EĞİTİMLİ NÜFUSTA İŞSİZLİK


işsizlik3Eğitim, bireyin toplumda saygın bir yer kazanmasını ve daha önemlisi olabilecek en yüksek hayat standardını yakalaması için en etkili yoldur.

Yani, en azından teoride...

Ülkemizde eğitimli, üniversite diplomalı nüfusun durumu ile ilgili veriler, hiç de iç açıcı değil.
Başta ataması yapılmayan öğretmenlerin mücadelesi ile görünür hale gelen eğitimli işsizliğine, daha yakından bakalım istedik.
Devlet her şehirde bir üniversite açarken, bu kadar yüksek tahsilliye iş verebilecek piyasa koşulları var mı, oluşturulabilir mi, hiç düşünmedi.
Gençlerimiz bu plansızlık, düşüncesizlik yüzünden diplomalı işsizlere dönüştü ya da niteliklerinin çok altında işlere, düşük maaşlara razı olmak durumunda bırakıldı.


Bugün gazetesinin haberi, Kasım 2014 tarihini taşıyor ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine dayanıyor. Haber, şu çarpıcı bilgileri içeriyor:

  • TÜİK’in yaptığı ücret araştırması üniversite mezunu çalışanların maaşının 5 yıl içinde enflasyon karşısında eridiğini gösterdi. Buna karşılık düz lise mezunlarının maaşı enflasyondan fazla arttı.
  • TÜİK’in yaptığı hesaplamaya göre 2006 yılında 764 lira aylık ortalama brüt maaş alan ilkokul ve altı düzeyde eğitimlilerin maaşı 2010 yılında 1.032 liraya yükseldi.
  • Aynı hesaplamaya göre lise mezunlarının maaşı 922 liradan 1.280 liraya, meslek liseli işçilerin maaşı 1.233 liradan 1.593 liraya ve yüksek eğitimlilerin maaşı da 2.088 liradan 2.663 liraya çıktı. Yani eğitim düzeyi arttıkça maaş artışı azaldı. Bir başka ifadeyle kişi ne kadar okumuşsa o kadar fakirleşti.
  • Son 5 yıllık dönemde maaşı en yüksek artış gösteren eğitim grubu, düz lise mezunları oldu ve maaşları %38,8 zamlandı.
  • Hesaplamaya göre meslek lisesi mezunu çalışanların maaşında 74 lira, yüksek eğitimlilerin maaşında ise 174 lira kayıp yaşandı.


Aynı konu üzerine yine Kasım 2014'te Sol Dergisinin hazırladığı dosya ise daha dikkat çekici veriler sunuyor. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) tarafından değerlendirilen TÜİK verileri hakkında, başlıca şu çıkarımlar yapılmış:

  • İşsizlik oranı % 10,7 ile geçtiğimiz yıla göre % 1,3 puan artış kaydetmiş. Tarım dışı işsizlik oranı ise % 12,7 olmuş.
  • Resmi işsiz sayısı 3 milyon 64 bine ulaşmış. Bu rakam ekonomik krizin en ağır şekilde yaşandığı 2009 yılının aynı dönemi için 3 milyon 43 binmiş. Yani küresel krizden bile kötü bir durum mevcut.
  • İşsizlik verilerine yükseköğretim mezunu işsizler damgasını vurmuş. Buna göre her dört işsizden biri üniversite mezunu.
  • Özellikle kadınların durumu kötü: Yükseköğretim mezunu kadınlar yeni işsizlerin % 76’sını oluşturmuş. Kadın işsizlerin % 37’si yükseköğretim, % 62’si lise ve üzeri eğitim düzeyine sahipmiş.
  • Gençler için ise durum tam bir felaket: Genç nüfusta tarım dışı işsizlik oranı % 23. Yani her 4 gençten biri işsiz...
  • Resmi kayıtlara göre işsiz sayısı 3 milyon civarındayken, bu rakam aslında 5,5 milyona yakınmış.

-------

Sonuç?
Gençler ve kadınlar arasında işsizlik hızla artıyor.
Son bir yılda işsiz kalanlar arasında yüksek eğitimliler başı çekiyor.
Ve çalışan nüfus içinde de maaşı enflasyon karşısında en çok eriyen, üniversite mezunları oluyor.

işsizlik2aBu durumda, gençlerin eğitimi ve geleceği planlanırken artık romantik olma şansının kalmadığını belirtmek gerekir. Bu ekonomik gidiş karşısında gençlere "hangi bölümde okumak istiyorsun" ya da "hangi mesleği seçmek istiyorsun" sorularını yöneltmek, belki de onlara zarar verecektir.

Bu durumda genç nüfusun gelecek planlaması düşünülürken akılda tutulması gereken en önemli soru "bu eğitim sana iş bulma imkânı sağlayacak mı?" olmalı.
Üniversite eğitimi için heves duyan, akıllı, yetenekli gençlere "inşaat mühendisi olma, inşaat işçisi ol", "gıda mühendisi olma aşçı ol" demektense, hangi meslek dallarında iş bulma imkânının daha geniş olduğunu dikkatle araştırmasını önermek durumundayız.

Örneğin öğretmen olmak isteyen bir lise öğrencisiysek, son yıllarda en çok hangi branşlarda atama yapıldığına bakmalı, ondan sonra ne öğretmeni olacağımıza karar vermeliyiz. Ya da lise eğitimi boyunca her yıl birkaç defa olmak üzere, "en kolay iş bulan meslekler" / "en çok iş imkânı sağlayan bölümler" gibi aramalar yapmalı, hangi branştan / bölümden kaç kişi iş bulmuş, kaydını tutmalıyız…

Eskiden en yüksek puanı alan en iyi bölüme girer, en iyi bölümü bitiren en iyi işi kapardı.
Artık devir değişti...

Ne yazık ki daralan bir ekonomide, sofistike mal ve hizmet üretimi hızla gerileyen bir ülkede bulunduğumuzu idrak etmek zorundayız. Çünkü ülke nüfusu hızla cahilleşiyor. Buna koşut olarak piyasa esnaflaştığı, bezirgânlaştığı için, üniversite sayısının artması aslında yanıltıcı ve tehlikeli bir ortam hazırlıyor.

Kurulalı daha birkaç yıl olmuş, başarısı, eğitim kalitesi ispatlanmamış bir taşra üniversitesinden alınan diploma, gelecek inşasında ne derece anlamlıdır? Sonuçta üniversite eğitimi daha iyi bir iş, daha iyi bir gelir sağlamayacaksa, ne işe yarar?
Belki artık yaygın öğretimi de bir seçenek olarak değerlendirmeye almalıyız.
Eskişehir Anadolu Üniversitesinin köklü geçmişe sahip Açık Öğretim Fakültesi gibi, iki büyük üniversiteimiz de yaygın öğretime kapılarını açtı: Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi ile İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültelerini hayata geçirdi. Yaygın öğretim öğrenciler için artık "kazanamayanların gittiği okul" değil, iş yaşamına erken yaşta atılma fırsatı ve işe yarar bir diploma olarak görülmeye başlanabilir.





http://kilavuzkirpi.com/egitimli-nufusta-issizlik/
 

14 ŞUBAT DEĞİL, MİLLİ YAS!

Özgecan Aslan.
20 yaşında.
Psikoloji bölümünde öğrenci; üniversite öğrencisi.
4 gün önce öğle vakti okuldan çıktı.
Minibüse bindi.
İçeride 26 yaşındaki minibüs şoförü, onun 50 yaşındaki babası ve 20 yaşındaki bir diğer erkek müsveddesi bulunuyordu.
O günden sonra Özgecan’dan haber alınamadı; kaybolmuştu…

Özgecan’ın cansız bedeni dört gün sonra bıçaklanmış ve yakılmış halde, ormanın ıssız bir köşesinde bulundu.
İddiaya göre bahsi geçen bu 3 insan görünümlü yaratık tarafından tecavüz edilmiş ve vahşice katledilmişti. Yaratıklardan ikisi güvenlik güçlerinin elinde. Biri kayıp, aranıyor.

Özgecan ise artık sonsuza dek “kayıp”.
Bizim kaybımız…

Bugün 14 Şubat 2015.
Böyle bir ülkede,
Böyle bir erkeklik anlayışının içinde,
Böyle bir toplumda,
Böyle bir günde,
Kimse bizden sevgililer günü rerörösü beklemesin.
Bu ülkede sevmeyi bilen azdır. Onlar da üzülmekten sevmeye derman bulamaz. Sevgililer günü, barış içinde, evrimini tamamlamış, kâmil insan olmuşların ülkesinde kutlanır.

Biz yastayız.
Bugün tutup da 14 Şubat kutlayanlara “yuh” diyoruz, “oha” diyoruz “çüş” diyoruz. Daha diyeceklerimiz de var ama…

Bu ülkede 20 yaşında bir üniversite öğrencisi evine toplu taşıma aracı ile sağ-salim gidemiyor.
Bu yüzden bugün kimse ahlaktan, değerler eğitiminden, vicdandan ve inançtan bahsedemez, bahsetmemelidir.
Bu yüzden bugün kimse aşktan, sevmekten, sevgili olmaktan, sevilmekten bahsedemez, bahsetmemelidir.

Öyle ya!
Sevgi ne arar, sevmeyi bilmeyen canilerin ülkesinde?

Ve bu cinayet öylece kalmamalı, derhal milli yas ilan edilmelidir.
Derhal!
Gencecik evlatlarını koruyamayan bir ülke, üzüntüsünden değilse bile -üzülmeyenler olacağı ihtimali ne yazık ki ortada- utancından yas ilan etmelidir. Diyeceklerimiz bu kadardır…

ozgecan-aslan
ozgecan-aslan2
ozgecan-aslan4g
ozgecan-aslan23g


Tıklayınız:

ÖZGECAN ASLAN ÖLÜMSÜZDÜR!

 

“KAR TATİLİ” YAZILIR, “EV HAPSİ” OKUNUR

Geçen haftalarda Kar Tatili Aslında Ne Demek ve Eyvah Kar Yağıyor, Çocuğum Okula Gidemez başlıklı iki yazı yazmıştım. Bu yazılarda savunduğum görüşlerime eğitimci, veli ve öğrencilerin çoğunun hak verdiğini görmekten mutluyum. Demek ki, kar tatilinin ardında yatan ayıplar, sadece benim gözlerime görünmemiş, başkaları da bu yanlışı fark etmiş. Ne mutlu.

Ancak hemen hepsi “veli” kimliği taşıyan kimi okurlar da, görüşüme şiddetle karşı çıktı. Muhtemelen yazıları sonuna kadar okumadan böyle davrandılar. Yoksa bu yazılarda küçücük çocukları kar kıyamette, tıkalı trafiğin ortasına atıverelim demediğimi bilirlerdi.

Herkesin aynı fikirde olması mümkün değil. Ancak eğitim bir bilim ve bilimsel “doğru”lar öyle pek de birbiriyle çelişen varyasyonlar oluşturmuyor. Bu eksik anlaşılma halini gidermek ümidiyle, tane tane ve bir kez daha anlatayım:

Kar yağınca okulları tatil etmek yanlıştır.

  • Çünkü asıl sorun ara yolların kardan temizlenmemesi, ana caddelerdeki yığılmanın önlenememesidir.
  • Çünkü belediyeler, asli görevi olan yolları açık tutma işini yapmamakta, yapamamaktadır. Hüseyin Çelik, “kar yağınca okulları tatil eden yönetici, kendini sorgulasın” sözünü, pek haklı olarak bu nedenle söylemiştir.
  • Çünkü okul, çocuğun çocuktan / çocuğun öğretmenden / öğretmenin çocuktan öğrendiği, son derece canlı bir eğitim iklimidir. Ne yaparsanız yapın, bir eşini evde tesis edemezsiniz.
  • Çünkü veliler olarak vergisini ödediğiniz 2 hizmeti birden almamaktan memnun olmanız mantıklı değildir. Açık ve kardan temizlenmiş yol talep etmek de, sıcak ve faal okul talep etmek de hakkınızdır, zira vergisini ödemiş bulunmaktasınız.
  • Çünkü asıl yanlış olan trafikte saatlerimizi, günlerimizi, ömürlerimizi yitirmemizdir. Trafik sorununa kalıcı ve etkili bir çözüm bulmak, şehri yönetenlerin görevidir. Onların kusuru göze batmasın diye çocukları okuldan mahrum etmek, bir çözüm değildir.
  • Gece yarısı tatil ilan edilince veli “eyvah, çocuğa kim bakacak” paniğine kapılmaktadır. Çocuk onların bu halinden büyük üzüntü duyar. “Anne babamın başına dert oluyorum” düşüncesine, suçluluk duygusuna kapılır ve ruhen zarar görür.
  • Trafik için kalıcı ve etkili bir çözüm geliştirilene kadar okulları tatil etmek yerine iş yerlerini tatil etmek seçeneğine başvurulmalıdır. İşler bir gün aksasa bir şey olmaz ama okulun kapısı bir gün dahi olsa kapanmamalıdır. Eğitimin “keyfe keder” bir faaliyet olmadığı, herkesçe anlaşılmalıdır.
  • Görevini yapmayan yerel yönetimleri ayıplarken bir yandan da ailelerin kendi tercihlerini gözden geçirmeleri yerinde olur. Çocuk neden eve en yakın okula verilmiyor? Ya da neden okulun yakınında bir eve taşınılmıyor?
  • “Bu yapılan kar tatili değil ev hapsi” diyenlere “senin çocuğun var mı bakayım, hı?” şeklinde şirretleşenler, kendilerine bir sormalı: Neden (sözüm ona) pek kıymetli evladımı kilometrelerce yola, egzoz kokusuna, uykusuzluğa ve en nihayetinde karlı günde ev hapsine mahkûm ediyorum? Neden okulun sokağındaki evde oturmuyorum?

Özetle,
  1. Kar tatilinin eğitimi hafife almak olduğunu söyleyenlere değil, yolları açık tutmayı beceremeyenlere kızın.
  2. Çocuğunuzu eve tıkmayın. Çocuğun yeri okuldur.
  3. Eğitim ülke için, toplum için “olmasa da olur” değil, “olmazsa olmaz”dır.
  4. Evinizi okulun yakınına taşıyın. Zahmeti kendiniz üstlenin. Çocuğa yol / trafik çilesi çektirmeyin.

kar_tatili_degil_ev_hapsi

Kapak görseli
Kaynak

EĞİTİM: Freni Tutmayan Bir Otobüs

8_subatDün on binlerce öğrenci velisi, anne-baba, eğitimci Laik ve Bilimsel Eğitim talebiyle İstanbul Kadıköy’deydi. Seslerini, isteklerini duyurmaya çalıştılar.

Bugün de 2014-2015 Eğitim Öğretim yılının ikinci dönemi başlıyor. Sabah itibarıyla 20 milyondan fazla öğrenci ve yaklaşık 1 milyon öğretmen ders başı yaptı.

Ülkede eğitimin genel durumu ise, genç nesli geleceğe hazırlamaktan ziyade yokuş aşağı giden frenleri patlamış bir otobüsü andırıyor…
Son on beş yılda 20 kez sınav sistemi değiştirildi, 15 farklı bakan göreve geldi, genç nüfusun %15’i evli ve ilkokul çocuklarının yarısı sabah kahvaltı edemeden okula gidiyor. Pedagoji, eğitim, eğitim fakültesi nedir görmemiş sakallı-sarıklı adamlar devlet okullarında boy göstermekte…

Mantıklı, rasyonel düşünen her zihin bilir ki, hiçbir şey sebepsiz var olmaz ve her durumun oluşmasında kendisinden önceki olayın / olayların etkisi vardır. Buna sebep – sonuç ilişkisi de denir.
Bu ilkeden hareketle, eğitimin bugün içinde bulunduğu hazin ve ürkütücü durumun, dündeki hangi eylemlerden, ne gibi kararlardan doğduğunu kurcalamak gerekir. Zira eğitim sistemimiz, varsaydığımız gibi ilerici, laik, çağdaş ve çağcıl bir anlayışla işleseydi, bugünleri böyle yaşamazdık.

Hangi duvara çarpıp ne kadar zayiat vererek duracağını, hatta bir şekilde durup durmayacağını henüz bilemediğimiz bu korkunç gidiş, emin olun daha dün başlamadı…
Eğitime bakışımızı temelden değiştirmek, bir daha bugünkü karanlığa düşmemek için daha derinden, daha ciddi ve samimi bir sistem eleştirisi yapmamız gerek. Sadece “ülke gerçeklerine” göre değil, “evrensel değerlere” göre düzenlenmiş bir eğitim sistemine, ulusça muhtacız.

Bu günler geçer, elbette. Gün gelir, kara bulutlar dağılır.
Ancak sırf güneş doğdu diye bahar gelmiyor. Karanlıktan ders almak gerekiyor, aynı hataları tekrar etmemek için…

Gelin şimdi eğitim dünyasındaki gelişmelerin yakın geçmişte basına nasıl yansıdığına odaklanalım. Geçmiş Gazete başlıklı blogda çok hoş ve yararlı bir arşivcilik örneği sergileniyor. Ülkenin gençlik fotoğraflarına bakar gibi oluyorsunuz. Bir Tarihçi olarak, emeği geçenleri kutluyorum.
Bu siteden seçtiğim kimi gazete haberlerini birlikte inceleyelim, ne dersiniz? Bakalım, yokuş aşağı son sürat savrulan o frensiz otobüs, yola ne zaman ve hangi istasyondan çıkmış…


1995
e_g_1



1986
e_g_2



1985
e_g_23


1974
e_g_4


1979
e_g_5


1997
egitimin_gecmisi_6


1949
e_g_7


1959
1959


1985
1985


2003
2003


1977
1977


1950
egitimin_gecmisi_1


1964
1964


1985
1985_2


1972
1972
Kapak görseli
Kaynak

AİHM'e göre zorunlu din dersi insan hakları ihlâli

zorunlu_din_dersi2
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), eğitimde zorunlu din ve ahlak kültürü derslerine karşı davacı olan on dört TC vatandaşının 2011 yılında açtığı davada kararını açıkladı.
AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) eğitim hakkıyla ilgili maddesinin ihlâline hükmetti.
Mahkeme oy birliğiyle aldığı kararda, Türk hükümetinden "zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini" istedi.
Kararda, Türkiye'de din ve ahlak kültürü kitaplarının içeriğinde yapılan son değişikliklerin "yetersiz" olduğu belirtilip, devletin dini konularla ilgili düzenlemelerde "yansız ve tarafsız olma yükümlülüğü" hatırlatıldı.
AİHM, kullanılmakta olan ders kitaplarında Türkiye'de çoğunluğun ait olduğu Sünni İslam'a daha fazla yer ayrılmasının "beyin yıkamak" anlamına gelmediğini belirtmekle birlikte, Alevi inancının özellikleri dikkate alındığında, ebeveynlerin çocuklarında okul ile kendilerine has değerler arasında bir "bağlılık çatışması" yaratabileceğini düşünmekte haksız olmadıklarına kanaat getirdi.
Türkiye eğitim sisteminin sadece Hıristiyan ve Musevi öğrencilere zorunlu din derslerinden muaf tutulma hakkı tanıdığına işaret eden AİHM'nin gerekçeli kararında, "bu durum çocukları okulda gördükleri eğitim ile ailelerinin dini veya felsefi inançları arasında çatışmaya itebilir" sonucuna vardı.
Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun öğrencilere din derslerine girmeme veya bu ders yerine başka bir derse girme hakkı tanıdığını da hatırlatan AİHM, Türkiye eğitim sisteminin ebeveynlerin inançlarına saygı konusunda hâlâ Avrupa standartlarında olmadığı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin eğitim hakkıyla ilgili maddesini ihlâl ettiğine hükmetti.
AİHM, sorunun yapısal olduğunu da belirtti. Mahkeme, en kısa sürede din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılıp, öğrencilerin muaf tutulabilecekleri bir sisteme geçilmesi gerektiğine hükmetti.
Davacılar maddi veya manevi tazminat talep etmediğinden, bu konuda herhangi bir hükümde bulunulmadı.
Karar, benzer olası davalar için emsal teşkil etmesi bakımından önem taşıyor.

Ayrıca, bugün Birleşik Haziran Hareketinin öncülüğünde ve çeşitli toplumsal kesimlerin de katılımıyla, İstanbul Kadıköy'de toplanacak olan halk, laik ve bilimsel eğitim talebini dile getirecek.
Talepler şöyle:
Zorunlu din derslerinin kaldırılmas ve okulların imam hatipleştirilmesine son verilmesi için 8 Şubat Mitinginde ardından da 13 Şubat Boykotunda buluşmaya çağırıyoruz.
*19.Eğitim Şura’sının tüm kararları yok sayılsın.
*Zorunlu Din Dersleri Kaldırılsın.
*Okulların imam hatipleştirilmesi durdurulsun.
*Eğitim müfredatı bilimsel temelde yenilensin.
*Öğrencilere yönelik her tür dini ayrıcılık ve baskıya son verilsin.

İşte bugünkü mitinge çağrı afişi:

8_subat


16 Eylül 2014 tarihli haberin kaynağı: Ntvmsnbc ve Birgün gazetesi
Kapak
 
http://kilavuzkirpi.com/aihme-gore-zorunlu-din-dersi-insan-haklari-ihlali/ 

ÇALIŞAN ANNENİN ZOR SEÇİMİ: MESLEĞİM Mİ BEBEĞİM Mİ?

Anne – çocuk odağında şekillenen, aile eksenli bir kültürümüz var. Her ne kadar “cennet anaların ayakları altındadır” hadisine gönülden bağlıymış gibi gözüksek de, Türkiye’de anneler ya işsizliğe / mesleksizliğe ya da çalışıyorsa, evladını görememenin azabına mahkûm edilmiş durumda.

Hem cenneti anaların ayağı altında tasavvur ediyoruz hem de “saçı uzun aklı kısa” diye aşağılıyoruz, kadını. Her nedense yönetmek, çalışmak, ailenin eşit ve saygın bir üyesi olmak hakkını kadınlardan esirgiyoruz. Kadının eşitliği sanki erkeğin elinde olan ve kadına bahşedip bahşetmeyeceği paşa gönlüne kalmış bir şey gibi… Ama erkekler kadınlara görev biçmekten kendilerini bir türlü alamıyorlar. Yetkili ağızlardan “Siz çocuk doğurun, onlara bakın yeter. Bundan âlâ kariyer mi olurmuş” anlamında vecizeler (!) işitiyor, onlar adına utanıyoruz.

2014 Ocak TÜİK verilerine göre 76.667.864 toplam nüfusa sahip ülkemizde istihdam edilenlerin sayısı 25 milyon civarında.

Evet. Akıl alacak gibi değil ama resmi rakam bu.
Nüfusun sadece üçte biri çalışıyor. En azından kayıtlı, yani sigortalı olarak.
Kalan 50 milyon ise devletin kayıtlarına göre işsiz.


ELLİ MİLYON İŞSİZ!!!



Tahmin etmesi zor değil; işsizlik kadınlar arasında çok daha yaygın: Erkeklerin üçte biri işsiz iken kadınların üçte ikisi işsiz. Türkiye üretim gücünün yarısını eve kapatma, iş yaşamından soyutlama yolunu seçmiş görünüyor.




Kadınlar neden işsiz? 
 
Öncelikle eğitimsiz bırakıldıkları için.

OECD raporuna göre ortaöğretim seviyesinde eğitim almış Türklerin oranı genel nüfus içinde %18 civarında. OECD ülkelerinde bu oran ortalaması %44. Türkiye bu listede 36 ülkenden 35.si durumunda. Yani dünyanın en az orta öğretimli nüfusa sahip ikinci ülkesiyiz…

Kurdun kuşun, her türden canlının doğal olarak yaptığı annelik görevi ve zevki, bizim ülkemizde kadına bir iş, bir meslek gibi dayatılıyor. Mesleksiz, eğitimsiz kadının iş hayatında kendine bir yer edinmesi zaten son derece güç. Bir de her fırsatta “doğur” telkininde bulunulan kadına kendini var edebilmesi için gerçekçi ve ciddi bir yardım yapılmıyor.



Nasıl bir yardım bu? 
 
Son habere göre devlet her bir anneye birinci bebek için yarım altın tutarında 300 lira, ikinci bebekte 400 lira ve 3.bebekte 600 lira hediye verecekmiş.

Şaka gibi!
Yok, aslında düpedüz sadaka gibi!

O 300 – 600 liralarla çocuğun kaç günlük ihtiyacı karşılanır, düşünen var mı? Devlet kadını meslek sahibi, iş – güç sahibi yapacağına, eğiteceğine komşu teyze kılığına giriyor, bebek yastığına üç-beş para takıyor…



Meslek sahibi kadınların, çalışan annelerin durumu nedir? 
 
Her şeye rağmen okumuş ve bir meslek sahibi olmuş kadınlar da mesleksizlerden daha az sıkıntı çekmiyor. Vicdan azabı içinde ve çoğu defa maddi mecburiyetten, doğum izni biter bitmez işe dönüyorlar. Çoğu çocuğunu büyükannelere ya da bakıcılara emanet ediyor. Bir kısmı da gelir kaybını göze alarak 3 yaşa kadar eve kapanıyor, mesleğinden uzak kalıyor…

Böyle olmak zorunda mı, peki? Çalışan anne ya mesleğinden ya da bebeğinden uzak kalmak zorunda mı?

Aslında hayır. Sosyal politikalar böyle zor seçmilerden canımızı sağ salim kurtarmak için var. Tabii uygularsak!



Neden her iş yerinde bir kreş yok? 
 
Doğum izni, süt izni bilmem ne. Çocuğun beslenme ve bakım ihtiyacı birkaç ayda bitmiyor ki! En azından üç yaşına gelene, anaokuluna gidecek yaşa erişene kadar bakılması gerek.

Devletimiz kadınlara “doğurdun mu, o halde eve kapan” demeye getireceğine, eline üç-beş kuruş sıkıştıracağına gerçekten destek olsa ya!

Belli sayının üzerinde personel istihdam eden iş yerlerine gündüz bakım birimi açma zorunluluğu getirse ya!

O kadar basit ve o kadar ucuz bir iş ki bu!

Hiçbir patronun kılına zarar vermeyecek kadar küçük bir masrafla çözülebilir bu sorun. Her iş yerinde bir oda bir tuvalet ayrılabilir, sayıya göre 1 veya 2 okul öncesi öğretmeni işe alınabilir. Devlet mecbur etsin, azıcık da teşvik versin yeter.

Hem vasıflı kadın işgücü ekonomiden, üretimden uzaklaştırılmamış olur hem de atama bekleyen okul öncesi öğretmenlerine bir istihdam imkânı doğar.

Hem ülke kalkınır hem doğurganlık gerçekten teşvik edilmiş olur.




Çalışan anneler! Bir düşünsenize. 
 
Adliyede, bankada, okulda, üniversitede, büroda, fabrikada, hastanede, devlet dairelerinde iş başında, görev başındasınız. Küçük çocuğu olan, en azından 4-5 annesiniz. Kiminiz büyükanneye, kiminiz bakıcıya teslim ediyor yavrusunu. Oysa en kıymetliniz, evladınız sizinle aynı binada ya da bitişik binada olsa? Öğle arasında, çay molasında on – on beş dakika bile olsa yanına gidebilseniz, gözünüzle görüp kontrol edebilseniz?

Devletin eve kapamacı kadın politikasını değiştirmek kolay değil.

Kızlarımızı okutmak için ayrı mücadele vermek gerek, onları çocuk yaşta evlendirmemek için ayrı mücadele…

Meslek sahibi kadınları doğum izni, süt izni, ücretsiz izin gibi uygulamalarla meslekten uzaklaştırmanın ise kimseye bir faydası olmadığı aşikâr.








Çalışan anneler! Ses veriniz.

Hem avukat hem anne Feyza Altun Meriç nasıl güçlü ve haklı bir ses veriyor, duydunuz mu?

Çocuğu bırakıp işe gitmenin kalbinize sapladığı suçluluk duygusunu söküp atın. Evet, çocuk da yapın, kariyer de. Doğrusu budur. Yarınlarımız için eğitimli kadınların anne olması kadar harika bir plan yoktur.

Devletin elinize sıkıştıracağı birkaç yüz lira kendinde kalsın, gerekirse maaşınızdan makul bir kesintiye bile razı olacaksınız, biliyorum. Yeter ki içiniz rahat olsun. Çocuğunuz elinizin altında olsun. Yeter ki kimseye muhtaç olmadan ve evladınıza hasret çekmeden annelik yapabilesiniz.
Unutmayın: İş yerinde kreş haktır.
Hakkınızdır.
Ses verin.




Avrupa parlamentosunun İtalyan milletvekili Licia Ronzulli

Yazının kaynağı: Kılavuz Kirpi

AKM’yi çok özledim



Atatürk Kültür Merkezi…

Mimar Hayri Tabanlıoğlu‘nun simge eseri. Cumhuriyetin simgesi, sanatın simgesi ve en nihayet özgürlüğün simgesi.

Hem tek tek hem topluca, bizim neslin tarihi…

Kapısının önünde arkadaşlarla buluşurduk. Anadolu yakasından vapurla ya da dolmuşla gelir, çiçekliklerin kenarına ilişirdik. Hava yağmurluysa cam portallerin arasında, direklerin oraya geçer, omuzlarımızı kısa kısa önümüzden geçen kalabalığı izlerdik. Açsak ve harçlığımız varsa cebimizde Gezi pastanesine oturur, hiç değilse bir çay içerdik. Ya da yine yolsuz kalmışsak gişe tarafında, kaldırımdaki simitçilere dadanırdık.

Kim bilir kaçımız ilk kez orada sanatla tanıştı, kaçımız AKM’de geçen bir akşamın gecesinde, kendinin başrolde olduğu bir tiyatro, bir bale rüyası gördü.

Valeri Hristov, Alexandra Ansanelli


Cep sahnesinde ne piyesler izlemiştik, ne dekorlar, ne oyuncular…

Büyük sahnede operadan baleye sanatın en ihtişamlı örnekleri. Estetik şahikası eserler…

Hele bir Becht, hele bir Kafkas Tebeşir Dairesi izlemek, ya da Aziz Nesin Sahnesinde bir Nazım Hikmet eserinin büyüsüne kaptırıvermek kendini…

akm1


Biliyorum, yaşlarımız kırkı aştı ve bu ergen memleketin sahibi bizler değiliz. Artık devrimiz geçti. Ama keşke kendi ergenlerimize bir tanecik miras bırakabilseydik.

İçinde, gözlerimizi aça aça dolaştığımız fuayeyi çocuklarımız da adımlayabilseydi. Büyük aktörlerin, aktrislerin, soprano ve tenorların, balerinlerin, virtüözlerin siyah beyaz portreleriyle süslü o salonda iki tur da gençlerimiz atabilseydi.

Nesilden nesle geçen müşterek mekânımız olsaydı AKM. Cağaloğlu hamamındakinden daha anlamlı bir merdiveni paylaşabilseydik. Hani, aile yadigârı zarif bir mücevher gibi…
 

Ne bileyim, siz istemez miydiniz torununuz arkadaşlarına “dedem anneannemi buraya piyese getirirmiş oğlum, böyle şapkalar falan” diye anlatsın? Hiç düşündünüz mü, torunlarınız ayak izlerinizi nerede sürecek? Çay bahçesi, kafe, tatil köyü? Kalırsa bir ev, bir de mezar taşı…

Ya o bina yıkıldı artık ne yazık ama ya böyle 'yok' kalırsa ne olacak? Taksim'in boğulduğu beton bir daha yeşermeyecek mi? Şu kalabalık ağaçlar için canını koymamış mıydı ortaya?

akm2



Düşündükçe kalbim eziliyor. Kapısından ilk kez babaannemin elini tutarak girdiğim gün âşık olduğum, hayatın güzel yüzüne gözümü açtığım hazinemi isterim ben.

AKM’yi çok özledim arkadaş!

AKM’mi isterim.


akm5


akm6


Görseller şu adreslerden derlenmiştir: pegasuskitabevi.com hafifmuzik.org saadettopcu.blogspot.com haber.sol.org.tr  tiyatronline.com