DEMOKRATİK TARTIŞMA SANATI


Uzun zamandır internette, sokakta, okulda, iş yerinde ve hatta ne yazık ki aile ilişkilerinde bir zehirlenme, bir kirlenmedir gidiyor. Salgın gibi bir şey. Öyle bir illet ki, ele geçirdiği her kim olursa olsun terbiyesini,  üslubunu, nezaketini alıp götürüyor. Herhangi konuya yakın ya da uzak açılardan bakan herkeste, birbirinin kopyası bir düzeysizlik, hakaret pörtlemesi, kudurganlık…

Bu salgına marifetine yaraşır bir ad verdim: Ne diyosak o!  illeti.
Bu illete yakalananlar öyle haklı sanıyor ki kendini, o kadar tartışmasız en doğruyu, en kusursuz olanı bildiğine inanıyor ki!

O lafı etmenin zamanı – zemini miymiş, değil miymiş…
Mevzunun o edilen lafla alakası var mıymış, yok muymuş…
Farklı bir görüşü önce dinlemeli miymiş yoksa yekten aşağılamalı mıymış…

Bir örnek:
Haberler.com sitesinin Facebook hesabında 8 Temmuz 2014 tarihinde yayımlanan “doğamız ne güzel, dünyayı sevelim” falan filan içerikli bir videonun altına (yazılan diyemeyeceğim) bırakılan “yorum”lara bir göz atmak yeterli, dejenerasyonun çapını görmeye…
Not: İsimleri kişilik haklarına saygımdan gizledim ve yüzlerce yorum arasından özellikle Ne diyosak o!  illetine yakalanmış olanları seçip derledim:
 
 
Ne diyeyim…
Neresinden tutayım…
Çiçekli böcekli bir videonun altında zuhur eden bu Ne diyosak o!  hastalarına ne söyleyeyim…
Neresinden başlayayım? Yazım hatalarından mı, koca koca insanların bir fikri ortaya koymadaki ilkokul 2. sınıf seviyesinden mi, okudukları okulların verdiği diplomalardan mı, adına “aile terbiyesi” dediğimiz o güzelim ince ayardan mı…

En iyisi ben susayım, sözü Michael Sandel söylesin. Bir vakit önce, Harvard Üniversitesinin bu çok değerli felsefe profesörünün verdiği tumturaklı konferansın altyazılarını Türkçe’ye çevirmiştim.

İResme tıklayıp ileyiniz, izletiniz. Yoksa Ne diyosak o! illeti hiçbirimizde aklıselim bırakmayacak!


http://www.ted.com/talks/michael_sandel_the_lost_art_of_democratic_debate?embed=true&language=tr







Yazının kaynağı: http://kilavuzkirpi.com/demokratik-tartisma-sanati/
 

YENİ HÜKÜMETİN EĞİTİM AJANDASI


Dün okullar kapandı. Orta boy bir Avrupa ülkesinin nüfusu kadar öğrenciyi yaz boyu terli, anlamsız, öğrenme süreçlerinden uzak, sıkıcı günler bekliyor.

Seçimler de bitti. Yeni milletvekilleri belli oldu. Koalisyon pazarlıklarının sürdüğü şu günlerde hangi partilerin hükümeti teşkil edeceği henüz belirsiz olsa da, müstakbel hükümetin çözmekle yükümlü olacağı en büyük sorun belli: Eğitim.

Ülkede işsizlikten Kürt sorununa, ekonomik durgunluktan hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesine, yolsuzlukların araştırılmasına kadar birçok ciddi ve acil sorun bulunuyor. Ancak hepsinden daha önemlisi eğitim. Çünkü diğerleri bugünün sorunu, eğitim ise yarının.

17 milyonu aşkın öğrencinin yaz tatiline girdiği dün itibarıyla Türkiye eğitim sisteminin en hasta, en yaralı yerleri nereler?

1. Çocuk yaşta evlilik ve çocuk işçiler sorunu:

TÜİK verilerine göre kayıtlı çocuk işçi sayısı 1 milyonu aşmış bulunuyor. Kayıt dışılar ile birlikte toplam 7,5 milyon çocuğun cebren çalıştırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik bu rakam son yıllarda hızla artmış. 1999 yılında 4,5 milyon iken son on beş yılda neredeyse iki katına çıkmış.
Öte yandan çocuk yaşta evlendirme geleneği ne yazık ki devam ediyor. 2014 yılı itibarıyla evli kadın nüfusun %33 kadarı çocuk yaştakiler. Yani neredeyse üçte biri. Bu rakama 18 yaşına varmadan evlendirilen erkek çocukları da eklemek gerek.

Çözüm nedir?
4+4+4 eğitim sisteminin en zayıf yanı okula devam zorunluluğunun çok kısa tutulması. Yasanın kabul edildiği 2012 – 2013 öğretim yılı başından bu yana çocuk ve eğitim ile ilgili tüm sivil toplum kuruluşlarının var gücüyle anlatmaya, siyasi otoriteye göstermeye çalıştığı gibi, ilk 4 yılın ardından öğrenciler açık öğretime yönelebilmektedirler.
Bu uygulama 9 yaşındaki çocukların okuldan alınmasını, evlendirilmesini ve çalıştırılmasını kolaylaştırmaktadır. Yasanın yürürlükte olduğu üç yılda 1 milyon 800 bin çocuk okuldan alınmış durumda. Bu rakamın daha da yükselmesi, ülkenin felaketi olacaktır.
Milyonlarca çocuğu taciz, sömürü ve istismar kurbanı haline getiren 4+4+4 yasası, yeni hükümet tarafından acilen ele alınmalı ve yasadaki açık ortaokul ve açık lise uygulamaları derhal kaldırılmalıdır. 12 yıllık zorunlu eğitimin tamamı örgün öğretimde, yani okulda geçirilmelidir. Aksi takdirde gelecek nesillerin üretken, meslek sahibi, eğitimli ve donanımlı bireylerden oluşması mümkün olmayacaktır.


2. Kız öğrencilerin kılık – kıyafeti ve cinsiyet eşitsizliği sorunu:

2014 Eylül döneminde gerçekleştirilen bir yasal değişiklik ile ortaokula devam eden kız öğrencilerin okulda başörtüsü kullanması serbest bırakıldı.

Bu uygulamanın dini / inanca dayalı kısmı eğitimin konusu olmaktan uzaktır. Zira din kurallarını pedagoji penceresinden değerlendirme imkânı yoktur. Ancak net olarak bilinmektedir ki, İslam dininde tesettür “kadınlar” içindir. Çağdaş hukuka göre 18 yaşın altındaki her birey yasalar karşısında çocuktur. Öncelikle 10 yaşındaki kız çocuklarını, cinsel kimliğini vurgulayan ve onu kadın kategorisine alan böyle bir giyime sokmak, öncelikle hukuksal bir hatadır.

Ayrıca Türk Tabipler Birliği ile Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Derneğinin açıkladığı gibi, çocuğa kadın muamelesi yapılması psikolojik sorunlara ve hastalıklara kapı açacaktır. Hekimler diyor ki: Çocuk ve ergenlerin ruhsal gelişimini inceleyen bilimsel araştırmalar göstermiştir ki; beşinci sınıfa başlayan çocukların (ortalama 10 yaş) henüz soyut düşünme becerileri gelişmemiştir. Bu nedenle soyut bir konu olan dinin ve dinî kavramların 10-18 yaş aralığındaki çocuklar tarafından özümsenmesi ve kendi yaşamlarıyla ilgili kararları vermeleri beklenemez. Günah kavramı çocukların gelişim düzeylerindeki soyut algılama özellikleri kapsamında doğrudan suç işlemeyle ve suçluluk duygusuyla ilişkilendirilen bir kavramdır ve günah işlememek için başlarını örtmek zorunda kalmaları, bunu yapmazlarsa  kendilerini her an suç işleyebilecek gibi hissetmelerine yol açacaktır. Erken yaşta aşılanan suçluluk duygularının çocuk ve gençlerin gelişimini olumsuz etkilediği, özgür ve yaratıcı düşünme kapasitelerini kısıtladığı ve ileriki yaşamlarında ruhsal hastalıklara yakalanma risklerini arttırdığı bilimsel bir gerçektir.

Çözüm nedir?
Yeni hükümetin bu uygulamayı sona erdirmesi, hukuken yetişkinlik yaşı kabul edilen 18 yaşın altındaki kız çocuklarının, birer kadın gibi değil birer çocuk gibi muamele görmesi ve giyinmesi gerekmektedir. Böylece “günah” ve “suçluluk” hissesinden sadece kız çocukların paylanması da sona erecek, kız – erkek, bütün çocuklar eşit duruma gelecektir.

Ancak bu yapılırken geçmiş yıllardaki hak ihlallerini de hatırda tutmak ve 18 yaşını geçmiş yetişkin yurttaşların kılık – kıyafetine devlet eli değdirmemek de demokrasinin gereğidir. Çocuklukta dayatmalardan korunmak ne kadar hak ise yetişkinlikte dilediğince giyinmek de o ölçüde yurttaşlık hakkıdır.


3. Çağdışı müfredat ve yetersiz altyapı sorunları:

Özellikle lise müfredatları incelendiğinde ortaya çıkan tablo şu soruyu akla getirmektedir: Madem aynı müfredat uygulanacak, o halde neden farklı lise türleri var?

Gerçekten de Fen liselerinde uygulanan müfredat bir miktar farklı ve okul türünü yansıtır nitelikte iken; Anadolu, imam hatip, temel vs. liselerin müfredat programları neredeyse birbirinin kopyası halindedir. Seçmeli dersler başlığı altında sunulan ders seçeneklerinin pratikte hayata geçirilmesi mümkün değildir. Örnekse bütün okulların seçmeli dersler listesinde mevcut bulunan astronomi dersi devlet bünyesindeki kaç okulumuzda okutulmaktadır?

Dünya genelinde eğitimin teknolojik yeniliklere yeterince hızlı ayak uyduramaması, meslek sahibi üretken bir birey yetiştirmenin çok uzun seneler ve yüklü maliyetler gerektirmesi gibi sorunlar eğitimin kalitesini düşürmektedir. Ülkemiz de bu sorunlardan azade değildir. Fatih projesi kapsamında bir kısım öğrenciye dağıtılan tabletlerin gerçek anlamda eğitim araçları olarak kullanılmadığı, projeye aktarılan kaynakların bu anlamda çarçur edilmiş olduğu yönünde bilgiler gitgide güçlenmektedir.

Çözüm nedir?
Bu gibi reklam değeri yüksek, somut faydası düşük tatbikatlara ayrılan kaynakların mutlaka daha akıllıca kullanılması gerekmektedir. Önceliğin eğitimci kalitesinin yükseltilmesi olduğu gün gibi ortadadır. Yeni hükümetin en kısa zamanda eğitim alanında ciddi bir AR&GE bütçesi oluşturması, Fatih gibi yararsız projeleri durdurması, öğretmenlerin teknoloji okuryazarlığını yükseltecek hizmet içi eğitimlere anlamlı bir kaynak aktarması gerekmektedir. Tuvaletinde su akan musluğu bulunmayan okullarımız varken bir takım firmalardan temin edilmiş tabletlerin çocuklara dağıtılması, atalarımızın “kel başa şimşir tarak” sözünü hatırlatmaktadır.
İlk – orta ve lise seviyesinde müfredat programlarının yeniden düzenlenmesi acil ihtiyaçların başında gelmektedir. Bu iş yapılırken, 20 – 25 yıldır Ankara’daki ofisinde çalışan MEB kadroları yerine bilfiil derse giren, sınıfta nefes tüketen deneyimli öğretmenlerin görüşlerine başvurulmalıdır.

Özellikle ortaokul ve lise seviyelerinde mesleki eğitime önem verilmeli, lise mezunu genç bireylerin en az bir meslek, bir zanaat, bir beceri kazanmış olmasına özen gösterilmelidir. Unutulmamalıdır ki ülkemizde nüfusun 22 milyonluk muazzam bir kesimi yoksulluk sınırının altında gelirlerle yaşamaya çalışmaktadır. Bu vaziyetteki ailelere “çocuğun bir meslek sahibi olması için üniversiteye gitmesi şart” diyemeyiz. Meslek edinme işinin zorunlu temel 12 yıllık eğitim sürecinde halledilmesi gerekmektedir. Bu nedenle meslek liselerinin sayısı, imkânları, kadroları, bütçeleri ve altyapıları hızlı bir hamle ile geliştirilmeli / çoğaltılmalıdır.


4. Düşük eğitim kalitesi ve başarı yerine diploma arayışı:

Ülkemizde herhangi bir okula kaydolan öğrencilerin tümü, yeterli süre derslikte bulunması ve uygulanan sınavlara katılması halinde istisnasız mezun olmaktadır. Sınıfta kalma, ders tekrarı, sene tekrarı gibi uygulamalar yüksek öğrenci nüfusunu bir an evvel diploma sahibi yapmak ve iş piyasasına göndermek amacıyla uzun zamandır rafa kaldırılmıştır. Bu da ister istemez eğitim kalitesini dibe çekmekte, gençliğimizi bir tür diplomalı cahiller ordusuna dönüştürmektedir.

Örneğin lise seviyesinde (okul türüne ve branşına göre) 15 ila 19 dersten sorumlu olan bir 12. sınıf öğrencisi, 10-11 dersten başarısız olsa bile, ortalama notu tutturarak mezun olmaktadır. Bir başka deyişle matematikten kalsa bile beden eğitiminden aldığı not yardımıyla sınıf geçmektedir.

Ülkemizde uygulanan eğitimin kalitesini, elbette dünya ülkeleri ile ölçeceğiz. OECD üyesi 64 ülkenin gençlerine uygulanan ortak bir sınav, durumumuzun vahametini ortaya koymaktadır. Belli aralıklarla her ülkenin 15 yaşındaki öğrencilerine uygulanan PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sınavlarında Türk öğrenciler uzun zamandır son sıralarda yer almaktadır. Örneğin Türkiye 2012’de yapılan son sınavın matematik testinde 64 ülke içinde 44’üncü, okuma- anlama testinde 64 ülke içinde 42’nci ve fen testinde yine 64 ülke içinde43’üncü olmuştur.

Çözüm nedir?
Öğrencilerin zorunlu eğitimi başarılı ve donanımlı birer yetişkin adayı olarak tamamlamasının önemini anlatabilmek için hem velilere hem de öğrencilere ciddi rehberlik hizmeti verilmeli, bu amaçla dikkate değer sayıda Rehber Öğretmen atanmalıdır.

Modern devletin temel varlık nedenlerinden biri de, tüm yurttaşlarına eşit, kaliteli ve ücretsiz eğitim hizmeti vermektir. Ülkemizde son yıllarda başlatılan “özel okula giden öğrenciye devlet teşviki” uygulamasına bir an evvel son verilmelidir. Devlet, görevini özel sektöre ihale etmemelidir. Özel okullar, ancak dikkat bozukluğu, öğrenme güçlüğü gibi özel ihtiyaçları olan çocuklara hizmet vermelidir. Ülkemizde bir eğitim fetişi haline getirilen Finlandiya’da tek bir özel okul yoktur, örneğin.

Sınıfta kalma usulü geri getirilmeli, üniversiteye giriş sınavları dört yıllık lise dönemine yayılmalı ve okul başarısının üniversiteye girişteki etkisi artırılmalıdır.

Bunların yanısıra bir / birkaç dersten başarısız olan öğrenciye okulu tarafından ücretsiz ve nitelikli ek ders / etüt olanağı sağlanmalıdır. Tüm okullarda hafta sonu okulu ve yaz okulu uygulaması başlatılmalıdır. Böylelikle çocuğa eksiklerini tamamlamasında yine okulu ve öğretmenleri destek olmalıdır.


Sonuç:

Eğitim alanındaki sorunlar elbette bu dört maddeden ibaret değildir.

Yönetimde istikrar (15 yılda 7 farklı bakan); laiklik, eşitlik, adalet gibi ilkelerin uygulanmasında görülen aksaklık ve yanlışlıklar; anadilde eğitim; öğretmenlerin uygar bir yaşam sürebilmesi için özlük haklarının iyileştirilmesi; yükseköğretimde kalite ve uzmanlık yetersizliği,; dershanelerin kapatılmasıyla oluşacak “merdiven altı” kurs merkezlerinin getireceği olumsuzluklar gibi nice nice sorun çözülmeyi beklemektedir.
Ancak öncelikle yukarıda saydığım dört temel sorunun halledilmesi ve eğitim grafiklerimizdeki okun yukarıya doğru çevrilmesi gerekmektedir.

Ülkemizin bu sorunları mükemmel şekilde çözecek maddi kaynağı ve donanımlı eğitim kadroları vardır. Yeter ki yeni hükümetin niyeti eskilerin niyetinden farklı olsun. Eğitim, orasından burasından budanıp, orasına burasına tuhaf ekler yapıştırılması neticesinde bugün ucubeye dönmüş, tıkanma ve çöküş noktasına gelinmiştir.

Çocuklarımız, geleceğin dünyasında var olacak, geleceğin dünyasında üretecek, geleceğin dünyasında rekabet edecekler. Ülkenin genç potansiyelini ortaçağ değerleri ve gereksinimleri ile iğdiş etmekten derhal vazgeçmemiz, akıllıca olacaktır.




Daha ileri okuma ve detaylı bilgi için kaynaklar:
http://www.imctv.com.tr/83150/2015/04/turkiyede-1-milyon-cocuk-isci/
https://www.academia.edu/9767480/_%C3%87OCUK_GEL%C4%B0N_ESRANURUN_DRAMI_%C4%B0MAM_N%C4%B0KAHI_ve_SORUMSUZ_SORUMLULAR
http://tr.wikipedia.org/wiki/4%2B4%2B4_E%C4%9Fitim_Sistemi
http://kilavuzkirpi.com/turkiyede-cocuk-istismari/
http://kilavuzkirpi.com/turkiyede-cocuk-olmak/
http://kilavuzkirpi.com/o-turkiye-bir-gun-sana-gelecek/
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/basortusu-4797.html
http://kilavuzkirpi.com/ortaokulda-turban-katliamdir/
http://kilavuzkirpi.com/bu-kadar-hizli-unutmak-zorunda-miyiz/
http://kilavuzkirpi.com/10-yil-sonra-ulkede-psikopat-patlamasi-yasanacak/
http://ilerihaber.org/400-bin-ilk-ve-orta-ogretim-ogrencisi-okulu-birakti/11467/
http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/bitimene-7-ay-kalan-fatih-projesinin-sadece-yuzde-8i-tamamlandi,11975?utm_medium=social&utm_content=sharebutton
http://erg.sabanciuniv.edu/egitimreformugirisimi
http://t24.com.tr/haber/genclerin-gelecekten-umidi-azaliyor,297153
http://berildevlet.blogspot.com.tr/2013/03/dijital-cocuklar-analog-ogretmenler-22.html
http://berildevlet.blogspot.com.tr/2014/09/meb-milli-piyango-idaresine-baglansin.html
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25265953.asp
http://kilavuzkirpi.com/rakamlarla-egitim/
http://kilavuzkirpi.com/turkiyeden-bir-finlandiya-cikar-mi/
http://kilavuzkirpi.com/3-grafik-ile-egitimde-hasar-tespiti/
http://kilavuzkirpi.com/egitimli-nufusta-issizlik/
http://www.dunyabulteni.net/haber/291131/turkiyenin-genc-nufusu-24-avrupa-ulkesine-denk
https://www.academia.edu/11107012/E%C4%9Fitim_Sisteminin_Kalitesinin_Art%C4%B1r%C4%B1lmas%C4%B1
 
Yazının kaynağı: http://kilavuzkirpi.com/yeni-hukumetin-egitim-ajandasi/ 

TÜRKİYE DÜNYANIN NERESİNDE?



Böyle sorulara verilecek en basit cevap, akla ilk gelen cevaptır. Haritaya parmağınızı koyup “neresinde olacak, işte burasında” diyebilirsiniz. Diyelim biz de: Türkiye dünyanın ortasında.





Şimdi sorunun daha zor açılarını görmeye başlayalım. Çünkü Türkiye dünyanın sadece ortasında değil, bakın başka nerelerinde:

İşte 2013 yılı verilerine göre dünyada genç nüfusta işsizlik ya da eylemsizlik oranları. Yani bir ülkenin gençlerinin % kaçı işe ya da okula gitmiyor, öyle boş boş yaşamaya çalışıyor… Bu rakamlar açısından bakıldığında Türkiye dünyanın zirvesinde. OECD verilerine göre 15-29 yaşlarındaki Türklerin 3’te biri işsiz, okulsuz, umutsuz.




İnsanlara sormuşlar: Sağlık, sosyal yaşam, tabiat olayları gibi yaşamsal meseleleri din ile mi çözmeye / anlamaya çalışırsınız bilim ile mi? Bu açıdan Türkiye dünyanın “kırmızı” yarısında:





Bir başka sıralamada Türkiye dünyanın en dibinde: Basın özgürlüğü endeksi, 2015.
(Yeşil: Özgür / Sarı: Kısmen özgür / Mor: Özgür değil)




Kadının can güvenliği açısından da dünyanın dibindeki sağlam (!) yerimizi koruyoruz:





Dünyadaki toplam servetten alınan pay açısından yerimiz epey yukarılarda. Ülkeye epeyce bir para geliyormuş demek:




Yalnız ülkeye gelen para halka pek dağılmıyor sanki… İşte dünya ülkelerinin, kişi başına düşen ortalama gayrisafi milli hasılaya göre durumu. Ülkeye giren para açısından en iyi ikinci ülke kategorisindeki Türkiye kişi başına düşen gelire göre ortalarda.  




Peki ya demokrasi kalitesi açısından (gelin dünyayı boş verelim) Asya ve Avrupa ülkeleri arasında ne durumdayız? Şöyle denebilir: Avrupa’nın en kötüsü Rusya’dan biraz iyi, Asya’nın en iyisi Japonya’dan epey kötü bir yerdeyiz. İç savaş halindeki Ukrayna ile aynı sırada, aynı renkteyiz…



Birden aklıma geldi: Pazar günü bir işiniz var mı?
Toplanıp çay mı içsek…


Yazının kaynağı: http://kilavuzkirpi.com/turkiye-dunyanin-neresinde/

TÜRKİYE’DE ÇOCUK İSTİSMARI

http://hotwallpapershd.com/child-labour-quotes-hd-wallpaper-57273.html


Ülkemizde çocuk işçilerin sayısı 1 milyona yaklaştı.

İlk dört yıllık eğitimden sonra okula (örgün öğretime) devam zorunluluğu da, 4+4+4 sistemiyle kaldırıldığı için, 9 yaşından sonra okuldan alınan çocukların sayısı hızla artıyor. Ortaokul ve liseyi dışarından (yaygın / açık öğretim) bitirmeye zorlanan bu çocuklar ya zorla evlendiriliyor ya da zorla çalıştırılıyor.

Çocukların kaderini aile insafına bırakmak, ülke geleceği açısından büyük risk, hatta bir toplumun intiharı demek.  Zira 77 milyonluk nüfusunun 22 milyonu yoksulluk sınırı altında yaşayan ülkemizde çocuk işgücünün aile tarafından istismarı, ne yazık ki ender rastlanan bir durum değil.

Eğitimciler olarak bundan bir on yıl önce müfredat kalitesinin artırılması gibi konuları tartışırken, bugün maalesef çocuk gelinler, dilendirilen çocuklar, işçi çocuklar ve çocuk istismarı gibi tüyler ürpertici başlıklara bakar, bu sorunlara çözüm arar olduk…


Öncelikle dünyada çocuk hakları ne durumda, biz dünyanın neresindeyiz ona bakalım:



Çocuk işçi rakamlarına da bakalım, dünyanın neresindeyiz:


Görüldüğü gibi hem çocuk hakları konusunda hem de çocuk işçiler konusunda durumumuz hiç de övünülecek gibi değil. Çocuklarımız eğitimden, sağlık hizmetlerinden, sevgi ve güven duygusundan, özgürlükten ve en önemlisi çocuk olmaktan mahrum bırakılıyor.
Bunu yapan kimi zaman anne-baba ya da akrabalar, kimi zaman da suç örgütleri, kötü niyetli kimseler veya mafyavari oluşumlar. Devletin de çocuklara, borçlu olduğu himayeyi sunup sunmadığı tartışılır. Daha geçtiğimiz haftalarda Sincan erkek yetiştirme yurdunda yaşanan şiddete tanık olduk, boğazımıza kadar gözyaşlarına battık…

Peki bizler birey olarak ne yapabiliriz?
Yapılabilecek pek bir şey olmadığı düşüncesine kapılmak ve hiçbir şey yapmamak en kötüsü. Yapabileceğimiz şeyler var.
Öncelikle sadece çocukların yaşam kalitesini artırmak üzere faaliyet gösteren ve verdiği hizmete hiçbir karşılık (giyim kuşamını / davranışlarını değiştirme, bir zümreye mensup olma veya bir kişinin buyruğuna girme gibi) beklemeyen hayır kurumlarına, sivil toplum örgütlerine destek olabiliriz.
Başka?
Yerel yönetimler ile irtibat kurarak onların düzenlediği yardım etkinliklerinde görev alabiliriz.
Yaşadığımız yere yakın yetiştirme yurtları, kimsesiz çocuklara hizmet veren yuvalar ve benzeri kurumlar, yurttaş desteği ile farklılaşabilir, çocukların dünyası değişebilir.

Hiçbiri elimizden gelmiyorsa en azından aşağıdaki görseli dikkatle inceleyebilir, paylaşıp duyurabiliriz. Böylece çocuk istismarının ne olduğunu adamakıllı öğrenmiş yurttaşlar olarak, böyle bir durum gördüğümüzde müdahale edebilir, çocuğun yanında tavır alabiliriz.


Bu infografikteki çizimler için şu adreslerden derlenmiş ve tercüme edilmiştir: Kaynak 1   Kaynak 2   Kaynak 3
 
Yazının kaynağı: http://kilavuzkirpi.com/turkiyede-cocuk-istismari/