ATAMAYAN / ATATAMAYAN / ATANAMAYAN
PARDON?
“Atanamayan öğretmenler” sözü bu
yılın moda tekerlemesi haline geldi ya, artık ağlasak da boş bağırsak da.
Merhum Zeki Müren’in ekranlarda “şemsi paşa pasajında sesi büzüşesiceler” deme
– dedirtme olimpiyatlarında (!) gibi televizyonda konuşanlar: Atamayan
öğretmenler, atatamayan öğretmenler, atanamayan öğretmenler…
Filmi başa saralım, temsili bir
öğretmenin ardına takılalım. Bu genç öğretmen daha dört – beş yıl önce
öğrenciydi, değil mi? Üniversite giriş sınavına (ÖYS mi, ÖSS mi, YGS mi desek,
dilimiz alışana kadar adı değişiyor) girdi, filan üniversitenin eğitim
fakültesindeki falanca öğretmelik bölümünü tercih etti, listeye işaretledi. Bin-bir
emekle çalışıp kazandı, zira öğretmenlik bölümlerinin puanları öyle az-buz
değil. Tamam, her üniversite adayı alın teri döküyor, o çalışma sayılmaz. Diyelim
ki bu genç, çoğunun altyapısı son derece yetersiz, deneyimli öğretim elemanı
sayısı sınırlı bu bölümleri bitirerek öğretmen sıfatı kazanmayı da başardı.
Bitti
mi? Bitmez. Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “her şehirde üniversite açmak
edepsizliktir” sözü, çıplak ve çirkin gerçeğin kibarcası. İnanmayan, eleştirileri
abartılı bulanlar, herhangi devlet üniversitesinin eğitim fakültesini ziyaret
etmeliler. Böylece, öğretim alanlarının genel temizliği, teknik donanım,
bilgisayar sayısı ve kalitesi, kütüphanedeki eser miktarı, internet erişimi, araştırma
olanakları, fen dalları için laboratuar ve sair konudaki eksikleri gözleriyle
görebilirler.
Öyle ya da böyle mezun oldu öğretmen.
Yani artık eğitim sektörünün en önemli aktörlerinden biri. Sanayi, otomotiv,
turizm, finans gibi sektörleri bilemem ama eğitim sektörünün en büyük işvereni hiç
şüphe yok ki, devlettir. Devlet okullarında okuyan öğrenci nüfusu 15 milyonun
üzerinde. Üstelik bu sadece ilk ve orta dereceli okullardaki öğrenci sayısı. Genç
öğretmen bu yüzden özel okullardan önce devlete başvuruyor. KPSS’ye giriyor,
puan tutturuyor, tayin bekliyor ama devletin onu yerleştirecek kadrosu yok. Ne
olacak şimdi?
Sosyal medyada sıkça soruluyor:
Devlet
her üniversite mezununa iş vermek zorunda mı?
Bence
hayır, tabii ki hayır. Örneğin iddiaya göre 300.000 İktisadi İdari Bilimler
Fakültesi mezunu, KPSS’ye giren en büyük kitleyi oluşturuyormuş. Onlar da devlet
kadrolarında yer bulamıyor, hatta eğitim fakültesi mezunlarına bu bağlamda sitem
ediyorlar.
Peki,
atanamayan öğretmenler neden feryat ediyor o zaman?
Bu
öğretmenlerin çoğu hâlihazırda devlet okullarında sözleşmeli olarak çalışıyor.
Ancak hem aldıkları ücret kadrolu öğretmenlerinkinden çok daha düşük hem de
özlük hakları kuş kadar. Buna feryat ediyorlar. Düşünsenize, iki Türkçe
öğretmeninden biri diğerinin 2-3 katı maaş alıyor ama aynı iş yükünü
omuzluyorlar. Bir de tabii devlet kurumlarında, örneğin, iktisatçı açığı ile
öğretmen açığını bir karşılaştırmak gerek.
CHP’nin soru önergesine yanıt veren
eski Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Nisan 2011’de resmi eğitim kurumlarında
566 bin 891 kadrolu, 69 bin 865 sözleşmeli olmak üzere, toplam 636 bin 756
öğretmenin görev yaptığını, 146 bin 194 öğretmen açığı olduğunu bildirmişti. Demek
ki yeni öğretmen alımı yapılmamasının nedeni öğretmen eksiğinin giderilmiş
olması değil. Mali sebepler. Yani neredeyse 150 bin öğretmene ihtiyaç var ancak
70 bin kadar sözleşmeli öğretmen kadroya alınmıyor, deyim yerindeyse ucuza
çalıştırılıyor. İşte bunun izahı yok.
Elbette devlet her üniversite
mezununa iş vermek zorunda değil. Ancak her emeğin bir değeri vardır ve devlet,
ilk ve orta dereceli resmi eğitim kurumlarında okuyan her vatandaş evladına
eğitim yani öğretmen vermek zorundadır. Hele de eğitim sektörünün en büyük
işvereni iken…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder