Franz Kafka “gençlik mutluluktur, zira güzelliği görebilir”
demiş. James Joyce da “şeytan aslında, İsa’nın bir an görünüp kaybolan romantik
gençliğidir” sözleriyle tarif etmiş gençliği. Sigmund Freud ise “gençler
bilebilse, yaşlılar yapabilse” diyor.
Gençlik tarih boyu tazeliği, enerjiyi, umudu ve olanakları
temsil eden bir fenomen. Hayatı, güçlükleri, katlanmak zorunda kalınacakları
bilmediğimiz, bu karşın enerji ve kudretle dolu olduğumuz yaşlar, gençlik
yılları. Edebiyatta, sanatta gençliği yılgınlıkla, umutsuzlukla bir tutmak, pek
âdetten
değil.
Oysa 2012 Türkiye’sinde bir takım rakamsal veriler alışıldık
gençlik tasviriyle çelişiyor. 500 bin genç, hayata havlu atmış gibi. Nasıl mı?
Önce, bazı kısaltmalarla tanışmamız gerek. Örneğin YGS,
yükseköğretime geçiş sınavı. Yani liseyi bitirenlerin ya da lise son sınıfta
okuyanların üniversiteye gidebilmek için girdiği iki sınavdan ilki, bir bakıma
1. basamak sınavı. Bu sınavı geçebilenler LYS diye anılan Lisans Yerleştirme
Sınavına girmeye hak kazanıyorlar. Her aday kendi branşında fen, matematik,
sosyal bilimler ve Türkçe-edebiyat testlerinin yer aldığı bir dizi sınava tabi
tutuluyor. Bunları da başaranlar 4 yıllık fakültelere yerleşmek için bir tercih
listesi hazırlıyorlar.
2012 yılında YGS’ye giren ve baraj puanı tutturup LYS’ye
başvurma hakkı kazanan 1 milyon 329 bin 680 aday var. Rakam akıl alır gibi
değil. Avrupa’da büyükçe bir kentin nüfusu kadar! Yaklaşık 1.350.000 genç,
ikinci basamak sınavlarına girecek. Girecek ki, en azından bir yıldır
uğraştığı, didindiği, ulaşmak için dershanelere, deneme sınavlarına koşturduğu
amacı gerçekleşsin, LYS’ye girip istediği bölüme yerleşsin.
Ama öyle olmuyor işte.
1.350.000 gençten yaklaşık 500.000’i (yazıyla: beş yüz bin)
ikinci basamak sınavlarına başvuru bile yapmamış. Yarım milyon genç, yolun
yarısında havlu atmış, yarıştan çekilmiş, pes etmiş. Elbette elleri hepten boş
değil. İsterlerse sadece 2 yıllık yüksekokullar arasından seçecekleri bölümlerden
oluşan bir tercih listesi hazırlayabilir, YGS puanlarıyla buralara
yerleşebilirler.
Ancak kimse beni bu 500.000 adayın hepsinin de gerçekte 4
yıllık bölümleri hedeflemediğine, zaten 2 yıllık bölümleri istediğine
inandıramaz. Yıllarca dershane öğretmeni olarak çalıştım. Binlercesinin
üniversiteye giriş döneminde neler yaşadığına, hangi evrelerden geçtiğine
tanıklık ettim. Rutin ders saatleri dışında konu tekrarı veya soru-cevap
çalışması yaptığım etütleri, gelen öğrenci sayısının çokluğundan kantinlerde
yapmak zorunda kaldım.
Üniversite giriş sınavlarına hazırlanma kararı alan her
öğrenci, %1’lik dilimden öğrenci alan, en yüksek puanlı bölümlere yerleşmeyi
hayal eder. Bunun istisnası yok. Zaman ilerledikçe aday, kendi branşında
(sayısal / sözel / dil gibi) erişebileceği puanın ne olacağını, yerleşebileceği
bölümlerin nereler olabileceğini görür ve ona göre hedeflerini gözden geçirir.
Ama örnekse Eylül ayında dershaneye gelen her dil alanı öğrencisi Boğaziçi
Mütercim Tercümanlığa girmek istiyordur. Ancak birkaçı yıl sonunda tercih
listesinde bu bölüme yer verir.
O halde birinci basamağı başarmasına rağmen ikinci basamağa
girmeyen adayların aklından neler geçiyor olabilir?
·
Muhtemelen bu 500.000 adayın bir kısmı, yüksek
ihtimalle %10 kadarı gerçekten iki yıllık bölümleri istiyor. Hayalinde bu
türden bir eğitimle ulaşacağı bir gelecek var.
·
Bir bölümü ise bu yıl istediği puanı
alamayacağını düşünerek, harç masrafından kaçınıyor ve gelecek yılki sınava
hazırlanmaya karar verdi.
·
Bazıları 4 yıllık bir üniversite tahsiline
ayıracak bütçeye sahip değil. Belki ilk sınava girerken durum farklıydı, şimdi
aile 4 yıl okutacak maddi imkânlardan yoksun kaldı.
·
Muhtemelen bir bölümü saygın ve köklü
üniversitelerden birinde iki yıllık bir programa devam etmeyi, yeni kurulmuş ve
eğitim kalitesi hakkında soru işaretleri bulunan bir üniversitede 4 yıl
okumaktan daha mantıklı buluyor olabilir. Her şehre bir üniversite
açabilirsiniz ama o üniversitelerin her birine kaliteli eğitim verecek altyapı
ve kadroları nereden bulacaksınız? Bakkal dükkânı değil ki bu!
·
Bırakın yazmayı, düşünmeye bile çekiniyorum ama
500.000 adayın yolun yarısında yarıştan çekilmesinin bir sebebi de “okuyup da
ne olacaksın, otur evinde” yahut “geç babanla beraber işin başına, tahsilliler
kaç para kazanıyor” şeklinde dillendirilebilecek muhafazakârlaşma olabilir. Kız
çocuğunu 20’sine varmadan evlendirmek, erkek çocuğunu ticarete yönlendirmek ne
yazık ki ülkemizde yaygın ve tehlikeli bir alışkanlık.
Yukarıdaki sebeplerden hangisi baskındır, hangisi küçük bir
azınlığa ilişkindir bilmek zor. Bir kamuoyu araştırması yapmadan tatmin edici
bir cevap veremeyiz. Ancak genel yönelim maalesef yüksek tahsile saygı
gösterme, eğitimliyi yüceltme yönünde değil. Bunun da çeşitli sebepleri var
elbette. Atama beklemek zorunda bırakılan öğretmenlerin durumu, deprem
konusunda bol keseden palavra sıkan profesörlerin tutumu, cehaletiyle övünen
şarkıcıların yüzsüzlüğü, biz eğitimi savunanların işini kolaylaştırmıyor
doğrusu…