Yorgun
argın işten dönüyorsunuz. Evde salata yapacak bir şey kalmadığını
hatırlayıp, markete uğruyorsunuz. Birkaç domates ve yeşillik alıp eve
dönüyor, vakti gelince yemeği hazırlamaya koyuluyorsunuz.
Gün
boyu dışarıda didinmenin ardından evinizde, güvendesiniz. Rahatlamış,
hatta keyiflenmiş bir ruh hali içinde, domatesi ikiye kesiyorsunuz.
Hayatınızın
en büyük şoku o domatesin içinden çirkin yüzünü gösteriyor: Domates
çekirdekleri alışılmadık şekilde filizlenmeye başlamış! Çünkü elinizdeki
GDO’lu bir domates.
Bu sahneyi kaçımız kâbus olarak gördük? Kaçımız bilfiil yaşadık? Daha kaçımızın başına gelecek?
Ülkemizde
gıda ile ilgili yasa ve yönetmelikler değiştirildiğinde haberdar
olmuyoruz. Oysa konu hepimizi en hassas yerimizden, yaşama hakkımızdan
vuruyor.
Özel
bir çaba harcayıp meseleyi takip etmeyenler (ki onlara sade vatandaş
diyoruz) ne yürürlükteki yasalardan ne onların değiştirilmesinden ne de
marketten eve taşıdığı yiyeceğin çocuklarına ve kendisine nelere mal
olacağından haberdar.
Dünya
ölçeğinde geniş toplum kesimleri, azgın kapitalizm akıntısına teslim
edilmiş halde. Kadere doğru sürükleniyor, savruluyorlar…
Çağımızda
artık ekonomik, endüstriyel, siyasi veya tıbbi egemenlere güven
olmayacağını anlayacak kadar mürekkep yalamış yurttaşlar ise az daha
araştırma yaparlarsa ya paranoyak olacaklar ya da doktora tezi
verecekler. O derece titizlenme, o derece tedirginlik…
Olay ne? Bunca lakırdıyı neden ettim?
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından hazırlanan Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlere Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş.
Buna göre % 0,9 (binde dokuz) ve altında GDO tespit edilen ürünler, GDO bulaşanı
olarak değerlendirilecek ve izin verilebilecek. Azıcık GDO’dan bir şey
olmaz demiş, yetkililer. O kadar pislik kokutmaz, o kadar zehir
öldürmez…
GDO’ya Hayır Platformu’nun yaptığı açıklamaya göre, bu yönetmelik değişikliği ile bebek mamalarında da aynı oranda GDO kullanılması serbest olacakmış.
Mesela
hazır mamalara güvenemiyor, bebeğinizin mamasını kendiniz
hazırlıyorsunuz. Bunu yapacak zaman ve beceriniz olduğu için, ne mutlu
size. Ancak artık siz de o kadar “güvende” değilsiniz. Mamaya koyduğunuz
un, nişasta, süt, muz, elma, yoğurt da GDO içeriyor olabilir. Aman ne
güzel (!)
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete
Yirminci yüzyılın başında, 1900 yılında dünya nüfusu 1.650.000 idi. 1950’de 2,5 milyarı aştı. Sadece elli yılda bir milyar yeni insan, dünyaya merhaba dedi. Korkunç!
Daha
korkuncu, bir sonraki elli yıllık dilimde yaşandı: 2,5 milyarlık dünya
nüfusu 2000 yılında 6 milyar oldu! Bugün ise 7 milyarı aşmış durumda…
Tıp,
kimya, biyoloji, genetik bilimi, ziraat bilimi, ömrümüzü uzatacak
ilaçlar ve gıdalar geliştirdiğinde cici ama ürün hacmini arttıracak
formüller geliştirdiğinde kaka, öyle mi?
Bilimsel
gelişmeler sayesinde salgın hastalıkları yendik, kıtlığı yendik,
kanseri bile yendik sayılır. Ölmüyoruz. Ölmüyor ve fütursuzca ürüyoruz.
Bilim adamlarını maaşlı personel kılan kapitalizm de hepimize yetecek
miktarda gıda üretip paramızı kapmanın peşinde. Bu da onun fıtratı…
Bu
gezegenin havası, suyu, toprağı artık yetmiyor. İnsan dışındaki
canlılara zaten birkaç yüzyıldır yetmiyordu. İnsanın diğer tüm canlılar
aleyhine üremesi önce başka türlerin yok olmasına yol açtı, şimdi de
bizzat insanoğlunun kendi yok oluşuna giden yolu döşüyor.
Sistem,
en küçük kalabalığın tepkisini göze alarak geniş kitleleri memnun
tutacak biçimde işleyedursun, her birimiz külahımızı önümüze koyup
düşünmeliyiz: Ne yapabilirim?
Metropoldeki
işi gücü bırakıp köye, kırsala, kasabaya yerleşecek, tüketeceğimiz tüm
gıdayı ya kendimiz üreteceğiz ya da komşu köyden, güvenilir bir
üreticiden temin edeceğiz. Bu, birinci seçenek.
Yaşantısını
temelden değiştirmeye hazır veya elverişli durumda olmayanlar ne
yapacak? Modern insana has hırslardan, arzulardan vazgeçecek. Yani?
Çocuk
yapmayacak bir defa. Sağlıklı bir birey olarak büyütemeyeceği çocuğu
dünyaya getirmeyecek. Kendisi de en ufak hastalıkta doktora koşmayacak.
Olabildiğince doğal süreçlerin işlemesine izin verecek. Ecel geldiyse
efendi gibi ölecek… İkinci seçenek de bu.
Üçüncü bir yol görünmüyor. Zira nüfus artış hızı makul bir seviyeye çekilmeden hiçbir sorunumuzu çözemeyeceğimiz kesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder