“Atama İzindeyiz” isminde bir kısa film, ne zamandır sanal ortamda
dolaşıyor.
İzlediniz mi? İzleyin. Ben
izledim. Etkilenmemek mümkün değil. Sinematografik açıdan değerlendirmeye
kalkışacak değilim elbette ama konusu herkesi sarsacak, eminim.
“Atama İzindeyiz” filmi bir okul
müdürünün akıllara ziyan replikleriyle başlıyor. O tipin hafiften karikatürize
edilmiş olduğunu umuyorum. Dilerim her sepette 3-5 çürük elma misalidir. Geçtiğimiz
günlerde internette video kaydını izlediğimiz, bir kadına ‘karşımdaki bir
canlıdır’ demeden fiziksel şiddet uygulayan ve meslektaşlarının yüzünü kızartan
polisler gibi, istisnai bir kötülüktür o müdürünki.
İstisnalar… Kaideler…
Bir şeyin iyisini nasıl tanırız?
Mesela iyi bir okul müdürünü vasat ya da kötü olanından neye göre ayırt ederiz?
Neye bakmak lazım?
Müdür odası okulun en stratejik,
en ihtişamlı ama bir o kadar da en gözden ırak makamı. Öyle her önüne gelen
paldır küldür içeri giremez. Çoğu birbirine benzeyen bu ofisler, aslan yatağı
gibidir. Her bir eşya makam sahibinin gücünü ve iktidarını vurgular. Müdür
masasının önündeki o meşhur iki koltuk, aslında sihirlidir. O koltuklara oturan,
masanın ardındaki müdüre göre öyle alçakta kalır ki, 5 yaşındaki ebadına
küçülüverir adeta. Ha azarlandın ha azarlanacaksın.
Okul müdürü, genellikle çekinilen
bir şahsiyet olması bir yana, yasa gereği öğretmen kökenlidir. Her ne kadar
ücretli öğretmen olarak herhangi yüksekokul mezunu okul çatısı altında
çalışabiliyorsa da, eğitim fakültesinde öğretmenlik eğitimi almayanların okul
müdürlüğü yapması söz konusu değil. Yani henüz ücretli müdürlük gibi bir statü
icat edilmedi.
Diyelim ki veli ya da öğretmen
sıfatıyla okul müdürünün odasındasınız. İlk defa girdiğiniz bu odada nelere
dikkat etmelisiniz? Etraf temiz ve düzenliyse, müdür de mesleğinin gerektirdiği
ciddiyetle karşınızda oturmaktaysa beklenti karşılanmış mıdır? Okulun iyi idare
edildiğinden emin olabilir misiniz? Hayır. Daha dikkatli gözlerle bakmanız,
odayı incelemeniz gerekir. Zira bir okul müdürünün iyisini kötüsünden ayırmak her
zaman kolay olmayabilir.
Bir demokrasi simgesi olarak toplantı masası
Müdür makamında muhakkak bir
toplantı masasının bulunmasına dikkat edin. Bu en yetkili odada 4–5 kişilik bir
toplantı masasının bulunması şuna işaret ediyor olabilir: Bu okulda karar
alınırken, bir mesele hakkında konuşulurken ilgili herkes davet ediliyor, fikir
yürütülüyor, projeler geliştiriliyor ve en mükemmeli yakaladıktan sonra bir
karara varılıyor.
Eğer okul müdürü her konuda tek
başına karar alıyorsa bir toplantı masasına da ihtiyacı olmayacaktır. Kimseye
danışmayacaksanız, kimsenin görüşünü almayacaksanız, farklı yaklaşımlara kulak
vermeye çalışmayacaksanız neden toplantı yapasınız, odaya neden masa koyasınız
ki?
Toplantı masalarının dekordan
öteye geçmediği, toplantıların yöneticinin kararını alt kadroya methettirmek
dışında bir işe yaramadığı şark tipi sahte demokrasiler başka tabii. İşleri
müdür yardımcılarına, bölüm başkanlarına veya öğretmenlere danışarak yapacaksa,
o müdürün müdürlüğü nerede kaldı, değil mi? Her otokratik rejimde görülür,
böyle “tip”ler. Kişinin bir kurumun başında olması, oranın “tek adamı” olması
anlamına gelmez oysa. Gelmemelidir.
Katılımcı yöntemler izlemeyen bir
okul müdürü şu gibi sakıncalara yol açabilir:
- Böyle bir okulda alınan kararların, uygulamaya konan kuralların kalitesi, uygulanabilirliği ve doğruluğu bir tek kişinin kabiliyetleri ile sınırlanmış olur. Yeryüzünde hiç kimse ‘her şeyin en iyisini sadece ben bilirim’ diyemez. Kişinin bilgi ve becerisi eğitimine, yeteneklerine, deneyimine bağlıdır. O halde neden seçeneklerimizi ve olanaklarımızı bir kişinin kapasitesiyle sınırlayalım ki? Mesela okul müdürü teknolojik gelişmelerle ilgili biri değilse, o okulda yeni bir bilgisayar laboratuvarının gerekip gerekmediğine kim ve nasıl karar verecek? Örneğin aslen bilgisayar öğretmeni olan bir müdür yardımcısının fikri alınmayacak mı?
- Böyle bir okulda diğer idareci ve öğretmenler fikirlerine değer verilmediği duygusuyla çalışır. Her şeyi sadece okul müdürünün bildiğinin varsayıldığı, diğer eğitimcilerin deneyim ve görüşlerine önem verilmeyen bir ortamda hiçbir öğretmen verimli ve üretken olamaz. Sonunda öğrenciyle birinci elden muhatap olacak, onun bilgi ve becerilerini geliştirecek öğretmenin kendisini değersiz hissetmesi öğrenci için son derece olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
- Böyle bir okulda muhtemelen öğretmenler her an bir hata yapma korkusuyla çalışmaktadırlar. Beğenilmeme, takdir edilmeme endişesi taşıyan öğretmenin bir dereceye kadar gergin, hatta öfkeli olacağı tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Derse beş karış suratla giren, âmirleri tarafından sürekli eleştirileceği kaygısı taşıyan bir öğretmenin ders verdiği bir sınıfta ortam gergindir. Böyle bir ortamda öğrenci olmayı kim ister?
Özetle, okul müdürünün iyisi demokratik davrananıdır.
Okul müdürünün kötüsü “ben her şeyin en iyisini bilirim” diyenidir. Bunu ilk
bakışta ayırt etmeyi sağlayacak şeylerden biri, süs eşyasından öte işlev gören
bir toplantı masası olsa gerektir. Her biri kendi konusunda uzman olan
eğitimcileri, izci kamplarındaki oymakbaşı üslubuyla yönetemezsiniz. Bir
orkestra şefi gibi davranmalısınız. Nitelikli iş görenlerin yani beyaz
yakalıların yöneticisi de nitelikli olmak zorunda.
Nitelik, katılımcılık, toplantı
masasının ardındaki şifreler. Başka? Kitaplık var mesela. Ona da gelecek yazıda
bakacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder