OKULDA ÖĞRETİLMEYEN DERSLER - 12 Nisan 2012



Tazmanya canavarını bilir misiniz? 

Şimdi arama motorlarına bakar, hangi memlekette yaşadığını, ne tür bir mahlûk olduğunu bulursunuz. Ama Tazmanya canavarı deyince benim aklıma, çizgi filmdeki o koca dişli, salyalar saçarak ve etrafı yıkıp dökerek dolaşan kahverengi azman geliyor.
Bu karakterin iki belirgin özelliği var: Sinirlerine hiç mi hiç hâkim olamıyor, hemen öfkelenip tozu dumana katıyor ama öte yandan tüm ürkütücülüğüne, çirkinliğine rağmen sevilesi bir görüntü çiziyor. Tazmanya dünyanın bir ucu. Tazmanya canavarı ise bu haliyle dolu dolu Anadolu adeta…

***

Apartmanın çocukları bahçede bir yere oturmuş, ellerindeki kartlarla (bir tür çocuk oyunu için üretilmiş, resimli şeyler) iddiaya tutuşmalı bir oyun oynuyorlar. Oyunun kuralı: Biri kaybederken diğer 3-4’ü kazanıyor. Tamamen şansa dayalı, herhangi bir zihinsel üstünlük gerektirmeyen bir oyun. Ne zaman oynasalar aynı sahne tekrarlanıyor: Yenilen hangisi olursa olsun anında Tazmanya canavarına dönüyor, kartları darmadağın ediyor, bağırıp çağırıyor. Sonunda küsüp, çekip gidiyor.
Sadece çocuklar mı? Haksız çıktığında, yenildiğinde, istediği olmadığında zarafetini, nezaketini kaybeden tek onlar değil. Koca koca adamalar trafikte birbirine saldırıyor, kafa göz yarıyor, hatta iyiden iyiye şirazeyi kaydırıp can alıyorlar. Neymiş? Yol vermemiş. Hay yolun zulmete çıksın!
Efendice yenilmek, okulda öğrenilen bir şey değil. Bu dersi çocuğa annesi verecek, babası verecek.

***

Deniz kıyısı. İskeleden denize giren kadın, plaj terliklerini merdivenin yanıbaşına bırakmış. Sudan çıkınca giyecek. Çıkıyor, arıyor, yok. Az ilerideki, tanımadığı bir kadının ayağında görüyor kendi terliklerini. Yanına gidip “benim terliklerimi giymişsin” demesine kalmadan öbürü açıyor bayramlık ağzını: “Aman ne kıymetli terliğin varmış, yedik mi be!” Git gide cırtlaklaşan seslerle birbirlerine verip veriştiriyorlar. 

Başkasına ait eşyayı kullanmak için izin istemek, hatasını kabul edip özür dilemek ve kendisine nezaket gösterildiğinde teşekkür etmek, uygarlık, insanlık göstergesi. Okulda öğrenilecek şeylerden değil. Çocuğuna izin istemeyi, özür dilemeyi, teşekkür etmeyi öğretmeyenler yüzünden bir sürü Tazmanya canavarıyla sokakları, caddeleri paylaşmak zorundayız.

***

Postane. Sıra ona geliyor. Üzerinde, çalıştığı firmanın adı yazan bir montla bekleyen adama. Elinde bir tomar zarf görünüyor. En üsttekine yapıştırılmış küçük, renkli not kâğıdında 206 yazıyor. Demek ki tomarda 206 tane zarf var. Başlıyor işlemlerini yaptırmaya. Dakikalar geçiyor, öğle arası yaklaşıyor, arkadakiler huzursuzlanmaya başlıyorlar. İşlemine ara vermesini, ardarda en fazla 3 işlem yaptırabileceğini, tek elemanla çalışan postane veznesini işgal etmeye hakkının olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Hakmış hukukmuş, adamın umurunda değil. 1 saat 15 dakika süren işlemlerini büyük bir pişkinlikle yaptırıp, işi bitince çıkıyor.

Hakkına razı olmak da okulda öğretilmiyor. Bencillik ve kibir bünyede yer etmeden, daha küçücükken her insan evladına öğretilmeli.

***

Üniversiteyi bitireli 2 sene geçmiş. Çalışmıyor. İş aradığı da söylenemez. Esasen hayatından gayet memnun. Kendisi için bulunan işleri de armudun sapı, üzümün çöpü diye reddediyor.
Akşam saatleri. Televizyonda sevdiği diziyi izlemekte. İçeri sesleniyor: “Aaaanneeee! Bir su getir, kuruduk ya!” Annesi pürtelaş mutfağa koşuyor. Aynı geyşa adımlarıyla yanına gelip ‘kaşına gözüne kurban olduğu oğluşu’na suyunu uzatıyor. 

Rica etmek, teşekkür etmek okulda öğretilmiyor. Utanmayana ayıp yok, derler. Ayıp da okulda öğretilmiyor, diğerleri gibi. 

***

Olgunluğunu yitirmeden yenilmeyi,
izin istemeyi,
teşekkür etmeyi,
özür dilemeyi,
hakkına razı olmayı,
rica etmeyi ve
utanmayı bilenleriniz bol olsun sevgili Tazmanyalı kardeşlerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder