falan… Sanki kahrolasıca fukaralık hiç yokmuş, sanki çocuklarımız ders dışı etkinlik yerine ucuz işçilik, aile içi kölelik, seyyar satıcılık yapmıyorlarmış gibi!

BELİRSİZ KONULAR AÇIKLIĞA KAVUŞTU (MU DESEM?)
Uzun müddettir ne olacağı, nasıl olacağı beilinmez birkaç konu vardı. İşte onlar hep açıklığa kavuşmuş. Öyle diyor haberde
haberler_3
Neymiş o konular?
Mesela meslekte dört yılını dolduran eğitim yöneticileri (okul müdürleri, müdür yardımcıları) görevden otomatik olarak alınacak ve yerlerine yenileri atanacak diye bir balon uçurulmuştu. Bu eğitim öğretim yılı sonunda böylece görevden alınanların yapılacak değerlendirmeler sonunda, başarılı olanların aynı veya başka eğitim kurumunda dört yıl daha görev yapmalarına imkan tanınacağı açıklanmış. Değerlendirmeyi kim yapacak, neye göre yapacak, ne zaman yapacak, hangi ölçütlere göre yapacak diye sormayın. Bu kadar belirlilik yetsin size. 

satir_arasi
BAŞARILI VE BAŞARISIZ KAVRAMLARININ TANIMI YENİDEN YAZILDI
Üniversiteye giriş sistemini değiştiren Memlukler liseye girişi rahat bırakır mı? 
Hiç!
Habere bakalım:
Liseye girişte uygulanan TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) sınavında başarılı olan öğrenciler Anadolu Liselerine, Fen Liselerine, Sosyal Bilimler Liselerine ve Anadolu Meslek Liselerine girebilecek. Ancak sınavda başarılı olamayan öğrenciler ne yapacak?
haberler_4
İki seçenekleri var: Ailenin parası varsa çocuğunu özel okula yazdıracak, yoksa doğruca imam hatip lisesine gönderecek. Düz lise? Yok arkadaşım, taze bitti. Geçen sene hepsini eğdiler, bütün “düz”lüğünü giderdiler. 
Ben İmam Hatipliler veya Özel Okullar tarafından kurulmuş bir örgütün, derneğin falan başında olsam, çıkar kınama yayınlardım. Bütün “başarısızları” neden bize kakalıyorsunuz diye…
Ha, bu arada mevzubahis öğrenci ergenlik çağındaymış, psikolojisi kırılganmış, değişkenmiş, yazık oluyormuş bir nesle falan… 
Hep boş laflar…

BİRİ BANA AÇIKLASIN: BU ÜLKEDE HERHANGİ ŞEKİLDE GDO KULLANMAK YASAK MI DEĞİL Mİ?



Gıda ürünlerinin üretiminde dolaylı veya doğrudan GDO kullanımı ile ilgili tartışmalar bitecek gibi görünmüyor.
Şimdi de, basında çıkan haberlerin doğruluğunu, yanlışlığını ya da belirsizliğini tespit ettiği iddiasıyla yayın yapan bir web sitesi [ www.dogrulat.com ] konuyu ele almış.
Sitede yer alan habere göre, yetkililerin açıklamaları doğruymuş ve gıda maddelerinde GDO bulaşanına izin verilmeyecekmiş. GDO bulaşanı tanımının % 0,9 sınırına çekilmesi meselesi ise külliyen yalanmış.
***
İlgimi çeken, Doğrulat.com sitesinin meseleyi açıklarken ta 2010 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanmış bir yönetmeliği referans alması.
Oysa azıcık mürekkep yalamış herkesin yapabileceği gibi, Resmi Gazetenin web sitesine girilip “GDO” içerikli bir arama yapıldığında daha yeni tarihli yasa ve yönetmeliklere ulaşılabiliyor.
Örnekse,
gdo3_1
18 Temmuz 2013 tarihli bu yönetmelikte aynen şu ifadelere yer veriliyor:
Yem katkı maddelerinin onayını kendi adına alanlar, onların vârisleri veya yetkilendirdiği kişilerin dışındaki gerçek veya tüzel kişiler, 6 ncı maddenin birinci fıkrasının (ç) ve (d) bentlerinde belirtilen kategorilere giren yem katkı maddeleri ile genetiği değiştirilmiş organizmalardan (GDO) üretilen, bu organizmalardan meydana gelen ya da bu organizmaları içeren ürünlerle ilgili mevzuat kapsamındaki yem katkı maddelerinin piyasaya ilk arzını gerçekleştiremez.
Bu ifadelerden ben “bu ülkede GDO yasaktır” anlamı çıkaramıyorum, kimse kusura bakmasın!
Ayrıca aynı yönetmeliğin ilerleyen maddelerinden birinde açıkça şunlar ifade ediliyor:
gdo3_2
Eh, bu ne şimdi?

Hani GDO yasaktı?
Birileri yalan haberler yapıp hükümeti yıpratmak mı istiyor, başka birileri milleti eski tarihli resmi yazılarla sersemletip GDO’yu yutturmak mı istiyor, bilemiyorum. Gerçekten insanların aklından ne geçtiği, ne gibi gizli emellere hizmet edildiği falan da hiç umurumda değil.
İstediğim son derece basit: Ben sadece yediğim – içtiğim şeylerin beni kanser etmeyeceğinden, sakat bırakmayacağından hatta öldürmeyeceğinden artık emin olamıyorum. Yetkililer artık çocuk kandırır gibi lafı dolandırmayı bıraksın ve açıkça, mertçe “bu ülkede GDO’nun her türlüsü kesinlikle yasaktır” desinler istiyorum. Yasa ve yönetmeliklerde bundan gayrısını görmemek istiyorum. Hepsi bu.
Neden mi?
Çünkü biz insanız.
Çünkü yaşamak, temel insan hakkıdır.
Çünkü insan hakları evrensel beyannamesinin 3. maddesi şöyle der:
gdo3_3b