DENEMEDEN BİLEMEZSİN!


Dert ettiğiniz bir şeyin puf! diye dağılıp gitmesine, işlerin olmadık bir tesadüf sayesinde aniden yoluna girivermesine bakıp şaşırıdığınız olur mu?

Mesela bir an dünyanın en talihsiz insanı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Sanki her aksilik sizi buluyor.
Ne bileyim, resmi bir işlem için uzun süre sırada bekliyorsunuz. Nihayet yanına vardığınız memur kötü muamele ediyor, örneğin.
Üzülüp, sinirlenip şefine çıkıyorsunuz.

A-aa! O da ne?
Meğer o işlemi yaptırmak, o harcı yatırmak, o vergiyi ödemek zorunda değilmişsiniz. Boşuna sıkılmışsınız. Böyle ufacık tefecik şeyler…

Hayata çok daha ciddi dezavantajlarla başlayanlarımız var. Ve onlara kıytırık bir sevinçten daha fazlası gerek.

Örnek?
Okumamış, bir meslek edinmemiş, hatta ayıptır söylemesi cahil kalmayı tercih etmiş insanların çocukları…

Ya kaderini değiştirecek bir yeteneği varsa?
Ya birileri bir yol açtığında, elinden tuttuğunda, bambaşka bir dünya önüne serilecekse?

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı işte böyle bir yuva. O çocukların önüne dünyaları seren, yeryüzü meleklerinin toplanma yeri.

TEGV yıllardır ekonomik ve sosyal açıdan dezavantajlı yörelere ulaşıyor. Şimdiye dek 2 milyona yakın çocuğa eğitim desteği vermiş durumdalar.
İ-ki mil-yon!

Malum, eğitim okuldan ibaret değil. Çocukların ufkunu açacak, yeteneklerini görünür kılacak, dünyaya bakışlarını geliştirecek bir desteğe ihtiyaçları var. TEGV’de fotoğrafçılıktan yabancı dile, edebiyattan bilgisayara kadar nice fırsat sunuyor, çocuklara. Her TEGV birimi bir umut kapısı. Çocukların bu şefkatli ve cömert kapıdan içeri girerken nasıl da heyecanlı, hevesli, sevinçli olduğunu anlamak için gözlerinizle görmeniz lazım.

Hatta daha iyisi, lütfen şu linke tıklayın ve vakfın faaliyetlerini inceleyin. Hemen bağışçı ya da gönüllü olarak aralarına katılmak isteyeceksiniz, garanti ediyorum.

Neler mi yapılıyor?
Çeşit çeşit eğitici, neşeli etkinliği burada anlatmaya sayfam yetmez. Bir örnek vereyim:

Mesela profesyonel tasarımcı abiler geliyor, bir gün. Çocukları etraflarına topluyor, onlara tasarımcının bir gününü yaşatıyorlar.

Ailesinin doğru düzgün defter – kalem alamadığı bu evlatlar, TEGV yöneticilerinin bilgece planlaması ve gönüllülerin özverisi sayesinde bakın neler yaratabiliyorlar.

Belki aralarından biri başarılı bir tasarımcı olacak. Denemeden bilemez ki.
Belki o gönüllü dostlardan biri, ömrünün sonuna kadar bu etkinliği her düşündüğünde tebessüm edecek. O da ne kadar mutlu olacağını denemeden bilemezdi.

Sen de bir dene. Denemeden bilemezsin!


denemeden_bilemezsin_1 

denemeden_bilemezsin_3

denemeden_bilemezsin_2

Özel bir not:
Bu görselleri kullanmama izin veren TEGV Beykoz Birimi yöneticisi sevgili Makbule İnaç’a ve aralarında olmaktan daima gurur duyduğum gönüllü dostlara şükranlarımı sunarım.

ÖĞRETMEN ÖĞÜTME MAKİNASI


Uzun zaman önce, Yenitan zamanında “Nasıl öğretmen olunur, bilir misin?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Rekor okunma sayısına ulaşmış, sevgili öğretmenlerin, meslektaşlarımın ilgisine mazhar olmuştu.

Bugün yazdıklarımı bir kez daha okudum.

Yazarken içime dolan hayal kırıklığı ve isyanı hatırladım. Yüreğim daraldı.

Hala işsizlikle boğuşan genç öğretmen adaylarını düşündüm. Yüreğim daraldı.

Dershanelerin kapatılmasıyla işsizler ordusuna katılacak ve kim bilir vasıflarından ne kadar aşağıda, ne biçim işlerde çalışmak zorunda kalacak meslektaşlarımı düşündüm. Yüreğim daraldı.

Yeni MEB yasası yürürlüğe girerse (girdiğinde mi demeli, ne de olsa noterlik işlemleri epey hızlandı) 4 yıl veya daha fazla süredir görev yapan Milli Eğitim yöneticileri bir gecede görevden alınacak. Okulun direği sayılan, yıllarca her işe koşmuş, en ağır sorumluluğu üstlenmiş olan okul müdürlerini ve müdür muavinlerini düşündüm. Yüreğim daraldı.

İdari görevinin sona ermesiyle özlük haklarında ciddi kayba uğrayacak bu hocalarımızın “kızın düğününden” “buzdolabının tamirinden” “hanımın ilaç masrafından” ve sairden gelen borçlarını, bir anda küçülen maaşla nasıl ödeyeceklerini düşündüm. Yüreğim daraldı.

Dünkü grev ve protesto eyleminden basına yansıyan fotoğraflara baktım. Elinde sinek ilacı gibi tuttuğu biber gazını, tuhaf bir gülümsemeyle öğretmenlerin üzerine sıkan polise takıldı gözüm. Yüreğim daraldı.

ÖĞRETMEN ÖĞÜTME MAKİNASI

Atamalarda haksızlığın, adam kayırmanın önüne geçmek amacıyla getirilmiş KPSS’nin nasıl baypas edileceğini, öğretmen tayininde valilerin yapacağı sözlü mülâkatı, sorulabilecek olası soruları düşündüm. Mesela lise matematik öğretmeni olmaya aday birine, onun bu mesleği layıkıyla icra edip edemeyeceğini anlayabilmek için, bir ilin valisi ne sorabilir ki?  Ne sorabilir? Kalkulus mu?

İçinden çıkamadım…



Her 1 – 1,5 yılda bir yeni bir Milli Eğitim bakanı atanıyor.

Her yeni bakanla hooop yasadan yönetmeliğe, kurumdan kurala her şeyin altı üstüne getiriliyor.

Değiştirmek, işleyişin doğası haline geldi. Biz eğitimciler de bu manasız dönme dolapta tutunmaya çalışmaktan ve mide bulantısından kurtulamaz olduk. Sersemletilmiş haldeyiz.

Sistem her sene binlerce diplomalı cahili mezun ettiği yetmezmiş gibi bir de öğretmeni eziyor, hırpalıyor, iş yapamaz, mesleğini hakkıyla icra edemez hale getiriyor.

Adeta bir öğretmen öğütme makinası…

Amaç nedir, bilmiyorum ama sonuç ortada:

Kalitesi hızla, çakılırcasına düşen eğitim,

Bilgisiz, donanımsız mezunlar,

Huzursuz öğretmenler,

İşsiz öğretmen adayları.


Yüreğim daralıyor.

Çaresizlikten…


ÖĞRETMEN ÖĞÜTME MAKİNASI3
Fotoğraflar http://twitter.com/AdemAltan3/ ve www.haberartibir.com.tr adreslerinden alınmıştır.

Kütüphane

Kütüphane 

Eğitim süreçlerinin temel eylemi okumak, temel unsuru da kitap…

Kitap nedir?
Kitap bir bilgiye ulaşmış olanın, bir fikri yeşertmiş olanın,
bildiklerini, bulduklarını karbon ve selüloz vasıtasıyla diğer insan kardeşlerine aktarmak için yazıp çizdikleri…

Kitap nerededir?
Kitap mağazada, alışveriş merkezinde, evde bulunabilmesine rağmen asıl yurdunda, kütüphanededir.

Duyar gibiyim: “Kütüphane mi kaldı?”
Birileri suratımıza suratımıza gülüyor, kitap okumamayı çağcıllık saymamıza hayret ediyor.

Aşağıdaki fotoğraf National Geographic‘in “günün fotoğrafı” sayfasında, bugün yayımlandı. Çin’in Pekin şehrindeki Milli Kütüphanede çekilmiş.

Susuyor ve sizi dünya tarihinin en hızlı ekonomik gelişmesini gerçekleştiren ülkesinin gençleriyle yüzyüze bırakıyorum.

national-library-china

OKULDA ÖĞRETİLMEYEN ÖNEMLİ BİR DERS: PARA YÖNETİMİ


OKULDA ÖĞRETİLMEYEN ÖNEMLİ BİR DERS:  PARA YÖNETİMİ

Çocuğunuzun hayat için gerekli bütün dersleri okulda almadığını biliyorsunuz, değil mi?

Bireyin yaşamını sürdürebilmesi için paraya ihtiyacı var. Bu kesin. Çocuklarımıza daha iyi bir eğitim vermek için uğraşıp didinmemiz de hep daha iyi bir işe sahip olsun, ekonomik açıdan daha rahat bir yaşam sürsün diye, öyle değil mi sevgili anne – babalar?

Okulda öğretilen matematik, dil, fen ve sair dersler ileride daha iyi bir eğitim almaya, daha iyi bir işte çalışmaya yarayacak. Ama ya kazancını yönetmeyi nasıl öğrenecekler? Çocuğunuz borç içinde debelenip bir türlü iki yakasını bir araya getiremeyenlerden olmamalı.

Çocuklarımıza evde, aile içinde öğretmemiz gereken en öncelikli şeylerden biri de tutumlu, idareli olmak. Çünkü ne kadar kazanırsa kazansın, har vurup harman savurarak rahat bir yaşam kurmak olası değil.




Geçenlerde Wall Street Journal gazetesinde bir makale[i] yayımlandı. Başlığı “Borçsuz İnsanların 10 Özelliği”. Öğretenler olarak böyle hayati bir konuda uzman sesine kulak verelim istedim; üşenmeyip tercüme ettim ve aralara bizden gözlemler serpiştirdim.

İşte borçsuz insanların özellikleri: 

1. Dikkatlidirler
Borçsuz kimse, parasal yazışmaları bir çekmeceye tıkmadan önce dikkatle inceler. Mesela aylar önce iptal ettiği spor salonu üyeliğinin ücreti, kredi kartından hala çekiliyor mu diye bankadan gelen hesap özetini tetkik eder.

2. Dizginleri elde tutarlar
Borçsuz insanların da muhasebecisi vardır ama onlar sadece evrakları muhasebeciye göndermekle yetinmezler. Hangi ödemelerden sorumlu olduklarını ya da vergi / faiz yasalarındaki değişiklikleri bizzat takip ederler. Alman atasözünde olduğu gibi: Güvenmek iyidir, kontrol daha iyidir.

3. Kandırmaca yaparlar
Borçsuz kimseler elde ettikleri geliri olduğundan düşük göstermeye çalışırlar. Kendilerine bile!
Şöyle ki: kazancınızın şimdikinden %20 daha az olduğunu farz edin. Örneğin 2.000 TL maaş alan birinin kendini 1.600 TL kazanıyor addetmesi ve her ay istisnasız 400 TL’yi kenara koyması. Nasıl? Para biriktirmeye başlamak için fena fikir değil.

4. Uzun vadeli düşünürler
Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Uzun vadeli mali hedefler koymak, o incili küpeleri satın almayacağınız anlamına gelmiyor. Sadece böyle bir alışveriş için önce karar vermeniz, sonra fiyatı kadar parayı biriktirmeniz ve ondan sonra satın almanız gerekli. Uzun vadeli finansal düşünüş borçlanmaya engel olacaktır.

5. Soru sormaktan, indirim istemekten çekinmezler.
Dilimizde bu özellik için çok güzel bir deyim var: Pazarlık etmek. Fiyatı indirmek için, komisyonu düşük tutmak için, ödemede birkaç gün daha mehil istemek için… Sormaktan zarar gelmez, değil mi?

6. Para biriktirirler
Düşünsenize, beklenmedik bir kaza veya rahatsızlık geçirdiniz. Hani, Allah korusun ama her şey insanlar için… Aylarca işe gidemeyecek, belki de maaş alamayacaksınız. Dükkânı açamayacak, eş dostun açması için ricacı olacaksınız. Böyle bir durumda ne yiyip ne içeceksiniz? Kenarda bir “kara gün akçası” birikiminiz olmalı.

7. Hedefler koyarlar
Eğer sonunda ulaşacağınız bir hedef / amaç varsa, eliniz para biriktirmeye daha yatkın olacaktır.

8. “Hayır” derler
Bir büyük giyim mağazasının kasasında ödeme yapmaktaydım. Yandaki kasaya 60-65 yaşlarında bir hanım yanaştı ve elindeki bluzu kasiyere uzattı. Kasiyer barkodu okutup “150 TL efendim” dedi. Kadıncağız şaşkınlık ve telaşla cevap verdi: “ama ben reyonda 89 TL diye görmüştüm.”  Kasiyer kendinden emin, kırmızı etiketli ürünlerin %50 indirimde olduğunu, oysa bu ürünün mavi etiketli sezon malı olduğunu anlattı ve rahatsız edici bir ses tonuyla “alacak mısınız?” dedi. Kadıncağız çekingen tavırlarla sağa sola bakındı, isteksizce çantasının en dibinden bir cüzdancık çıkardı,  içindeki kredi kartını çokbilmiş kasiyere uzatarak taksitli fiyata o bluzu aldı. O gün o alışverişe müdahale etmediğime çok pişmanım. Fiyatı bütçenize uygun olmayan bir şeyi almaktan vazgeçmek karizmanızı çizmez. Aksine sizi acınacak hale düşmekten kurtarır.

9. Nakdin değerini bilirler
Yine güzel bir atasözü: Şık şık eden nalçadır, iş bitiren akçadır. Sahici paranın kıymetini hatırda tutmak için muhakkak yanınızda bir miktar nakit bulundurun ve bir takım alışverişleri sadece nakit parayla yapın. Kredi kartıyla ekmek mi alınırmış yahu!

10. Gösterişe değil iyi yaşamaya düşkündürler
Çoğu kimse için ailenin değeri her şeyin üstündedir. Peki ya bu söylemi davranışlarımıza yansıtıyor muyuz?

Sıkça duyarsınız: “Bu bayram ailecek toplanıp şuraya gidelim.” O yer de daima fena halde pahalı ve havalı bir yerdir, nedense… Oysa hesabı ödeyebilmek için fazla mesaiye kalmak yerine ayda bir aile fertlerinden birinin evinde kurulan sofranın etrafında toplansanız ya? Hem daha sık görüşmüş olursunuz…

*******

Borçlu olmamak, kimsenin karşısında eğilip bükülmemek ne güzeldir! Wall Street Journal’daki ekonomi yazarlarının kucağımıza bıraktığı bu altın değerindeki örnekleri ne yapıp etmeli, çocuklarımıza aktarmalıyız.
Bu günlerde atasözleri lügatimi istila etti, mazur görün. Son cümleyi de Japon bilgelere söyletip bitireyim: Akıllı anne – baba, çocuğuna balık vermez, balık tutmayı öğretir.


ERKEKLER, ELİNİZİ OĞULLARIMIZIN YAKASINDAN ÇEKİN!


Radikal gazetesinde bir habere rastladım. Malatya Kent Konseyi’nin otobüs durağındaki afişinden söz ediyordu. Afişte “Kadına köle olma, ailene reis ol” deniyor.




İlk anda bu neyin kafası, hangi uyuşturucu müptelasının sayıklaması diye düşündüren bu iddialı lakırdı, kadını ezmeyi hedefler görünse de aslında yetişmekte olan oğulların geleceğine ipotek koymayı tavsiye ediyor.
Nasıl mı?
  • Bir defa kadına köle olmak ile aileye reis olmak arasında başka bir erkeklik halini yok sayıyor. Oysa hepimiz gayet iyi biliyoruz ki “taş fırın erkeği” ile “light erkek” arasında yüz binlerce değişik hal var. Dizi karakterlerini sahici sanmak bir milli hastalık olmasın sakın?

  • Velev ki kölelik ve reislik dışında bir seçenek yok, o halde reis olmak için bir aile kurmak da zorunlu. Öyle bekâr, kazancını zevkine göre harcayan hür adamları adamdan saymıyorlar. Hani bekârlık sultanlıktı?

  • Diyelim ki hasbelkader evlendi adam, çocukları da oldu. Aileye reis olması lazım. Kişi bir kitlenin reisi olarak kabul ve itibar görebilmek için o kitleyi oluşturan bireylerden daha güçlü, daha bilgili, daha deneyimli olmak zorunda. Oğlunun ilkokul 3. sınıf matematik kitabını uzay mekiği kullanma kılavuzu sanabilecek milyonlarca baba var. Nasıl üstün olacaksın velede? İki dakikada maskara eder seni! Bak, yine kıyamadım bilgisayar meselesine girmiyorum bile.

  • Hayat tecrübesi kontenjanından bol kepçe nasihat fışkırtarak da reis olunmuyor, ne yazık ki. Babasının yıllardır diline nakarat ettiği öğütleri suratını ekşiterek, gözlerini devirerek, oflayıp puflayarak dinliyor, çocukları. “Aman babaaaa, sen de hep aynı şeyi anlatıyorsun.” Nasıl? Tanıdık geliyor mu?

  • Üstünlük bilgiyle, tahsille, hayat tecrübesiyle gelmeyecekse o zaman tek güç para. Gelirin hanımınkinden, kayınpederinkinden, kayınbiraderinkinden yüksek olacak. Cüzdanı masaya çıkardın mı, değil ailenin reisi ormanın kralı olursun vallahi. Ne dedin? İşçi misin? Memur musun? Küçük esnaf mısın? Yapma ya! Takmaz ki bunlar seni. Tüh!

  • Ne oldu şimdi? Hani reis olacaktın? Tahsilin, bilgin yetişmedi. Uzun yol gemilerinde çalışmadınsa hayat tecrüben, dünya görgün de kısa geldi. E, para desen kıt kanaat. Nasıl reislik edeceksin karına, çocuklarına? Döverek mi? İnsanca yaşama imkânı bırakmayarak mı? Dışarı çıkmayı, pencereden bakmayı, o kızla konuşmayı, falanı filanı yasak ederek mi? Bu takdirde reislik senin ama insanlık gitti elinden. Artık vahşi bir hayvana denksin. Nasıl? Hoşuna gitti mi?

Bak sevgili orta yaşlı,
hayatını ziyan etmiş,
kendine acımaktan,
hatalarını örtbas etmek için kırk kapıya kırk sopa sallamaktan
gün görmemiş erkek arkadaş!

Ne olduysa oldu. Bunlar senin hatalarından veya kaderin kaçılmaz tecellisinden kaynaklanmış olabilir.

Belli ki olmak istediğin adam olamamışsın, hatta belki hiç bir adam olamamışsın.
Taşıyamayacağın sıfatın peşinde kendi ömrünü yedin, bari oğullarımızı rahat bırak.


Bizim oğullarımız ister aile kurar reis olur, ister bir kadına köle olur, isterlerse yalnız kovboy olur. Sana ne!?

Sen sus, evlatların konuşsun.

Bil ki işkembeden salladığın bu boş sloganlar seni kadınların, çocukların gözünde iyiden iyiye zavallı ve çaresiz gösteriyor.

Sen sen ol, “ben ne olayım?” diye sormadıkça kimseye nasihat verme.
Nasihat insanlık denizinde boy vermek gibidir. Ölçünü alıverirler.

Son bir tavsiye: Münir Özkul’un “Yaşar Usta” rolünü oynadığı “Bizim Aile” filmini bir izle. İnsanlık, aile reisliği, adamlık işte öyle olur.



Haberin kaynağı: http://www.radikal.com.tr/turkiye/kadina_kole_olma_ailene_reis_ol-1176887

http://www.yenitanhaber.net/?p=903

OKUL SEÇME KILAVUZU – 3


UZAKTAKİ OKUL 

Geçen yazıda sıraladığımız “okul seçerken dikkat edilecekler” listesini madde madde incelemeye başlayalım.

Ne demiştik?

1. Okul ile evinizin arasındaki mesafe ne kadar?

Şimdiye kadar yolunuzu tıkaması, trafiği sıkıştırması dışında okul servislerine ne kadar dikkat ettiniz bilmiyorum. Öğrenci servislerinin okul kapısından çıkmasıyla veya çocuğun evinden birkaç metre uzaklaşmasıyla birlikte, siz veliler için müthiş bir gözlem fırsatı doğmaktadır.

Sabah evlerinin önünde servis bekleyen çocuklara bir bakın. Göreceklerinizin bir bölümü sabah bezgini, bir bölümü de sabah canavarları olacaktır.

Nasıl mı?
Çocuk, servis görevlisi yanına gelip çantasını elinden alana kadar bulunduğu noktadan ayrılmıyor, adeta heykel gibi kıpırtısız mı duruyor? Yoksa servis köşe başında görünür görünmez koşar adım yola mı fırlıyor? Her ikisi de arzu edilen davranışlar değil.

SABAH BEZGİNLERİ
Mum gibi duran, kapının önüne kadar gelen okul servisine tek başına yürümeyen, çantasını kendisi taşımayan, en ufak inisiyatif kullanmayan bir ilköğretim öğrencisi, kişilik gelişimi açısından yaşıtlarından pek ileride sayılmaz. Hatta 8 – 10 yaşındaki bir çocuk için fazlaca tutuk ve güvensiz bile sayılabilir. Uykusunu almış ve iyi beslenmiş bir çocuk asla sabah bezgini olmaz.
OKUL SEÇME KILAVUZU_3_c

Ya da bu hali, onun okula gitmek için pek istekli olmadığı, okul yoluna sevinçle, hevesle çıkmadığı şeklinde de yorumlanabilir. Bu gibi bir durum, görülmeyi bekleyen bir tehlike sinyalidir. Ancak anne baba, sizin birkaç dakikalık gözlemle tespit ettiğiniz ve değiştirilmesi gerekli bu halin ne kadar farkındadır? Çocuklarının mutsuzluğundan ya da güvensizliğinden haberdarlar mı? Kim bilir? 
Belki çocuk servis beklemek için kapıya çıkarken her ikisi de işe gitmek üzere evden ayrılmıştır bile!

SABAH CANAVARLARI

Peki, ya okul servisini köşede görür görmez sokağa fırlayan, taşkın hareketlerle araca koşan, kendisini tehlikeye atan çocuğa ne demeli?

Sabahın o saatinde bu kadar enerjik olması normal mi sizce? Çok mu seviniyor sizce okula gideceği için? Enerjisi sevincinden mi kaynaklanıyor yoksa başka bir şeyden mi? Aracın kapısı açılır açılmaz çantasını içeri savurup arkadaşlarının üstüne atlaması, onlarla mahsusçuktan güreşmesi, didişmesi ya da bağırıp çağırması bir mutluluk ve sağlık belirtisi mi?

Eğitim döneminin tamamını değilse bile bir bölümünü böyle ‘sabah canavarı’ olarak geçiren bir çocuğun bireysel kimliği, karar verme ve uygulama yeteneği, dikkatini odaklama becerisi istendiği biçimde gelişebilir mi? Okula yıllarca bu ruh hali içinde gidip gelmeye alışan bir gencin işini sevmesi mümkün olacak mıdır ileriki yaşamında?

Bu öyle iki bahaneyle geçiştirilecek bir durum değil. Çünkü taşkın hareketler de aynı tutuk ve ürkek tavırlar gibi tehlike sinyali olarak algılanmalıdır. Bunu görmek, anlamak için eğitimci olmak gerekmez. Birkaç dakika durup bakan herkes benzer kanıya varacaktır: Bu çocukların bir derdi var.

OKUL SEÇME KILAVUZU_3
Okul ile ev arasındaki mesafe çoğu kez bu “derdin” nedenidir. Peki, mesafe okul seçerken dikkate alınması gereken bir kriter midir?

Okulla ev arasındaki en makul uzaklığı belirlerken kilometreye değil saate bakınız. Sizin aracınızla otuz dakikada vardığınız okula çocuğunuz her sokaktan öğrenci toplayarak ilerleyen servis aracı içinde belki bir, bir buçuk saatte varabilecek. 

Çocuğunuzun gece vakitlice yatmasını, yeterli süreyi uykuda geçirmesini, sabah, gelişme çağındakilere uygun bir kahvaltıyla beslenmesini (altıncı sınıfa giden bazı kız öğrenciler arasında zayıflama diyeti yapanlar var mesela) ve yarım saati pek aşmayacak bir mesafedeki okuluna gitmesini temin etmelisiniz.


Özetle,
  • Çocuğunuzu evinizden çok uzakta bir okula vermeyiniz. Öğrencinin sabah evden çıkışıyla okul kapısından girişi arasında, yani okul yolunda geçireceği zaman yarım saatten fazla olmamalıdır. Üstelik bu yolculuk servis aracı yerine yürüyerek yapılırsa, çocuğun bedensel gelişimine de katkı sağlayacağı tartışılmaz bir gerçek. Unutmayın ki, daha uzaktaki bir okul her ne özelliğe sahip olursa olsun kaybettirdiklerinin karşısında çocuğa üstün bir eğitim sağlamayacaktır. Çünkü çocuk, kendisine sunulan eğitim olanaklarından yararlanamayacak kadar yorgun ve yılgın yahut stres yüzünden aşırı hareketli ve dikkatsiz olacaktır.
  • Diyelim ki okul evden pek uzak değil, ama servis sokak sokak dolaşıp öğrenci topladığı için yolculuk süresi uzuyor. “Serviste kestirsin biraz” diye düşünmeyin. Çocuğunuzu okula kendiniz götürüp getirin. Onu her sabah okula bırakmanın fazlaca meşakkatli olacağını mı düşünüyorsunuz? O halde aşağıdaki maddeyi okuyun.
  • Uzaktaki okulun eğitim açısından eşsiz olduğuna mı karar verdiniz? Çocuğunuzu mutlaka o okulda mı okutmak istiyorsunuz? O halde fedakârlık size düşüyor. Evinizi taşıyın ve okula yakın bir yere yerleşin. Böylece çocuğunuzu sabah bezgini veya sabah canavarı olmaktan kurtarırsınız. Uykusunu alamamış, yeterince beslenememiş bir çocuk, dünyanın en iyi okuluna bile gitse başarılı ve mutlu olamayacaktır.

  • Çocuğunuzun genel tavrı bezginlik veya hırçınlık öğeleri taşıyorsa, bu durum kendini fazlasıyla yorgun hissetmesinden, ailesi tarafından anlaşılmadığını düşünmesinden kaynaklanıyor olabilir. Doğru okulu seçtiğinizi düşünseniz bile, bu kararınızı değişmez ve tartışılmaz bir durum olarak görmemelisiniz. Bilmelisiniz ki, uzaktaki okul asla doğru okul değildir.
http://www.yenitanhaber.net/?p=896 

OKUL SEÇME KILAVUZU – 2

Yarıyıl tatili bitti. Hatta ikinci dönemin ilk haftasını da devirdik.

Yeni dönem şöyle iyi olsun, böyle başarılı geçsin demedim, farkındaysanız. Bilirim ki, öğretmenler ve öğrenciler haklı olarak bu dileklerden nefret eder.  Karşıdaki fark etmez ama her “başarılar” temennisi bir yandan başarısızlık ihtimalini akla getirir.  

Başkaları iyilikler dilese de dilemese de okullar açılacak, herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret edecek, nasılsa.

Fazla altını çizmeden başladığımız ikinci yarıyılda, şimdiye kadarki durumlar nasıl? Her şey yolunda mı?

Okulun çocuğunuza beş ayda kazandırdığı alışkanlıklar (örneğin düzenli ders çalışma) on beş günde uçup gitmiş mi? O saat gibi işleyen düzeni sıfırdan kurmanız gerekecekmiş gibi geliyor mu?

wtf

“AY BEN BU ÇOCUKLA NE YAPACAĞIM?”

Önce empati: Bir defa bilinmelidir ki, öğrenci her sabah etrafındaki yetişkinlere borçlu uyanır.

Anne – babaya borçludur, öğretmene borçludur, okul müdürüne borçludur. Gencecik yaşında bir sürü söz vermiş, bir sürü beklentiyi karşılamak zorunda kalmıştır.

Günleri, ayları “hadi”lenerek geçer, çoğunun. Hadi kızım kalk, hadi oğlum çalış…

Her ergen bu baskıyla faklı şekilde mücadele eder. Kimi ezilir, kimi hırçınlaşır, kimi de hiç umurunda değilmiş gibi davranarak sırtını dikleştirmeye gayret eder.

DOĞRU SORU DOĞRU CEVABA GÖTÜRÜR

Böyle bir yükün altına giren çocuğunuz için en uygun eğitim ortamını oluşturduğunuza emin misiniz? Devam ettiği okul sorumluluklarını yerine getirmesine yardımcı mı oluyor, hayatını mı zorlaştırıyor?

Geçen yazıda okul seçimi yaparken nelere dikkat edilmesi gerektiğini çözümlemeye başlamıştık. Gelin devam edelim.

YENİ OKUL ARAYANLAR, OKULU DEĞİŞTİRMEYİ DÜŞÜNENLER.

Burada paylaşacağım önerileri sadece çocuğu yeni bir okula başlayacaklar için değil, mevcut okulun performansından emin olmayan, ara sınıfta okul değiştirmeyi düşünen velileri de düşünerek sıralayacağım.

Zira sizlerden gelen mailler daha ziyade mevcut okulundan hoşnutsuz ama imkânları kısıtlı olduğu için zorlanmakta olan anne – babaların sesiydi.

BİR TÜR DEFİNE HARİTASI:

Lafı uzatmanın âlemi yok; işte okul seçerken dikkat edilmesi gereken temel ölçütler:

1. Okul ile evinizin arasındaki mesafe ne kadar?

2. Okulu gezmek için en doğru ziyaret zamanı nedir? Bu ziyaret sırasında nelere dikkat etmeli?
3. Okul binası, okul ortamı güvenli, emniyetli ve korunaklı mı?


guvenlik


4. Çocukların teneffüs saatlerinde koşup oynayabilecekleri, fazla enerjilerini atacakları güvenli ve temiz bir okul bahçesi var mı?

5. Okul temiz ve bakımlı görünüyor mu? Katlardaki panolar öğrenci elinden çıkamayacak kadar muntazam mı düzenlenmiş?


havuzlu

6. Okul müdürünün odasında nelere dikkat etmeli?

7. Öğretmenlerin genel profili nasıl? Öğretmenden duyacağınız hangi sözler sizi endişelendirmeli?

8. Derslerin günlük ve haftalık toplam saatleri ne kadar?

11325408-big-sports-icons-set
9. Sosyal etkinlikler (spor, sanat faaliyetleri gibi) ders programında ne kadar yer tutuyor?


10. Sınavlar ortak mı, yoksa her sınıfa ayrı sınav mı yapılıyor?

11. Ne sıklıkla veli – öğretmen görüşmeleri yapılıyor?


12. Okulun spor salonu, tiyatro salonu, dil ve fen laboratuvarları, teknolojik donanımı ne durumda? Mesela her sınıfta bilgisayar var mı? Yoksa öğrencilerin ortaklaşa kullandığı bir bilgisayar odası mı ayrılmış?

13. Başarılar ödüllendiriliyor mu?

Bundan sonraki yazılarda bu maddelerin her birini ayrı ayrı ele alacak, tipik örnekler verecek ve çıkış yolunu sizlerle birlikte bulacağız.

OKUL ARAYIŞINA GİREN VELİLER İÇİN REHBER:.


 BANA OKULUNU GÖSTER, SANA KİM OLACAĞINI SÖYLEYEYİM

Bazılarımız için okul seçme zamanı yaklaşıyor. Bu zorlu seçimde yanınızda olmak, görebildiğiniz problemlerin kolay ve kesin çözümünü bulmanıza yardımcı olmak ve göremeyebileceğiniz problemleri görünür kılmak için bir dizi yazı hazırlayacağım.

OKUL SEÇMEK ZOR ZENAAT

Bir kuşaktan diğerine adeta miras kalmış ve şimdiye kadar cevabı bulunamamış gibi görünen şu soru hala duruyor önümüzde: “Çocuğumu hangi okula versem?” Öncelikle, okulla ilgili asıl sorulması gereken “hangi okul” sorusu yerine “nasıl, ne gibi özelliklere sahip bir okul” olmalı.


Doğru okulu ararken attığınız her adım, karşınıza yeni sorular çıkaracaktır. Her biri de yanıt bekler.
Sorular soruları doğurur… Bakalım şunlar tanıdık gelecek mi?

ENDİŞE YÜKSELTEN SORULAR
  • İyi okul diyorlar, doğru mu?
  • Acaba bizim dünya görüşümüze uygun bir eğitim politikası izliyorlar mıdır?
  • Bu okula gönderince üniversiteyi kesin kazanır değil mi?
  • İyi öğretmen diyorlar, herkes çocuğunu onun sınıfına yazdırmaya çalışıyor. Sahiden iyi mi acaba?

YOKUŞ DİKLEŞTİREN SORULAR:
  • Çocuğu serbest bırakıp kendi kararlarını kendisinin vermesine müsaade etsem mi?
  • “Çocuktur, aklı ermez” deyip tüm kararları ve sorumlulukları üstlensem mi?
  • Bizimki daima elektronik aletlerle oynuyor, mühendis mi olacak acaba? Ama şarkı söylemeyi de seviyor. Yoksa sanatçı mı olacak?

ZOR ÇOCUK, KOLAY VELİ İKİLEMİ
  • Öğretmeni dersi dinlemiyor, arkadaşları ile tartışıyor diye şikâyet ediyor, acaba sorunları mı var?
  • Hayat boyu ödevlerini mi kontrol edeceğim ben bunun?
  • Çocuğuma okulu nasıl sevdirebilirim?
  • Öğretmeni “çok zeki, ama çalışmıyor” diyor. Çocuğuma evde bir türlü ders çalıştıramıyorum. Hâlbuki bütün imkânlar elinde. Ne yapmalıyım?

Bunlar neredeyse her veli toplantısında, hatta eş dost ortamında karşılaştıklarıma benzeyen, çocuk okutan ya da çocuğu okul yaşına gelen ailelerin yanıt aradığı türden sorulardır. Eğitimci olduğumu bilen ve kendilerine yol göstermememi isteyen hemen herkesin temel endişesi şudur: Doğru mu yapıyorum?

Önümüzdeki yazılarda bu temel soruya ve okul seçimiyle ilgili diğer problemlere tek tek eğilecek, doğru okulu seçme yolunda hangi ölçütleri gözönüne almanın işinizi kolaylaştıracağına değineceğim.


İYİ TATİLLER TÜRKİYE!


Yarından itibaren Türkiye’deki ilk ve orta dereceli okullar, yarıyıl tatiline giriyor. Rakamları bilmeyen biri için bu sadece okulları, öğrencileri, öğretmenleri ve diğer eğitim personelini ilgilendiren, sektörel bir durum.


Oysa rakamlar gösteriyor ki, bu bir okul tatili değil, ülke tatili! 

Nasıl mı?

Lütfen şu tabloyu inceleyiniz:

iyi_tatiller_turkiye

Gördünüz mü? Ülke nüfusunun 1/3’i (yazıyla üçte biri) öğrenci!
Üstelik bu sayıya üniversite öğrencileri ve okula gönderilmeyen çocuklar dâhil değil.

Nasıl anlamalıyız bu rakamları?

Her üç TC vatandaşından biri öğrenci.

İçinden okul geçmeyen ev, neredeyse yok.

Nüfusun üçte biri reşit değil, yani 18 yaşın altında.

2014 yılı için açıklanan bütçenin %10 kadarı eğitime ayrılmış durumda. Oysa yurttaşların %33’ü doğrudan eğitimin içinde. Yani bütçenin en az %33’ü eğitime ayrılırsa ihtiyaçlar karşılanmış olacak.

Toplam öğrenci sayısı, toplam okul sayısına bölündüğünde okul başına yaklaşık 336 öğrenci düşüyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’nin hemen her yerinde okul mevcutları binlerle ifade ediliyor. O halde ya okul sayısı fazla gösteriliyor ya da öğrenci sayısı az.

Toplam öğrenci sayısı, toplam öğretmen sayısına bölündüğünde her bir öğretmene düşen yaklaşık öğrenci sayısı 27. Oysa birçok okulda sınıf mevcutları 50-60 kişilerde. Bu tuhaflığın nedeni de öğretmenlerin %10 kadarının ücretli statüsünde olması, yani haftalık ders yükünün son derece düşük olması. 944.000 öğretmenin hepsi kadrolu değil ve Eğitim-Sen’in tahminlerine göre Haziran 2014 itibarıyla Türkiye’de öğretmen açığı 140.000 civarında.

Özetle;

Öğrenci çok.

Okul az.

Öğretmen az.

Bütçe az.

Neyse, siz şimdilik bunlarla içinizi karartmayın. Güzelce bir dinlenin.  

Çocuk düşe kalka büyür, nasılsa…

İyi tatiller!

iyi_tatiller_turkiye2 

Yenitan'da okumak için

KEDİLER, İKİ İSİMLİ ŞEYLER VE SANAT EĞİTİMİ


Bu ülkenin en sevilen, en tanınmış müzisyenlerinden, üstelik önde gelenlerinden biri Orhan Gencebay’dır. Orhan Gencebay, konserleri dâhil hayatında bir kez bile canlı söylememiştir. Kendisi esasen playback’in babasıdır ama hiç ayıplanmaz. Bunu söyleyen benim gibiler ayıplanır, onun yerine.

Bu gece Andrew Lloyd Webber’in unutulmaz eseri Cats müzikalini izledim. Balerin sopranolar,  balet tenorlar… Muhteşemdi. Hem dans eden hem şarkı söyleyen bir sanatçı türü de varmış, İstanbul’cak öğrendik.

Hep bu iki isimli şeyler milletin kafasını karıştırıyor. Ondan oluyor böyle. Mesela Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi diye bir ders var. Sanki din ile ahlâk birbirinden ayrılmaz, etle tırnak iki kavrammış gibi geliyor insana. Oysa gagasını gömdüğü kumdan çıkaran bir devekuşu bile görüyor, dindarlıkla ahlâklı olmanın ilgisizliğini…

Opera ve Bale de böyle, kafa karıştıran ikililerden. Sanırdık ki opera sanatçıları ayrı, bale sanatçıları ayrı. İkisini neden bir arada andıklarını hiç düşünmedik. Elbette her opera sanatçısı dans edecek veya her bale sanatçısı şarkı söyleyecek gibi bir kaide yok. Ama müzikal diye bir tür var ve işte her ikisini de kucaklıyor.


Bu alanda verilen eğitim ve icra edilen sanat, dünyanın Türkçe konuşulmayan kısmında sahne sanatları / performans sanatları / gösteri sanatları gibi isimler alıyor. Yani opera seviyesinde şarkı söyleyen bir artistin aynı zamanda bale sanatçısı olmasında şaşılacak bir şey yok.

Orhan Gencebay’ın ömrü billah playback yapmasında şaşılacak bir şey var ama. Ses sanatçısı addedilen kişi hiç değilse şarkı söyleyebilmeli, değil mi?


Şuradan müzikalin küçük bir parçasını izleyebilirsiniz:

Cats the Musical


Not: Aşağı yukarı burada yazdıklarıma benzer bir şeyleri, gösteri sonrası uzatılan CNN Türk mikrofonuna da söyledim. Hani, rast gelirseniz…

Cats müzikali

Yenitan'da okumak için: 

CNN Türk Afiş Programında yayınlanan görüşlerimi izlemek için

İSTANBUL’DA KLİNGONLU İSTİLASI


Bir varmış bir yokmuş. Güzel mi güzel, eşi benzeri olmayan bir şehir varmış. Şehir öyle özel, öyle değerliymiş ki, tarihe damgasını vurmuş iki devasa imparatorluğa başkent bile olmuş. 

En hareketli, en hayat dolu semtinin göbeğinde tam 1600 yaşında bir binası, iki kıtayı ayıran denizinin ortasında en az 2000 yıllık bir kulesi bile varmış. Adına İstanbul derler bu şehri, bir gün klingonlar istila etmiş.

Klingonlu istilacılar başka gezegenden geldikleri için midir, yoksa uygarlıktan, tarihten, kültürden nasibini almamış açgözlü mahlûklar oldukları için midir bilinmez, başlamışlar ablukaya aldıkları İstanbul’u didiklemeye. 

Öldürdükleri güzelim bir ceylanı paralayan, etlerini lime lime eden tekinsiz vahşiler gibi daldıkları İstanbul’da evvela önlerine gelen boş, binasız, çimen – çayırı talan etmiş, sonra bununla yetinmeyip bazı binalara göz dikmeye başlamışlar. “Nasılsa sahibi yok, yüzlerce yıl önce ölmüş gitmiş” deyip, tarihi yapıların gözünü oymaya, ciğerini sökmeye, elini – ayağını koparıp derisini yüzmeye girişmişler. Ne kale bırakmışlar, ne kule… Şehrin en güzel yerlerini, en güzel binalarını birer birer mahvetmişler.
Neden böyle fenalıklar yaptıklarını sormak yersiz. Onlar Klingonlu. 

Gezegenimize istilacı olarak geldiler, neyimiz var neyimiz yoksa talan edip, işlerine yarayan varı – yoğu toplayıp, çekip gidecekler. Bizimle bu dünyada, bu kentte kalıcı değiller. Berbat bir sonbahar günü gelmişlerdi, mis gibi bir ilkbaharda gidecekler.

Onlar gittikten sonra yaralanan yerlerimize ilaç sürmemiz, kopan etlerimizi yerine dikmemiz gerekecek. O yüzden nerelerden darbe aldığımızı, cânım İstanbul’un hangi mücevherlerinin un ufak edildiğini bilmeli, not etmeliyiz. Kurtuluş son durak değil zira kurtuluştan sonra yapacak çok iş var.
Gökten üç elma düşecek. Biri size, biri bize, bir de İstanbul’umuza.

 ***

Bugün Eğitimci yanımı, çizgili defterimi evde bıraktım, Tarihçi heybemle yola düştüm. İşte topladıklarım:




Burası Şile Kalesi. Günümüzden 2000 yıl önce Cenevizliler (Cenovalı ticaret kolonicileri) tarafından inşa edilmiş. Daha sonra Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı tarafından, Karadeniz yönünden İstanbul’a yönelebilecek tehlikeleri önceden saptamak ve bertaraf etmek amacıyla kullanılmış. Üstte, 2009 yılında çekilmiş, orijinal halinden geriye kalanı görüyorsunuz. Alttakini ise bugün çektim. Klingon usulü (!) yenileme çalışmalarını yansıtıyor.

Kültür eğitimi, Tarih bilinci…

Mesela kaleye 2 km. ötede, gayet kendi halinde bir sahil kahvesinde, aşağıdaki güzelim fincanda vücut bulmuş kavramlar olmasına karşın, bu kadarcık Tarih bilincini, bu kadarcık estetik duyarlılığı maalesef Kale’yi onaranlarda görmek mümkün olamadı.

Klingonu da Klingonluları da hiç sevmiyorum.




Yenitan'da okumak için

SOSYAL MEDYADA MADARA OLMADAN…


Bu yazı internet başında bocalayan akranlarıma, eski zamanların süper kahramanı orta yaş grubuna ithaf edilmiştir.

Vallahi üstünüze afiyet, ben iyice rahmetli anneanneme benzemeye başladım. Gençlerin kolayca yapabildiği herhangi şeyi (bir cihaz, bir program mesela) ilk defa yapmak zorunda kalınca geriliyorum. Deniyorum, olmuyor. Mecburen gençten birinden yardım istiyorum. Yine de beceremezsem, o benimle dalga geçmeden, genellikle mırıltı halide veya içimden okkalı bir “hah işte, kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş” sallayıveriyorum. Tam rezillik.

Teknoloji daha 40’larımızda çoluk çocuğa madara etti bizi. Durmadan yeni bir şeyler çıkıyor ve insanı kullanıcısı olmak, dolayısıyla da öğrenmek zorunda bırakıyor. Çok fena, çok.

Her defasında yardımını dilendiğimiz o çokbilmiş (!) gençlere karşı güçlerimizi birleştirmeli, kâh el yordamıyla, kâh kırk çakallıkla edindiğimiz bilgi ve becerileri paylaşmalıyız. Orta yaş toplumun pırlantasıdır, altın kesesidir, baş tacıdır.

Yani, öyle olması gerekiyordu sanki…

Neyse.


madara_olmadan


Buyursunlar efendim, sosyal medyanın hiçbir yerde yazmayan “lüzumlu numaralar“ı:

1. Evlat, yeğen, arkadaş çocuğu ve sair… Facebook’taki fotoğraflarının altına zinhar “ah evladım, ne kadar güzel / yakışıklı çıkmışsın” “Allah nazarlardan saklasın” “Kocaman olmuşsun” gibi yorumlar yazmayın. Arkadaşları arasında alay konusu oluyor, size de öfkeleniyorlar. Üstelik dolaylı yoldan sizinle de maytap geçiyorlar.

2. Facebook gibi sosyal platformlarda oyun oynuyorsanız, “güvenlik ayarları” kısmından sadece kendiniz görecek şekilde ayar yapın. Eski dekanımın şeker yakalama oyununda rekordan rekora koştuğunu görmek, benim bile içimi sızlatıyor.

3. Küstüğünüz bir arkadaşa, eski eşinize, kızdığınız bir aile ferdine üstü örtülü göndermeler yapmayın. Bir defa sızlanmalarınız arkadaş listesindekileri sıkıyor, ayrıca herkes (hedefe koyduğunuz kişi hariç herkes) kime ne laf soktuğunuzu anlıyor. Hele gençler, arkanızdan “kezban” diye alay ediyorlar. Vallahi, dost acı söyler.

4. Uluorta yerde “bana oyun isteği yollamayın” çemkirmelerinize de bir son verin. Söz konusu oyunu bloklayın, yeter. Böylece kimse size o oyununun davetiyesini gönderemez.

5. Kimseye twitter hesabını sormayın. Zaten kendi ismiyle açtığı ve aktif olan bir hesabı varsa diğer sosyal ağlarda (mesela facebook’ta) paylaşmıştır. Hele gençlere? Aman sakın!

6. Facebook hesabınızın şifresi bir takım güvenilmez kimselerin eline geçmiş olabilir. Sizin haberiniz olmadan reklam amaçlı paylaşımlarda bulunabilirler. Böyle bir tatsızlık başınıza gelirse hemen şifrenizi değiştirin. Ardından Facebook idaresine şikâyette bulunun. Sayfanın sağ üst köşesindeki çark biçimli ikona tıklayınca bir liste açılacaktır. O listenin en altında “report a problem” ya da “sorun bildir” seçeneğini tıklayıp derdinizi yazın. Birkaç gün içinde cevap gelecektir. O da olmazsa yeni bir hesap açın, eski hesabınızdaki arkadaşlarınıza tek tek davetiye yollayın ve güvenilirliğini yitirmiş eski hesabınızı silin.

7. Twitter, herkesin okuması için yazdığınız bir alan. Ancak Facebook söz konusu olduğunda mahremiyet yönetimi mümkün. İsterseniz fotoğraflarınızın, videolarınızın veya “durum” satırına yazdıklarınızın herkesçe görülmesine engel olabilirsiniz. “Paylaş” / “Post” butonunun hemen solundaki küçük oku tıklayarak paylaşımınızın kimler tarafından görülebileceğini belirleyebilirsiniz. İster kamuya açık / herkes, ister sadece arkadaşlar, istenirse de sadece belli birkaç arkadaşınızın görebilmesi için seçenekler mevcut.

8. Buraya kadar gençlere ve ele güne karşı sanal itibarınızı ele almanızı sağladık. Şimdi sıra daha tatsız bir konuda: Sosyal medyada herhangi bir tehdit ya da hakarete maruz kalırsanız (ki maalesef çok sık oluyor böyle utanmazlıklar) hemen ekran görüntüsü almanız gerekiyor. Çünkü o fenalığı yazan kişi yazdıklarını silebiliyor ve sizin elinizde mahkemede delil olarak kullanılabilecek bir şey olması gerekiyor.

Velev ki birisi tarafından Facebook duvarınıza veya sadece sizin görebileceğiniz mesaj bölümüne çirkin sözler yazıldı. Önce klavyenizin en üst sırasındaki tuşlardan PrntScr (print screen / ekranı yazdır) tuşunu tıklayın. Böylece o anda bilgisayarınızın ekranında görünen her şey (ekranda yazan tarih ve saat dahil) kopyalanacak. Sonra bilgisayarın “Başlat” menüsünden herhangi bir fotoğraf düzenleme programını açın. Mesela Windows ile çalışan bilgisayarlarda “Microsoft Office Picture Manager” kendiliğinden yüklü geliyor, onu açabilirsiniz. Bu yoksa Paint ya da başka görsel biçimlendirme programları yüklü olabilir. 

Hiç biri yoksa en azından bir Word dosyası açabilirsiniz. Yeni bir “Word Document / Belgesi” açın. Crtl tuşuna basın, basılı tutarken bir yandan da v tuşuna basın (büyük v küçük v fark etmez). Az önce kopyaladığınız görsel karşınızda belirince bu tuşları bırakabilirsiniz. Belgeyi hemen kaydedin ve avukatınıza müracaat edin.

Siber suçlarla mücadele, sadece hükümetin itibarını korumak için vatandaşın sosyal medyadaki faaliyetini izlemekten ibaret değildir. Vatandaşın da kanun tarafından korunan bir itibarı vardır ve hiç kimse anonim adlar altında başkalarının huzurunu bozma hakkına sahip değildir.


Bizden önceki nesillerden farklı bir dünyadayız. Artık gençlikte edinilen bilgiler, alınan 4-5 yıllık eğitimle bir ömür bir meslek icra etmek mümkün değil. Sürekli öğrenme çağındayız. Öğrenme eylemi, yaşamı devam ettirmenin bir koşulu haline geldi.

Bizim öğretmenlik mesleğinin bir yanı da kendini eğitmek, kendi öğrenme treninin duraksamadan ilerlemesini sağlamaktır. Bu avantajımı okurlarımız için kullanayım istedim. Sürç-i lisan ettikse affola. Niyetim size öğretmenlik taslamak değil, sadece paylaşmak.

Burada değinme fırsatı bulamadığım başka konularla ilgili “yorum” kısmına yazınız. Gerçi alanım değil ama elimden geldiğince cevaplamaya çalışırım. Olmadı, teknoloji editörümüze danışırız. Maksat, yeniyetmelerin karşısında dil bilmez dağlı gibi kalmayalım ;)


Yenitan'da okumak için


(14)

ÖĞRETMEN SEÇEN ANNELER, BABALAR?


Son günlerde internette bir slogan dolaşıyor. Aşağıya Facebook’tan bulduğum bir görselini koydum. Okuyunca insanın aklı karışıyor.

İki kutsal çatışmakta sanki. Oysa öğretmenlik sözüm ona kutsal meslek, annelik ise kutsal kavramların Nirvana’sı neredeyse. Kötü anne, kötü öğretmen olmazmış gibi yapmadık mı bunca zaman? Ama var. Kötü anne de var, kötü öğretmen de!

Bu slogan, Yenitan’ın geçmiş sayılarından biri için yazdığım yazıyı hatırlattı. Çocuğunuzun emin ellerde olduğundan pek emin değilseniz, bir göz atmanız yararlı ve aydınlatıcı olacaktır. Her iki açıdan da…


2011_bize_bir_ogretmen_iyisinden_olsun2




ÖVGÜCÜ ÖĞRETMEN:

Evvela çocuğu durmadan metheden öğretmene şüpheyle bakın. Muhtemelen sizinkinin hangisi olduğunu dahi çıkaramadığı için yuvarlak sözlerle vaziyeti idare etmeye çalışıyordur. Böyle öğretmen olur mu demeyin. Nasıl olmasın? Haftada 20-24 saat derse giriyor. Haftalık ders yükü düşük branşlardan birinin, mesela Tarih, Coğrafya, Biyoloji, Felsefe gibi bir dersin öğretmeni ise 10-12 farklı sınıfa ders veriyor demektir. Bu hesaptan hareketle 200-250 kadar öğrencisi vardır ve inanın bazılarını hatırlayamayacaktır. Ayaküstü yakalayıp “hocam, nedir bizim çocuğun durumu” deyiverirseniz, nezaketinden “Nerden bileyim senin çocuğun kim. Veli görüşme saatinde gelsene kardeşim” diyemez, mecburen idare-i maslahat yoluna gider.

KAPALI ZARFÇI ÖĞRETMEN:

Veli toplantısında “sizin çocuk çok zeki ama çalışmıyor” diyen öğretmen de kafanızda soru işareti uyandırmalı. Bir kere zeki bir çocuk olduğunu nereden anlamış, onu bilmek lazım. Derste anlatılanları hemen kavraması, zekâsına işaret ediyor demek istemiş olabilir. Buna rağmen çalışmadığını, önceki derslerde öğretilenleri unutmasından çıkarıyorsa, o zaman çocuk öğretmenin söylediği kadar zeki de olmayabilir. Zira hafıza, zekânın önemli göstergelerinden biridir. Madem bunlara rağmen öğretmenden “zeki ama çalışmıyor” sözünü işitiyorsunuz o zaman mealini de anlayın: Veli olarak çocuğunuza yeterli ilgiyi ve özeni göstermiyorsunuz diyor hoca, onu demeye getiriyor. Haftada bir-iki gün iki yahut dört ders saati gördüğü bir öğrencinin evde ders çalışmasını sağlamak, takdir edersiniz ki öğretmenin işi değildir. Üzerinize düşeni yapınız. Öğretmene ilgisiz demeden, çocuğu çalışmadığı için azarlamadan önce kendi ödevinizi yapıp yapmadığınızı kontrol edin.

SEVGİ KELEBEĞİ ÖĞRETMEN:

Sıradaki özellik hakkında aklınızdan geçeni biliyorum. Hemen söyleyeyim, yanılıyorsunuz. İyi bir öğretmen olmak için çocuk sevmek gerekmez. Doktor, hastaları sevdiği için mi tıbbı seçti? Ya da zanlı / suçlu sevgisi yüzünden mi yargıç, savcı, avukat oluyor insanlar?
İyi bir öğretmen olmak için çocuk sahibi olmak ya da çocukları sevmek gerekmez. Bu sadece öğretmenin o gürültücü kalabalığa katlanmasını kolaylaştırır. İyi öğretmen, bilgiyi sever, öğrenmeyi sever, öğretmeyi sever. İşi de budur zaten. Bilmek, öğrenmek, öğretmek.

2011_bize_bir_ogretmen_iyisinden_olsun3

Esasen, uygarca yaşayacak geliri elde edebilen, mesleki donanımını geliştirmesi için yeterli zaman tanınan, mesela haftada 1 günü boş bırakılan hemen her öğretmen iyidir. Zira kötü öğretmeni yaratan eğitim fakülteleri değil, işveren konumundaki okullardır. Öğretmen seçmeye kalkışmak yerine tavsiyem, okul seçiminizi gözden geçirmeniz.

200’ü aşkın öğrencinin adını, geçmişini, yeteneklerini, desteklenmesi gereken yanlarını, hangi derste başarılı olup hangisinde zorlandığını takip edebilmesi için yeterli zaman ve olanak tanınırsa, emin olun her öğretmen elinden gelenin en iyisini yapacaktır. Sizin için değil ha! Sakın üzerinize alınmayın sevgili veliler. Çocuk için. Gelecek için. Hatta bazı durumlarda öğretmen, anne babaya rağmen, çocuğun geleceği için, elinden gelenin en iyisini yapmaya, daima gayret eder.

Bu yüzden saygıyı hak ediyor öğretmenler.

Hepsi.

Hepinizden.

Bilin istedim.


Yenitan'da okumak için

İyiliğe inanmak




İyiliğe inanır mısınız?

Hiç karşılık beklemeden yaptığınız bir iyiliğin dönüp sizi bulacağına?

“İyilik yap / İyilik bul / Kim kazanmış kötülükten” diye bir çocuk şarkısı öğretmişlerdi ilkokulda.
İnanmış mıydınız?

“Güzel günler göreceğiz / Güneşli güzel günler” demişti şair. Sizin de içiniz umut dolmuş muydu? Sevinmiş miydiniz?

Üstünüze afiyet, ben biraz salağımdır. Çocukluğum, kovboy filmlerindeki Kızılderililere üzülmekle geçmiştir. İyiliğe, iyi yüreklilerin kazanacağına inanmaya gayret ederim ama sizden saklayacak değilim: Eskisi kadar umutlu değilim.

Hırsız, katil, tecavüzcü, sahtekar, yalana bulanmış ellerimizle tertemiz, ışıklı çocuklar büyütebileceğimize hala inanabilir miyiz?

Yarının bugünden güzel olacağına, bunun gençlerimiz, çocuklarımız sayesinde olacağına inanmak istiyoruz. Ekmek ve sudan çok buna muhtacız. Arınabileceğimize, temizlenebileceğimize…

Geçen gün tesadüfen bir video izledim ve uzun zamandır ilk defa iyiliğe kapılıp gittim.
İyi geldi.

Siz de izleyin istedim.
Bu filmi hazırlayanlar “Life Vest Inside” isminde bir sivil toplum kuruluşu.
“İçindeki can yeleği”, adları bu.

Ne güzel!

Temiz günleriniz, ahlaklı yarınlarınız olsun efendim, iyi seyirler.




Eğitim ne, öğretmen kim?


(Yenitan’ın eski okurları bu yazıyı hatırlayacatır.)


Hepsi eczacıların suçu. Eczanelerde terlik, oje, şapka ve sair satılmaya başladığından beri işler karıştı. Marketten vitamin alan çocukların çağında bildiğimizi varsaydığımız “şey”lerin gerçek tanımını, gerçek işlevini hatırlamakta fayda var. Eğitim nedir, öğretmen kime denir, okul nasıl bir yerdir.

Haydi, başlıyoruz:

EĞİTİM NE DEĞİLDİR
  • Eğitim, bilgi aktarma değildir. Bilgiye ulaşma ve onu kullanma becerisini kazanma sürecidir.

  • Eğitim verilmez, alınır. Okumak istemeyen, eğitimden bir yarar sağlayacağına inanmayana kimse eğitim verilemez.

  • Eğitim kitlesel bir eylem değildir. Kamu, toplum eğitilemez. Birer birer şahıslar eğitilebilir. Bu yüzden eğitim çok para, zaman ve emek gerektirir.

  • Eğitim politikanın arka bahçesi değildir. Öyle olmasına öyledir de, o arka bahçede yetişen bitkilerin kimi zehirleyip kimi büyüteceği önceden hesaplanabilir bir iş değildir.

  • Her çocuğa becerilerine, zekâ türüne göre eğitim verilmelidir. Küçük yaşlarda ve erken sınıf seviyelerinde evet. Ancak eğitimin amacı hayata hazırlamaksa, zorunlu eğitimi bitiren gencin çalışma yaşamında ihtiyaç duyacağı bütün becerileri edinmiş olması gerekir. Yani çizime, resme yatkın bir çocuk ilkokul 1-2-3. sınıflardayken resmetme yoluyla matematik öğrenebilir. Ancak 15 yaşında fizik dersini hala resimle çalışıyorsa, bir şeyler eksik kalmış demektir.

ÖĞRETMEN NE DEĞİLDİR
  • Çocuk bakıcısı değildir. Okul saatlerini anne-babanın işten eve dönüş saatine kadar uzatmak çocuğun daha iyi bir eğitim almasını sağlamaz. Sadece öğretmene dadılık yaptırır.

  • Mavi yakalılar diye tasnif edilen işçi sınıfına mensup değildir. Olsa olsa fikir işçisi sayılabilir. Zira her öğretmen bir entelektüeldir. Kol işçisi maaşıyla değil, fikir işçisi maaşıyla çalışması gerekir.

  • Öğretmen soru soran değildir. Soru sormasını öğretendir.

  • Öğretmen bilim adamı değildir. Öğrenci tarafından kendisine duyulan ihtiyacın zamanla azalması, öğrencinin ilerlediğinin delilidir.

  • Öğretmen aile terbiyesi vermekle yükümlü değildir. Çocuğun temizlik, görgü ve saygı kurallarını ailesinden öğrenmesi gerekir.

  • Öğretmen eleştirilmez, dokunulmaz, sorgulanmaz değildir. Her velinin “çocuğum başka bir öğretmenin sınıfında olsa daha hızlı gelişir miydi” sorusunu sormaya hakkı vardır.

  • Öğretmen tehdit mercii değildir. Teşvik merciidir. Not defterini göstererek “ağzınla kuş tutsan bu dersten geçemezsin” diyen, öğretmen olamaz.

  • Öğretmen ofis personeli değildir. Mesaisi bitince işi bitmez. Her bir öğrencinin gelişimi, sorunları ve başarısı için son zil çaldıktan sonra da düşünür, çalışır, araştırır.

OKUL NE DEĞİLDİR
  • Okul korku tüneli değildir. Öğrencinin ayakları geri geri giderek, korkarak devam edeceği bir kurum değildir.

  • Okul, kimsenin mülkü değildir. Hele müdürün ya da yöneticinin kral olduğu bir kraliyet hiç değildir. Okul birine ait sayılacaksa olsa olsa öğrencilere ait addedilebilir.

  • Okul tek tip yurttaş fabrikası değildir. Okulda edinebilecek en yararlı alışkanlık, sorgulama becerisi, bilimsel düşünce, yani rasyonelliktir.

  • Okul karbon ve selülozdan ibaret değildir. Müfredat programında sadece teorik derslere değil, spor ve sanata da olabildiğince yer verilmelidir.

  • Okul diploma matbaası değildir. Bir mesleğe ait bilgi ve becerilerin tümünü edinmeden ya da istenen genel kültür seviyesine erişmeden alınan diploma gazete kâğıdından farksızdır.

  • Okul kurallar ve yasaklar kalesi değildir. İmkânlar ve seçenekler denizidir.

  • Okul nostaljik duygularla gezilecek bir müze değildir. Gençleri geleceğe hazırlayan bir araştırma laboratuvardır.
Yenitan'da okumak için

FABRİKA AYARLARINA DÖNÜŞ



Teknolojinin hayatımızdaki yeri genişledikçe, dilimize de yeni kavramlar yerleşti: fabrika ayarları, mesela. Cep telefonu, bilgisayar, tablet gibi cihazların elimize ilk geldiği haline, o günkü içeriğine “fabrika ayarları” deniyor. Yani biz ihtiyaçlarımıza, keyfimize, zevkimize göre o ayarları değiştirmeden önceki hali.

Bence eğitimde de fabrika ayarlarına, default (kendi gelen) ayarlara dönme vaktimiz geldi de geçiyor. O kadar çok oynadık, o kadar çok değiştir-düzelt-değiştir-düzelt yaptık ki, eğitimin amacından koptuk. Bu çocukları ne diye okula gönderdiğimizi unuttuk.

Tarihe dönelim.
Mağara adamı çocuğuna ne öğretir? Nereden yiyecek bulup karnını nasıl doyuracağını ve nereden tehlike gelebileceğini, kendini ne şekilde savunacağını, değil mi? Avlanmak, yenebilecek meyve ve bitkileri tanıyıp toplamak, yüzyıllar ilerledikçe de ihtiyaç duyacaklarını üretmek, ekip biçmek.

https://en.publika.md/italian-caveman-is-teaching-how-to-be-a-neanderthal-how-much-is-charging-for-the-lessons_2659608.html

Eğitimin temel amacı çocuğa kendi başına hayatta kalmasını sağlayacak bilgiler vermek. Peki, günümüzde 12 (yazıyla on iki) sene sözümona eğitilen insan yavrusu, doğada ya da şehirde kendi başına hayatta kalacak bilgileri ediniyor mu? Geçimini sağlayabilir mi? Kendini koruyabilir mi?
Hayır.

İddia ediyorum, okulda işe yarar hiçbir şey öğrenmiyorlar. Neler neler öğrenmiyorlar ki!
Yemek yapmayı öğrenmiyorlar.

Telefonu veya bilgisayarı (en çok kullandıkları şeyler) tamir etmeyi öğrenmiyorlar.
Sağlıklarını nasıl koruyacaklarını, basit bir yaralanma veya hastalık durumunda ne yapacaklarını öğrenmiyorlar.

Dikiş dikmeyi öğrenmiyorlar.
Kablo çekmeyi öğrenmiyorlar.
Çivi çakmayı, duvar boyamayı, temizlik yapmayı öğrenmiyorlar.
Say say bitmez.

Okulda ne öğreniyorlar peki? Bize öğrettiklerinin aynısı: neye yaradığını hala çözemediğimiz bütün o kitabi laflar. Bunları niye öğretiyoruz çocuklarımıza? E, genel kültür önemli. Peki, kültürlü bireyler olarak mı bitiriyorlar temel ve zorunlu eğitimi? Herhangi lise mezununu iki – üç basit soruyla sınayın, göreceksiniz. Kültürsüzlüğün, cehaletin dibini bulmuş durumdalar.

10 – 18 yaş arası herhangi çocuğun sıradan bir günde kullandığı tüm cihazları gözümüzün önünden geçirelim. Bunlardan hiç birini kullanmayı okulda öğrenmedi, farkında mısınız?

Gençler gerçek hayatta gerekli olan bilgileri okul dışında ve “bir şekilde” ediniyorlar. En çok da birbirlerinden öğreniyorlar. Bu yüzden öğretmeni değil, arkadaşı saygın görüyorlar.

Şimdi anne – babalar, öğretmenler, eğitim yöneticileri ve eğitimin çocuk dışındaki tüm aktörleri ay-vay ediyor, “hiç ders çalışmıyor” veya “okulu hiç takmıyor” diye.

Niye taksın ki? Ailesinin ısrarı ve devletin zoruyla gittiği, yalnızca arkadaşlarıyla buluştuğu için değerli ve anlamlı bulduğu bir yer haline geldi okul. Okul kafe oldu. Okulun içi boşaldı.

Artık ideolojik mideolojik saplantılardan kurtulmanın vakti gelmedi mi? Sanayileşmenin başladığı 1800’lerdeki toplumunun ihtiyaçları gözetilerek hazırlanmış bu demode eğitim anlayışını ne zaman bırakacağız? Okulu ve müfredatı fabrika ayarlarına döndürmezsek, eğitimin gerekli olduğu fikrini bu cin gibi gençlere nasıl anlatabiliriz?