ÖĞRETMENLİK HAKKINDA BİLMEDİĞİNİZ HER ŞEY
Bazı
meslekler üstün özellikler gerektirir. Örneğin herkes astronot olamaz,
herkes cerrah olamaz, herkes subay, balerin ya da orkestra şefi olamaz.
Kişinin bu gibi meslekleri icra edebilmesi için fiziksel, akademik veya
zihinsel üstünlüklere sahip olması, en azından belirli vasıflar taşıması
gerekir. Mesela ben asla cerrah olamazdım, biliyorum. Çünkü saatlerce
ayakta durup bir insanın iç organlarını kesip biçmeyi düşününce bile
bayılacak gibi oluyorum…
Peki ya
öğretmenlik? Benden yaşça büyük meslektaşlarımdan duymuşumdur, bir
zamanlar halk arasında şöyle bir söz yaygınmış: “Hiçbir şey olamadın,
bari bir öğretmen de mi olamadın?” Ne kadar aşağılayıcı bir ifade, ne
kadar hastalıklı bir düşüncenin göstergesi…
Öğretmen
olabilmek için bir takım özellikler taşımak gerekir. En temel ikisini
söze dökünce basitmiş gibi geliyor ama dile kolay: Fedakârlık ve sabır…
Bir öğretmenin mesleğinin hakkını vermesi için neredeyse ailesinden bile
zaman çalması gerekir. O kadar çoktur ki işi… Ve bunların hepsi de
itina gerektirir, titizlik gerektirir.
Ne mi
yapar öğretmen? Öğretmenseniz her dönem 2 ya da 3 yazılı sınav
yapıyorsunuz demektir. Ve altı – yedi farklı sınıfa giriyorsanız,
gıkınızı çıkarmadan her ay en az 300 yaprak sınav kâğıdını okuyacak,
değerlendireceksiniz. Üstelik tümünü aynı dikkat ve itina ile
okuyacaksınız. Not kırmak için değil, puan vermek için bakacaksınız
yazdıklarına. Yani öyle günlük gazete okur gibi değil. Sınav stresi
yaşatmadan, öğrenci sezmeden sözlü yoklama yapacaksınız. Sorularınıza
doğru cevaplar gelmezse önce kendinizde arayacaksınız kusuru. Nerede
hata yaptım, neyi eksik bıraktım diyeceksiniz. Üstelik ödevlerini de
benzer bir titizlikle okuyacak, değerlendireceksiniz. Bilmediği için
kızmayacak, her bir öğrencinize bilmediklerini tekrar tekrar anlatmanın,
en sonunda öğretmenin bir yolunu bulacaksınız.
Her yıl
sorumluluğunu üstlendiğiniz 150 – 200 öğrenciyi tek tek tanıyacaksınız.
Onlar, sizin çocuklarınız olacak çünkü. Kişilik özelliklerini iyice
bileceksiniz. Zevklerinden, korkularından, desteklenmesi ve
değiştirilmesi gereken tüm yönlerinden haberiniz olacak. Konuyu hangi
biçimde anlatınca daha iyi öğreneceğini bileceksiniz ve ona göre
vereceksiniz dersi. Aileleri de tanıyacaksınız ki, gerektiğinde veliyi
uyarabilesiniz, testi kırılmadan tedbir almalarını temin edesiniz.
Ayrıca öğrencilerinizin başka derslerdeki durumundan hiç değilse
haberdar olacaksınız. Sizce başarısız sayılabilecek bir öğrenci, belki
de başka derslerde harikalar yaratıyordur. Çocuk ve genç
psikolojisinden, ruhundan anlayacaksınız. Küçücük dünyalarındaki
kendince devasa sorunlarına anlayışla, sabırla yaklaşacaksınız,
küçümsemeyle değil. Kırıcı, yıkıcı olmadan eleştireceksiniz, yön
vereceksiniz, yol göstereceksiniz. Daima yanlış yöne gitseler bile… Ve
hiçbir zaman unutmayacaksınız: Her şeyi doğru bilse ve yapsaydı, bana
ihtiyacı olmazdı. Öğrencinin eksikleri ve hataları olmasa onları
tamamlayacak, düzeltecek bir öğretmene de ihtiyaç olmazdı. Öğretmenin
varlık sebebi, öğrencisinin kusurları…
Öğretmelere
hiç bu gözle baktınız mı acaba? Malumunuz, öğretmenlik genellikle kız
çocuklarına yakıştırılan bir meslektir. Çoğunlukla da bayan olur
öğretmenler. Nedenini bilmiyorum ama aileler kız çocuklarının öğretmen
olması fikrine hep sıcak bakarlar. Öğretmenliği tatili bol, kolay ve
hafif bir meslek sandıklarından olsa gerek. Ancak mesleğinin hakkını
veren hangi öğretmene sorsanız “kolay mı öğretmenlik?” diye aynı yanıtı
alacağınızdan eminim: Hayır!
Mesleğinin hakkını vermek ne demek peki? Bilgilerinin tümünü öğrencilerine aktarmak değil elbet. En tumturaklı sınav sorularını yazmak da olmasa gerek. Hele dersi bitince çantasını kapıp öğrencilerden önce okuldan çıkmak hiç değil! Peki, siz veliler çocuğunuzun öğretmeninden neler beklemelisiniz? Her şeyin iyisi ve kötüsü olduğu gibi öğretmenin de maalesef kötüsü olabiliyor. Nasıl ayırt edeceksiniz kötü öğretmenle iyi öğretmeni? Öğrencilerinin çoğu tarafından sevilen her öğretmen iyi midir acaba? Konuyu olumlu vasıfları öne çıkararak ele alacağım. Sözünü edeceğim vasıfları taşımayan öğretmenin pek de “iyi” kategorisine giremeyeceği kolayca anlaşılır diye tahmin ediyorum.
İyi bir öğretmen öncelikle bugünde, yani çağında yaşamalıdır.
Bir meslektaşım, Tarih öğretmeni bir arkadaşım geldi şimdi aklıma.
Benden epeyce büyüktü yaşı. Neredeyse annemle akran bir hanım. Sınıfın
birinde çocuklara her nedense kızmış, onları şöyle azarladığını
anlatıyor: “Ben yirmi senedir bu konuyu aynı şekilde anlatırım. Aynı
yerde aynı espriyi yapar, aynı haritayı açar, aynı soruları sorarım;
sizin kadar şapşalını görmedim. Kaç defa anlattım. Neden
anlamıyorsunuz!” Bunları duyunca içimden “eyvah!” demiştim. Duyduğum
dehşet ve üzüntü tarif edilecek gibi değildi. Yirmi yıldır aynı şeyleri
yapıyor, aynı yöntemleri uyguluyor, aynı sözcükleri tekrarlıyor,
öğretmenimiz. Ancak ufak bir sorun var! Karşısındakiler yirmi yıl
öncesinin gençleri değil. Bugünde yaşıyorlar, kendisinden farklı olarak.
Aslında
yapılacak tek şey biraz sabır ve hoşgörüyle çocukların tam olarak neyi
anlamadığını bulmaya çalışmak. Eleştiriye kapılarını sıkıca kapatmış bir
kişi için zor olsa da, mesleğinin hakkını veren her öğretmenin yapacağı
bu olurdu. Siz de veli olarak öğretmenin “anlamıyor, dinlemiyor”
şeklindeki yakınmalarına dikkatle yaklaşın. Çocuk mu anlamıyor, öğretmen
mi anlatmanın farklı bir yolunu bulamıyor?
Mesleğinin hakkını veren bir öğretmen ders boyunca kürsüde oturmaz. Kitapta yazılı olanları tekrarlamaktan utanır. Konu
değişmez elbette. Dersin içeriği bellidir. Ancak öğretmenim diyen
kişinin o konuyu en azından birkaç farklı açıdan ele alabilmesi,
anlaşılır kılmak için değişik yöntemlere başvurabilmesi gerekir. Yoksa
veli olarak siz de bir ders kitabını alıp ezberleseniz, öğretmencilik
oynayabilirdiniz, değil mi? Bu yüzden çocuğunuzdan sınıfta olup bitenleri mutlaka dinleyin. Öğrenciler okul maceralarını evde anlatmaya heveslidir. Yeter ki kulak verilsin.
Uygulayan
bir okul var mıdır bilemiyorum ama bir grup meslektaşımla bir zamanlar
şöyle bir çalışma hayal etmiştik: Yıllarca aynı dersi tekrar etmenin
bizi sıradanlaştırdığını, tekdüzeleştirdiğini ve kısır bir döngü içine
soktuğunu düşünmeye başladık. “Eski usul” öğretmenlere dönüşmemek için
aklımıza, birbirimizin derslerine konuk olma fikri geldi. Gökten
zembille inmedi tabii bu fikir. Avrupa’daki liselerde öğretmenler arası
işbirliği ve mesleki gelişim anlayışı çerçevesinde bu gibi yöntemlerin
uygulandığını biliyorduk. ‘Neden biz de yapmayalım?’ dedik ve proje
üzerinde tartışmaya başladık. Sosyal bilimler çatısı altında toplanan
Tarih, Coğrafya, Felsefe, Psikoloji gibi branşların öğretmenleri
birbirlerinin derslerine konuk olacaklardı. Sınıfın asıl öğretmeni olan
da bilecekti bu ziyaretin zamanını. Önceden oturup konuşulacak,
öğretmenler birbirlerinden randevu alacak adeta. Herkes kendi branşından
ve başka branştan en az birer derse girecek, meslektaşını izleyecek,
birlikte oluşturdukları listeye göre onun performansını
değerlendirecekti.
Bu
çalışmanın amacı, öğretmenlik tarzımızın çağdaş olup olmadığını,
yeniliklere açık olup olmadığımızı ve sınıf içindeki performansımızı
gözden geçirmekti. Ne de olsa sınıfın kapısı kapandı mı ortamın tek
hâkimi öğretmendi ve öğretmenin kendisini “görev başındayken”
değerlendirebilmesi için bilinen başka bir teknik yoktu. Bunun için
yönetimden ya da okul dışından birine değil, en yakınımıza yani
meslektaş arkadaşımıza başvurmanın daha sağlıklı olacağını düşünmüştük.
En azından öğretmenin halinden yine en iyi öğretmen anlar dedik.
Birbirimizi değerlendirmek için oluşturduğumuz listede neler vardı?
* Öğretmen her öğrenciye söz hakkı veriyor, adaletli davranıyor mu?
* Dersin ne kadarını konuşarak, ne kadarını öğrencileri konuşturarak geçiriyor?
* Görsel malzeme, mesela harita, tablo, grafik, resim veya belgesel film gibi yardımcı ders araçlarını kullanıyor mu?
* Dersin başında “bu konuyu neden öğreniyoruz?” şeklinde bir giriş konuşması yaparak sınıfın ilgisini çekiyor mu?
* Dersin sonunda “bu ders neler öğrendik?” gibi bir toparlama yaparak bilginin genç zihinlere yerleşmesini sağlıyor mu?
* Gelecek dersin neyle ilgili olacağını, öğrencilerin bu derse hangi hazırlıkları yaparak gelmeleri gerektiğini, varsa ödev konusunu ve nasıl yapılacağını açıklıyor mu?
* Dersi anlatırken hangi öğrencilerin konuyu anlamada güçlük çektiğini tespit edebiliyor mu? Konuyu bu öğrenciler için daha anlaşılır hale getirmek adına farklı anlatım teknikleri kullanıyor mu?
* İyi bir soru soran ya da bir soruya doğru yanıt veren öğrencilere takdirlerini bildiriyor, onları yüreklendiriyor mu?
* Öğrencilerin tümüne adlarıyla hitap edebiliyor mu? Sınıfta ismini bilmediği öğrenciler var mı?
* Dersin ne kadarını konuşarak, ne kadarını öğrencileri konuşturarak geçiriyor?
* Görsel malzeme, mesela harita, tablo, grafik, resim veya belgesel film gibi yardımcı ders araçlarını kullanıyor mu?
* Dersin başında “bu konuyu neden öğreniyoruz?” şeklinde bir giriş konuşması yaparak sınıfın ilgisini çekiyor mu?
* Dersin sonunda “bu ders neler öğrendik?” gibi bir toparlama yaparak bilginin genç zihinlere yerleşmesini sağlıyor mu?
* Gelecek dersin neyle ilgili olacağını, öğrencilerin bu derse hangi hazırlıkları yaparak gelmeleri gerektiğini, varsa ödev konusunu ve nasıl yapılacağını açıklıyor mu?
* Dersi anlatırken hangi öğrencilerin konuyu anlamada güçlük çektiğini tespit edebiliyor mu? Konuyu bu öğrenciler için daha anlaşılır hale getirmek adına farklı anlatım teknikleri kullanıyor mu?
* İyi bir soru soran ya da bir soruya doğru yanıt veren öğrencilere takdirlerini bildiriyor, onları yüreklendiriyor mu?
* Öğrencilerin tümüne adlarıyla hitap edebiliyor mu? Sınıfta ismini bilmediği öğrenciler var mı?
Siz de veli olarak okul yetkililerine sorunuz: Öğrenme
ortamını geliştirme ve iyileştirme çalışmaları var mı? Hangi yeni
eğitim tekniklerini uyguluyorlar? Derslerin daha verimli geçmesi,
öğrencilerin mümkün olan en yüksek bilgi ve bilinç seviyesine ulaşması
için geçen yılki uygulamalarına ne gibi yenilikler eklemişler? Yoksa o
okuldaki öğretmenler yirmi küsur senedir aynı yöntemlerle mi ders
veriyorlar?
Veli
toplantıları okul – aile iletişimi ve işbirliği için düzenlenen
görüşmelerdir. Her yıl en azından iki büyük veli toplantısı yapılır,
yapılmalıdır da. Bazı okullarda veliler sınıflara oturtulur, her dersin
öğretmeni sınıfa girer ve genel bilgiler aktarır. Bu veli toplantısı
düzenlemenin bir yolu. Diğerine geçmeden belirtmeliyim ki, öğretmen böyle bir toplantıda herhangi bir öğrencisi hakkında özel sayılabilecek bilgileri herkesin içinde paylaşmamalıdır.
Örneğin diğer velilerin önünde “sizin çocuk pek tembel” ya da “sizin
çocuk çok tepkili, evde bir sorunu mu var?” gibi bir söz sarf
etmemelidir. Mesleğinin hakkını veren bir öğretmen böyle bir bilgiyi
veliye, başbaşa bir görüşmede aktarması gerektiğini bilir.
Veli
toplantılarının daha işlevsel olan ikinci yolu da her öğretmenin ayrı
sınıfta oturması, velilerin ise birer birer içeri girerek mahremiyetin
sağlandığı bir ortamda çocuğu hakkında görüş sormasıdır. Bu, veli
toplantısının daha verimli geçeceğine işaret eden güzel bir uygulamadır.
Ancak her
sorunun konuşulabileceği böyle bir ortam yaratılmışken görüştüğünüz
öğretmenin zaten bildiğiniz yazılı ve sözlü notlarını size
tekrarlamasına ne diyeceksiniz? Çocuğunuzun o dersten
aldığı notları biliyorsunuz. Karne elinizde. Buna rağmen hafta sonunuzu
ayırıp veli toplantısına gitme külfetine katlanmışsınız. Öğretmen ise
size notları şu, şu, şu demenin ötesine geçmiyor. Bu durumda talebinizi
ifade etmekten kaçınmayınız. Notları zaten bildiğinizi, öğretmenin bunun
dışındaki görüş ve tavsiyelerini dinlemek için orada bulunduğunuzu
söyleyiniz. Veli olarak haklarınızı kullanınız.
Alacağınız cevap “çok zeki, çok akıllı ama çalışmıyor” şeklindeyse, bilin ki bu çok meşhur bir klişedir. Öğrencisini iyi tanımayan, neye ihtiyacı olduğunu bilmeyen her öğretmen bu söze sığınır.
“Peki” deyip sınıftan ayrılmamalısınız. Öğretmenden verimli ders
çalışma teknikleri hakkında ayrıntılı bilgi isteyin. Çocuğun evde nasıl
ders çalışması gerektiğini iyice anlatması, veli olarak işinizi
kolaylaştıracak, öğrencinin başarısını artıracaktır. Öğretmen böyle bir
bilgi aktaramıyorsa, okulun rehberlik servisinden yardım istemeniz
yerinde olur. Rehber öğretmenler verimli ders çalışma tekniklerini
mutlaka bilir.
Görüşmenin sonunda çocuğunuzun bazı konuları anlamadığı, biraz desteğe ihtiyacı olduğu kanaati mi hâsıl oldu? Öğretmenden
ders dışı bir zamanda, mesela öğle tatilinde ya da okul çıkışında
çocuğunuzla özel olarak ilgilenmesini, onu çalıştırmasını istemelisiniz. Mesleğinin
hakkını veren bir öğretmen, bunu zaten yapmıştır. En azından veliden
gelen böyle bir talebi memnuniyetle kabul edecektir.
Öğretmenler
daima çok severler öğrencilerini. Bunca yıllık meslek hayatımda
öğrencileri için kalbi pır pır etmeyen bir öğretmene rastlamadım. Ancak
bu sevgi işte başa dert olabiliyor, asıl hedefi gözden
uzaklaştırabiliyor kimi zaman. Örneğin öğrenci bir şekilde “çalışkan bir öğrenci olmama gerek yok, şirin bir çocuk olursam öğretmenlerimin gözüne girerim”
mesajını almış ise, öğretmenlerinin her birinin hoşuna gidecek sözleri
bulur. İltifatlarla göze girer. Mesleğinin hakkını veren bir öğretmen bu
gibi kurnazlıklara pabuç bırakmaz.Öğrencisini ne kadar çok severse
sevsin, önceliği onun bilgili, donanımlı ve başarılı bir birey olarak
yetişmesine verir. Veli olarak bilmelisiniz ki, çocuğunuzun öğretmenleri tarafından çok sevilmesi her zaman hayra alamet olmayabilir. Sınavlardan aldığı notları göz ardı etmeyiniz.
Bu
bölümde son olarak notun öğretmen – öğrenci ilişkisindeki yerine
bakalım: Not, öğrencinin performansını ölçmeye, onun diğerleri
arasındaki yerini belirlemeye yarayan bir araçtır. Basitçe herhangi bir
sınavdan 100 üzerinden 55 alan bir öğrenci yönetmelik gereği o sınavda
başarılı olmuş sayılır. Ancak veli olarak bilmelisiniz ki, söz konusu
sınavın gerektirdiği bilgi ve becerilerin %45’i çocuğunuzda bulunmuyor.
Yani işin neredeyse yarısı eksik kalmış. “Aman sınıfta kalmasın da, kaç
alırsa alsın” demeyiniz. Bu eksikliğin nedenlerini araştırınız.
Öğretmenle görüşüp çocuğun gelecek sınavda daha başarılı olması için
neler yapılabileceğini bulmaya çalışınız.
Notla
ilgili bir diğer husus da, öğretmenin not olgusuna yaklaşımıdır. Not
öğretmenin elinde bir silah değildir, olmamalıdır, olamaz. Sınıf içindeki otoritesini not tehdidine dayandıran bir öğretmenin mesleğinin hakkını verdiğini söylememiz mümkün değil.
Asıl hedef öğrencinin iyi notlar alması değil, dersin gerektirdiği
bilgi ve becerileri layıkıyla kazanması. Her şeyi sular seller gibi
ezberleyip iki gün sonra unutacaksa, sınavdan aldığı yüksek notun sanal
bir başarıyı yansıttığını bilmenizde yarar var. Gerçek başarı ise kalıcı
bilgi ve becerilerin öğrenciyi zihnen zenginleştirmesine bağlıdır.
Çocuğunuzun herhangi bir öğretmeni sınıfa hâkim olmak ya da başka bir
şey için “bak, zayıf not veririm ha!” şeklinde bir yaklaşım sergiliyorsa
bunun hatalı olduğunu uygun bir dille önce kendisine, sonuç alamazsanız
okul yönetimine anlatınız. Unutulmaması gereken bir gerçek var: Çocuk
korktuğu kişiye saygı duymaz, onu örnek almaz. Asıl örnek alacağı,
hayranlık duyduğu insandır. Mesleğinin hakkını veren her öğretmen,
öğrencilerinde böyle bir hayranlık uyandıracak etkiye ve karizmaya
sahiptir.
Bu bölümde mesleğinin hakkını veren bir öğretmenin hangi özelliklerinden söz ettik, özetleyelim:
- Öğretmen fedakâr olmalıdır. Zamanını, ilgisini ve emeğini öğrencilerinden hiçbir gerekçeyle esirgememelidir.
- Öğretmen sabırlı, özenli ve titiz olmalıdır. Seramik ustasının çamuru yoğurup şekillendirdiği gibi, öğretmen de genç zihinleri biçimlendirir. Bu yüzden işini sabırla, özenle ve titizlikle yapmak durumundadır.
- Öğretmenlik sanıldığı gibi kolay biri meslek değildir. Mesleğini hafife alan bir öğretmene şüpheyle yaklaşmak gerekir.
- Öğretmen kendi zamanında değil, öğrencilerinin çağında yaşamalıdır. Onlarla aynı dili konuşmalı, aynı teknolojileri kullanmalı, onların ihtiyaçlarına çözüm getirecek yolları bulmak için gayret sarf etmelidir.
- Öğretmen dersini anlaşılır kılmanın yollarını aramalıdır. Mesleki gelişim çalışmalarına katılmayan, kendisini ve bilgilerini tazelemeyen öğretmenin bir süre sonra öğrencileriyle arasındaki bağ zayıflayacaktır.
- Öğretmen adaletli olmalıdır. Örneğin o güne kadar tüm ödevlerini düzenli şekilde yapmış öğrencinin bir derse ödevsiz gelmesi halinde ona kızmamalı, ceza vermeden önce sorunun nedenini araştırmalıdır.
- Öğretmen objektif, yani tarafsız olmalıdır. Mesleğinin yan etkisi olan çocuk sevgisi, onun öğrenci hakkındaki değerlendirmelerini etkilememelidir.
- Öğretmen herhangi bir şekilde korkutucu olmamalıdır. Öğrencileri tarafından sevilen, örnek alınan öğretmenler hem otoriter hem sevecen olanlarıdır. Öğrenciler ciddi, sözüne güvenilen ve bilgisi sağlam bir öğretmeni diğerlerinden kolayca ayırt eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder