Sanırım 1996 ya da 1997 yılıydı. Bir dershanede, o zamanki
adıyla ÖSS ve ÖYS hazırlık programında Tarih dersleri veriyordum. Henüz
mesleğin ilk 5 yılında, genç bir öğretmen olmama rağmen fark etmiştim:
Öğrenciler kavramlarla konuşuyor ama neyi kastettiklerini katiyen
bilmiyorlardı. Örnekse her cumhuriyeti demokratik, her meclisi ulus egemenliğine
dayalı sanıyorlar, bürokrasi kelimesini tanımlayamıyorlardı.
Bu yüzden ilk dersimde genel bir terminoloji girizgâhı
yapıyor, ilerleyen haftalarda bahsi geçecek kavramları tarihsel bir akış içinde
açıklıyordum. Şehir devleti, Akdeniz antikitesi, ticaret kolonisi gibi eski çağ
kavramları ile başlıyor, skolastisizme uğruyor, hümanizmadan geçip 20. yüzyılda
gündeme gelecek kavramlara dalıyordum: Cumhuriyet, sosyalizm, faşizm, liberalizm,
milliyetçilik, kongre, meclis, ulusal egemenlik, bağımsızlık, eşitlik, demokrasi
gibi kavramları, time lapse[*] tadındaki 45 dakikalık
ders içinde elden geldiğince netleştirmeye çalışıyordum. Tabii ki her biri için
ciltlerce yazılabilecek bu kavramları, mecburen adı geçen sınavın dilinden
anlatıyordum.
Böyle bir dersin bitiminde aynı sınıftan 2 öğrenci yanıma
geldi ve soru sormak istediklerini söylediler. Üçümüz arasında şöyle bir sohbet
gelişti:
-
Önce kızlar, sor bakalım.
-
Hocam, gözünüze o eye liner**’i
nasıl çekiyorsunuz?
-
Hım. Biraz bekle. Sen ne soracaktın delikanlı?
-
Hocam, Stalin döneminde Sovyetler her ne kadar
sosyalizme gittiğini iddia ediyorsa da aslında faşizan uygulamalar yapmıyor mu?
-
Güzel kızım, sen dersine gir, sonra konuşuruz.
Sen de gel bakalım benimle, terasta bir çay içelim.
Bunca yıl geçmesine rağmen harfi harfine hatırladığım kadar
var, değil mi?
***
Anılardan gidiyoruz, bir tane daha paylaşayım: Çok sevdiğim
bir arkadaşım yeni anne olmuştu. Oğlu 1,5-2 yaşlarındayken bir sabah, bir
sebeple telefon ettim:
-
Ne haber, nasılsın?
-
Sorma, saçımdan kayısı ayıklıyorum.
-
Neden?
-
Oğlana meyve püresi yedirmeye çalıştım, sonuç
başarısız.
Henüz 2 yaşındaki bir bebek, annesine tercihlerini
dayatıyor. Buyurun bakalım!
***
Gündem zehirli bir sarmaşık gibi. Bir haftadır “yetiştirmek”
fiili zihnimde dönüp duruyor. Çeşitli vesilelerle cümle içinde kullanıyorum:
Domates yetiştirmek, buğday yetiştirmek, nesil yetiştirmek, öğrenci
yetiştirmek, yurttaş yetiştirmek, çocuk yetiştirmek…
Bir insanı “yetiştirmek”, bir halden diğerine sokmak için
değiştirmek gerçekten mümkün müdür? Örneğin kayısıdan hazzetmediğini 2
yaşındayken deklare etmiş birini kayısı sever olarak yetiştirmeye imkân var mı?
Dersten çıkıp öğretmenine göz makyajını soran kızcağızı
ailesi ya da öğretmenleri münasebetsiz olsun diye mi yetiştirdi acaba?
Ya da “yetiştirmek” eğitim makinasının bir görevi ise nasıl
bu kadar başarısız oluyor, görevini ifa etmede? Eğer öğretmenin yaptığı
yetiştirmek ise nasıl oluyor da sınıftaki öğrencilerin hepsi farklı bireylere
evriliyor? Okulun veya bütün okulların, hatta eğitim politikalarının da falanca
– filanca tipte bireyler yetiştirmesinin de mümkün olmadığını ortada.
Tek bir partinin ve ideolojinin yıllardır hüküm sürdüğü
Küba’da bile yüzlerce farklı görüşte birey her nasılsa “yetişmiş” bulunuyor. Ya da “tek tip”liğin timsali Çin’de bugün
yükselen devlet kapitalizmi, bir önceki dönemin “yetiştirdiği” bir anlayış
olmasa gerek…
Kanımca yetiştirmek bir teşbih, bir benzetme. Hani,
“gözlerinden öperim” deriz de aslında kimse kimseyi gözünden öpmez ya, öyle.
Artık kabullenelim: Çocuk yetiştirilemez, çocuk yetişir. Ne
kadar çok sevgi, ilgi, imkân, seçenek, fırsat sunulursa o kadar iyi yetişir.
Ailesinden samimi ve tutarlı bir sevgi gören, okulunda nitelikli öğretmenlere
ve bolca kaynağa, bilgiye ulaşabilen her çocuk kendi potansiyelini
gerçekleştirecektir. Sonuçta bir bireyin büyümesine tanıklık eden ve destek
olan ailelerin ve öğretmenlerin de, boş laf salatasına karnı toktur. Herkes
elindeki çocuğun kendine yetecek, meslek ve itibar sahibi, mutlu ve sağlıklı
bir yetişkin olarak büyümesine çalışır, işte o kadar…
Bilgeliğin sesine kulak verelim, son olarak:
"Kendini değiştirmenin ne kadar güç olduğunu düşünürsen, başkalarını değiştirmeye çalışmada şansının ne kadar az olduğunu anlarsın"
Voltaire
[*]
Time lapse; her bir film karesinin normalden çok daha yavaş, uzun
aralıklarla, çekildiği bir sinema tekniğidir. Çekim sonrası normal bir hızla
oynatıldığındaysa, tam aksine hızlandırılmış, zaman atlamalı bir çekim gibi
görülmektedir. (http://forum.shiftdelete.net/dijital-fotografcilik/126718-time-lapse-nedir.html)
** Eye liner: yüz makyajında kullanılan
bir tür sürme, göz kalemi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder