Tazmanya canavarını bilir misiniz?
Şimdi arama motorlarına
bakar, hangi memlekette yaşadığını, ne tür bir mahlûk olduğunu bulursunuz. Ama Tazmanya
canavarı deyince benim aklıma, çizgi filmdeki o koca dişli, salyalar saçarak ve
etrafı yıkıp dökerek dolaşan kahverengi azman geliyor.
Bu karakterin iki belirgin özelliği var: Sinirlerine hiç mi
hiç hâkim olamıyor, hemen öfkelenip tozu dumana katıyor ama öte yandan tüm
ürkütücülüğüne, çirkinliğine rağmen sevilesi bir görüntü çiziyor. Tazmanya
dünyanın bir ucu. Tazmanya canavarı ise bu haliyle dolu dolu Anadolu adeta…
***
Apartmanın çocukları bahçede bir yere oturmuş, ellerindeki
kartlarla (bir tür çocuk oyunu için üretilmiş, resimli şeyler) iddiaya
tutuşmalı bir oyun oynuyorlar. Oyunun kuralı: Biri kaybederken diğer 3-4’ü kazanıyor.
Tamamen şansa dayalı, herhangi bir zihinsel üstünlük gerektirmeyen bir oyun. Ne
zaman oynasalar aynı sahne tekrarlanıyor: Yenilen hangisi olursa olsun anında
Tazmanya canavarına dönüyor, kartları darmadağın ediyor, bağırıp çağırıyor. Sonunda
küsüp, çekip gidiyor.
Sadece çocuklar mı? Haksız çıktığında, yenildiğinde,
istediği olmadığında zarafetini, nezaketini kaybeden tek onlar değil. Koca koca
adamalar trafikte birbirine saldırıyor, kafa göz yarıyor, hatta iyiden iyiye
şirazeyi kaydırıp can alıyorlar. Neymiş? Yol vermemiş. Hay yolun zulmete
çıksın!
Efendice yenilmek, okulda öğrenilen bir şey değil. Bu dersi
çocuğa annesi verecek, babası verecek.
***
Deniz kıyısı. İskeleden denize giren kadın, plaj
terliklerini merdivenin yanıbaşına bırakmış. Sudan çıkınca giyecek. Çıkıyor, arıyor,
yok. Az ilerideki, tanımadığı bir kadının ayağında görüyor kendi terliklerini.
Yanına gidip “benim terliklerimi giymişsin” demesine kalmadan öbürü açıyor
bayramlık ağzını: “Aman ne kıymetli terliğin varmış, yedik mi be!” Git gide
cırtlaklaşan seslerle birbirlerine verip veriştiriyorlar.
Başkasına ait eşyayı kullanmak için izin istemek, hatasını
kabul edip özür dilemek ve kendisine nezaket gösterildiğinde teşekkür etmek,
uygarlık, insanlık göstergesi. Okulda öğrenilecek şeylerden değil. Çocuğuna
izin istemeyi, özür dilemeyi, teşekkür etmeyi öğretmeyenler yüzünden bir sürü
Tazmanya canavarıyla sokakları, caddeleri paylaşmak zorundayız.
***
Postane. Sıra ona geliyor. Üzerinde, çalıştığı firmanın adı yazan
bir montla bekleyen adama. Elinde bir tomar zarf görünüyor. En üsttekine
yapıştırılmış küçük, renkli not kâğıdında 206 yazıyor. Demek ki tomarda 206
tane zarf var. Başlıyor işlemlerini yaptırmaya. Dakikalar geçiyor, öğle arası
yaklaşıyor, arkadakiler huzursuzlanmaya başlıyorlar. İşlemine ara vermesini,
ardarda en fazla 3 işlem yaptırabileceğini, tek elemanla çalışan postane
veznesini işgal etmeye hakkının olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Hakmış
hukukmuş, adamın umurunda değil. 1 saat 15 dakika süren işlemlerini büyük bir
pişkinlikle yaptırıp, işi bitince çıkıyor.
Hakkına razı olmak da okulda öğretilmiyor. Bencillik ve
kibir bünyede yer etmeden, daha küçücükken her insan evladına öğretilmeli.
***
Üniversiteyi bitireli 2 sene geçmiş. Çalışmıyor. İş aradığı
da söylenemez. Esasen hayatından gayet memnun. Kendisi için bulunan işleri de
armudun sapı, üzümün çöpü diye reddediyor.
Akşam saatleri. Televizyonda sevdiği diziyi izlemekte. İçeri
sesleniyor: “Aaaanneeee! Bir su getir, kuruduk ya!” Annesi pürtelaş mutfağa
koşuyor. Aynı geyşa adımlarıyla yanına gelip ‘kaşına gözüne kurban olduğu
oğluşu’na suyunu uzatıyor.
Rica etmek, teşekkür etmek okulda öğretilmiyor. Utanmayana
ayıp yok, derler. Ayıp da okulda öğretilmiyor, diğerleri gibi.
***
Olgunluğunu yitirmeden yenilmeyi,
izin istemeyi,
teşekkür etmeyi,
özür dilemeyi,
hakkına razı olmayı,
rica etmeyi ve
utanmayı bilenleriniz bol olsun sevgili Tazmanyalı
kardeşlerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder