İNSAN EKSİ İNSAF EŞİTTİR HİÇ







Hayat üzerine uzun ve derin düşünme egzersizleri yapan herkes bilir:
Bazı şeyler aslîdir.
Esas olandır.
Temeldir.
Olmazsa olmazdır.

Örnekse bir kapalı yüzme havuzu düşünün. Devasa binası, fayansları, kapıları, pencereleri, duvarları ve sairiyle koskoca bir yapı. İçinde su yoksa bir hiçtir o bina. HİÇ.

http://www.boredpanda.com/abandoned-places-photos-anna-mika/


Ya da bir okul düşünün. Sıraları, tahtaları, pahalı teknolojik donanımı, ekranları, bilgisayarları, laboratuvarları, dolapları, masaları ve sairiyle koca bir okul. İçinde çocuk yoksa o da hiçtir.

İnsan, etobur bir canlı.
Vahşi.
Hırslı.
Zorda kalırsa hemcinsini bile yer, öyle fena bir varlık.

İnsanı hayvandan ayıran aslî vasfı insafı.
İnsandan insafı çıkarınca geriye koca bir hiç kalıyor.
İnsafsız insan bir insan bile değil, bir hiç oluveriyor…

Son günlerde bir yabancıya ülkede olan biteni, gündemi anlatmak zorunda kalacağım diye ödüm kopuyor. Nasıl izah ederim, bizim buralarda insanların içindeki insafın tükendiğini? Nasıl anlatırım?

Şunları nasıl sorarım mesela, faillerine:
Haydi, küçücük kızların başını kapattınız. Onlara daha ilk âdetlerinde “kadın” olduklarını, dolayısıyla cinselliği düşündürttünüz…
Haydi, anaokulu çağındaki çocukların kulağına cehennemi, kabir azabını, şeytanı, ölümü, ahireti fısıldadınız, anlayamayacakları konularla ruhlarını örselediniz, kalplerini titrettiniz…
Haydi, küçücük kızları kocalara verdiniz, üste bir de para almaktan zerrece utanmadınız…
Haydi, eğitimin çöküşüne, başarısızlığın çığ olup üstümüze son sürat gelişine gözlerinizi kulaklarınızı kapadınız…

Ah be insanoğulları, çocuk tecavüzüne de mi kör oldunuz, lal oldunuz? Sapıklara açık kapılarınız yerine el kadar çocukların ağzını mı kapamaktı, yapıp yapacağınız.
Bunca felaketi yüreğimize sığdırmaya çabalarken bir de çocuk tecavüzünü mü konuşacaktık?
Altı üstü tenekeden tabelanızı söküp atsanız, üç gün sonra başka bir isimle başka bir başlangıç yapsanız elinize mi yapışırdı?

Bîgünah sabi sübyanı mahvettiniz.  
Umudu kirlettiniz.
İnsafı tükettiniz.
Hiç ettiniz hayatı.
İnsanı hiç ettiniz. 



NASIL ÖLECEĞİZ?



Bir nevruz yazısı...


Anneannemin tatlı dilinden dökülüp hafızama kazınan sözlerden: “Allah ölümün de hayırlısını versin.”
Peki, "hayırlı bir ölüm"e layık olacak kadar şans dilemekten başka yol yok mu?

Bugün baharın ilk günü.
Doğa, yeniden doğuşun tüm renklerine bürünmeye başladı.
Karanlık, soğuk, dört duvar arası kışımız bitti; güneşli sokaklar, sahiller, bahçeler vakti geldi…
Mi, sahiden?

Bugün baharın ilk günü.
Anneler çocuklarını (evet, ister 5 ister 20 yaşında olsun, evlat evlattır) okula yollayamıyor.
Eşler kapıdan daha bir sıkı sarılarak uğurlanıyor.
Hepimizin yüreğinde o meşum güvercin tedirginliği…
Nasıl öleceğiz?

İnsan öleceğini bile bile yaşayan tek canlı, dünya üzerinde.
Hepimiz biliyoruz: Ö-le-ce-ğiz.
Bu yüzden bir iz bırakmak istiyoruz ardımızda.
Bizi hatırlatacak, bizden bir şey.
Bir evlat, bir kitap, bir okul, bir iş yeri, bir marka, bir tebessüm, bir fotoğraf…

Takvimin bu sayfasında, nasıl yaşayacağız  sorusuna henüz aklı başında bir cevap bulamamışken, daha zor bir soruyla karşı karşıya kaldık: Nasıl öleceğiz?

Fark etmediğimiz şu:
Nasıl yaşayacağımıza karar vermeden, asla nasıl öleceğimizi bilemeyeceğiz.

Biz dünyalılar hep birlikte,
İnsanlığın bütün renkleriyle,
Şefkatle ve hoşgörüyle,
Gülümseyerek
Ve üreterek
Ve yüreğimize başka hiçbir duyguya yer bırakmayacak kadar çok sevgi tıkalamadan,
Ellerimize başka hiçbir şeyi tutacak yer bırakmayacak kadar yetenek ve çalışma doldurmadan
Yaşayamayacağımızı öğrenmek zorundayız.

Yaşamanın, hayatı hepimiz için sürdürülebilir kılmanın tek yolu bu.
Ve bu yola girmedikçe nasıl öleceğimizi asla bilemeyeceğiz…


Kaynak: Kılavuz Kirpi

SOKAKTAKİ ÇOCUKLARA PARA VERMEYİN, ÇÜNKÜ…


Büyük edebiyatçı T.S. Elliot diyor ki, Dünyadaki kötülüklerin çoğunu, iyi niyetle hareket edenler yapıyor.


Doğru.
Hele de bizim buralarda…
Kaç dilde “kaş yapayım derken göz çıkartmak” deyimi vardır ki?
Dilenci çocuklar konusu da böyledir. İnsana kaş yapayım derken göz çıkarttırır.
Sokaklarda çalıştırılan, dilendirilen çocuklar gün geçtikçe artmakta. İstatistiğe falan da gerek yok hani. Gözle görünüyor.

Nasıl yardım edeceğiz onlara? Ne yapabiliriz?

Hayırseverlik kolay değil, bizimki gibi memleketlerde. Aç bir çocuğa bir lokma ekmek vermekle ne gibi fenalıklara araç olduğunu bilse insan…
Hayatın karanlık yüzünü bilenler, arabanın camını iki parmak aralayıp 1 TL uzatmakla hayır işlenmediğini, iyiliğin zahmetli bir iş olduğunu gayet iyi bilir. Toplumsal dayanışma üzerine etraflıca düşünmeyenler ise yanına yaklaşıp iç acıtan bir ifade ile para isteyen çocuğa istediğini verince iyilik yaptığını sanır. Oysa kazın ayağı hiç de öyle değildir.

Acı gerçek şu ki dilenen, mendil satan, cam silen her çocuğun arkasında pis bir “ekip” vardır. Ve emin olun, hiçbir çocuk topladığı paradan beş kuruş hayır görmez.
Bu ekip bir suiistimal örgütüdür, sömürgen sürüsüdür, asalak çetesidir. Çoğu defa anne / baba / amca / ağabeyden oluşan bu ekip, sıradan insanın merhamet teline kolayca basacağı için, küçükleri kasten bu işte kullanır, sokağa sürer. Aç bırakılan, dayak yiyen el kadar çocuklar, çaresiz, dilenmeye, öteberi satmaya başlar…

Unutmayın: Dilenci çocuk yoktur, çocuk sömürüsü vardır.

Öncelikle dilendirilen çocuğa ne olursa olsun para veya yiyecek vermeyin. Verdiğinizde bilin ki onu sokağa çivileyen zulüm çarkına bir çekiç de siz salladınız.
Çocuk dilenerek kazandığı müddetçe asla gün yüzü göremeyecektir. Sürekli sokağa sürülecek, hatta yaşı ilerleyince “kazancı” düşmesin diye bu zalimler tarafından kasten sakat bırakılacak, belki yaşam boyu dilenciliğe mahkûm edilecek.
Karnını doyurdum, bir garibe iyilik ettim sanırken, onu karanlık dolapların içine itiyorsunuz, bilginiz olsun.

Peki, ne yapalım?

Elbette çocuk suiistimali ile savaşmalıyız. Ben savaşmalıyım. Sen savaşmalısın. Ama kötü niyetli birilerine çocuk eliyle para aktararak değil.
TEGV gibi kuruluşlar, sivil toplum örgütleri bu iş için mükemmel zemin oluşturuyor. Onlarla işbirliği yapabilir, en azından maddi bağışlarınızla gönüllü eğitmenlerin emeklerine destek verebilirsiniz.

Ne yaparsanız yapın sakın dilendirilen çocuğa para ya da yiyecek vermeyin.
Ama onu görmezden de gelmeyin.
Yüzüne bakmaktan kaçınmayın.
O var.
Orada.
Ya aracınızın camını açın ya da yanına çömelin ve çocuğa, ona neden para ya da yiyecek vermediğinizi, bunu onun iyiliği için yaptığınızı söyleyin.
Yetinmeyin.
Çocuğa “bir meslek edinmeye bak, okula gitmeye çalış yavrum” demeyi ihmal etmeyin. İnsanlığın rezil yüzüyle küçücük yaşında tanıştığı için emin olun ne dediğinizi hemen anlayacaktır.
Mümkünse TEGV gibi çocuk dostu bir kuruluşun telefon numarasını verin. Hatta vaktiniz / durumunuz uygunsa, güvenilirliğinden emin olduğunuz yakındaki bir kuruma bizzat götürün. Ailesi ile görüşmeye çalışın…

Demiştik ya, bizimki gibi memleketlerde hayır işlemek bile kolay değil. Hayatın karanlık yüzünü bilenlerden olun. İyiliğin zahmetli bir iş olduğunu bilenlerden…




Kılavuz Kirpi