ÇOCUK FETİŞİZMİ VE ANNE BABAYA RAĞMEN ADAM OLAN ÇOCUKLAR - 7 Mart 2012



Ülkemizde, özellikle şehirli orta – üst orta sınıflarda çocuk sahibi olmak, çocuk yetiştirmek ebeveynler için neredeyse bir tür bilimsel projeye dönüştü. Özellikle yeni anne babalar çocuğa ne yedireceklerini, onu nerede uyutacaklarını, ne kadar ne yapacaklarını öğrenmek için internetin tozunu atıyorlar. Girilmedik site, doldurulmadık test bırakmıyorlar. Derslerini en iyi çalışan ebeveynlerin, sonunda en şahane çocuklara sahip olacağı bir yarışma adeta.

Çocuk fetişizminin türlü ekolleri var. Bazıları herkesin yaptığının tam tersini tercih etmeyi “havalı” buluyor, kimi de oyuncaktan yiyeceğe, sunulabilir hemen her şeyi çocuğun başından aşağı boca etmeyi iyi annelik, iyi babalık sanıyor. Sağdan soldan devşirdikleri bu kırk yama bilgiciklerle pedagogların kapısını aşındıran ana babaların aldıkları tavsiyeler karşısında cevabı ortak: Ama biz…
Ama biz internette öyle okumadık…

Ama bizim beslenme uzmanı bir arkadaşlar var…
Ama biz o okula kaydettirmek için çok uğraştık…
Ama bizim hedeflerimiz farklı yönde…
Ama biz çocuğumuz için…

Emin oldukları “şey”ler bunlarla sınırlı değil. Ellerindeki çocuk ister 8 aylık olsun ister 8 yaşında, ortada bir problem olduğundan yüzde yüz eminler. Her sabah kalkıp çocuk bugün ne sorun çıkaracak diye izlediklerinden şüpheleniyorum. Bu pek profesyonel anne babalar, sorun avcısı kılığında ve gözleri mütemadiyen çocuğun üzerinde: “Çavdar ekmeğini yemedi, acaba sindirim sisteminde bir sorun mu var?” ya da “Arkadaşıyla tartışınca psikolojisi bozuldu. İnternette okuduğum o bitki çayından mı içirsem.”

***

Bu pimpirikli tutum bazen öyle zıvanadan çıkıyor ki, çocuk için en zararlı ne ise onu, varsayılan derde deva gibi gösterebiliyor. Örnek mi? 

Bütün hafta anne – baba iş yerinde, çocuk evde bakıcı teyzeyle ya da büyükanneyle ev hapsinde. Nihayet hafta sonu geliyor. Çocuk cumartesi gününü kapalı spor salonunda, pazar gününü ise bir apartman dairesinde bulunan sözümona oyun kulübünde geçiriyor. Anne baba ise kendilerince çok mühim bir görevi yerine getirmekte: Şoförlük.  Bu özenle seçilmiş hafta sonu aktivitelerine çocuk tek başına gidecek değil ya. Ne güzel işte, ailecek arabaya biniliyor, bir binadan diğerine intikal (!) ediliyor. Çocuğun meşgul tutulduğu saatler içinde de anne ile baba ya haftalık alışverişi hallediyor ya da arkadaşlarıyla buluşuyorlar. Al sana sosyal aile!

Başka?
Gece uykusu bölünmesin, korkunca, acıkınca, kötü bir rüya görünce ağlayıp anne babayı kaldırmasın diye ilkokul çağına kadar ebeveyn yatağında uyutulan çocuklar var. 

Daha?
Okuldan sonraki zamanını verimli (!) değerlendirsin diye alışveriş merkezine götürülen çocuklar biliyorum. Bu yöntem daha ziyade ev hanımları için ‘bir taşla iki kuş’ hesabı yapılarak geliştirilmiş olmalı. Zira okuldan çocuğunu kapan anneler AVM kafelerinde çene çalarken, çocukları bu mekânlardaki oyun alanlarında vakit geçiriyor, bir oyuncaktan diğerine saldırıyor. 

***

Günümüzde kadınların yükseköğrenim görmesi ve iş yaşamında yer almasıyla paralel, anne olma yaşı ilerledi. Özellikle 30’larında çocuk sahibi olan çiftlerin sıkça düştükleri hatalardan sadece bir kaçını sıraladım. Daha nice abesle iştigal örnekleri var, biliyorsunuz. 

Çalışan anne çocuğuna yeterince zaman ayıramadığı düşüncesiyle bir vicdan azabına kapılıyor. Vicdanını rahatlatmak için olmadık işlere kalkışıyor. Çocuğu oyuncak yağmuruna boğmalar, onun marka ayakkabı – giysi taleplerine yetişmek için kredi kartı limitini aşmalar, eş dosta hava atabilmek için o bütçelerle ödenmesi imkânsız okul taksitlerini denkleştirmeye çalışmalar… Vicdan rahatlıyor mu? Şüpheli. 

Bu tahsilli, meslekli anne çalışmıyorsa, bu defa bütün gününü çocuğa ayırmayı, başka hiçbir şeyle ilgilenmemeyi zül addediyor ve çocuğu mümkün olduğunca bir yerlerde bir şeylerle meşgul tutarak kendine zaman açmaya gayret ediyor. Bu yüzden onun da vicdanı bir türlü rahat edemiyor. Evde kek – kurabiye yapmak yerine ambalajlısını aldığı için kahrolan ama ‘yakayı kaptırmamak’ adına bu alışkanlığından da vazgeçmeyen anneler tanıyorum. 

***

Evladına büyük bir sevgiyle bağlı bu aklı karışık anne babaların uyguladığı yöntemler istenen sonucu verir mi, bu çılgınlıklara başvuran aileler sonunda hayallerindeki harika çocuğa kavuşur mu bilemem. Hiçbir eğitimci “şu formülü uygularsanız çocuk istediğiniz gibi biri olur” diyemez. Her çocuk ayrı bir birey, her ailenin kendine has dinamikleri var. 

Ben size olmuşlardan bahsedeyim. Ailelerinin gözünde harika çocuk sayıldılar mı bilinmez ama harika adamlar, harika kadınlar bakın nasıl koşullarda yetişmiş:

Maria Skłodowska adıyla 1867’de Varşova’da dünyaya gelen, 1903’te Nobel Fizik ve 1911’de Nobel Kimya ödüllerine layık görülen büyük bilim insanı Marie Curie, annesini tüberkülozdan babasını da tifüsten kaybettiğinde henüz 11 yaşındaydı. Bir anlamda öksüz ve yetim büyüdü.

Elektrik ampulünün mucidi Thomas Alva Edison 7 kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldi. Henüz 1. sınıfa başladığı sene algısının yavaş olması nedeniyle okuldan uzaklaştırıldı. Trenlerde işportacılık yaparken geçirdiği bir kaza sonucu sağırlığa yakın ciddi bir işitme sorunuyla başbaşa kaldı. 

Dünyaca ünlü aktör Anthony Hopkins’e teşhis edilemeyen disleksi (okuma bozukluğu) sorunu yüzünden okul yaşamı boyunca zekâ geriliği gerekçesiyle zor zamanlar yaşatıldı.

Steve Jobs, Bill Gates gibi modern teknolojinin dev isimleri okulda intibak sorunu yaşadılar ve her ikisi de üniversiteyi yarıda bıraktı.

Özetle, çocuk su gibidir, yolunu bulur. Ona başarıya endeksli olmayan, koşulsuz bir sevgi sunmanız ve yeteneklerine uygun bir gelişme ortamı sağlamanız anne baba olarak yapmanız gereken yegâne iştir. Bu işin fazlası da azı kadar zararlı olabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder