Gündem zihnimizi öyle bir tepeledi ki, neredeyse akıcı
düşünme becerimizi yitireceğiz. Tıpkı vitesteyken freni köklenmiş
otomobil gibi sarsıla sarsıla duruyor, sonra zorlanarak ve homurdanarak
yeniden marş basmaya çalışıyoruz. Az daha böyle gidersek kayışı
koparacak, motoru yakacağız.
Milletçe
ezelden beri akılcı ve tutarlı bir düşünme geleneğimiz olduğu
söylenemez. Beş yüz kelimeyle konuşur, çalma çırpma özlü sözler
paylaşır, daima itiraz ederiz. Hakiki bir derde, anlamlı bir deva
üretenimiz, 1923’ten bu yana görülmemiştir. Önümüze
gazeteden hacimli ve resimsiz bir okuma malzemesi koysalar, hemen
başımıza bir ağrı, içimize bir sıkıntı girer. Böyleyiz.
Durum buysa uzun paragraflar yazmak niye? Gelin aforizma makamından çalalım.
Tamamen
kendi üretimim, yerli malı, yan sanayi, çalması yayması bedava, bazı
bünyede hafif kızarıklık ve kaşıntıya sebebiyet verebilecek
aforizmalarımızı, günde 3 taneden fazla tüketmeyiniz.
Mentalite yahut zihniyet dediğimiz şeyin Türkçe bir adının olmaması, düşünsel güdüklüğümüzün alameti değilse nedir.
Herhangi okula yeter süre devam eden herkese diploma verildiğine göre, mezuniyet törenlerinde neyi kutluyorlar?
Düşündüğünü
açıkça söylemek, şarkta ayıp sayılır. Düşündüğünü açıkça söylememek
batıda ikiyüzlülük addedilir. Batılı kafayla şarkta ömür sürenin vay
haline, vay haline…
Kameraya poz vermek bir gençlik hastalığıdır. Otuz – kırk sene içinde, yeterince güzelleşince geçer.
Ve son olarak…
Mecburi hareketlerden muaf, manasız kimselerden azade, kendine yeter günler dilerim, bütün iyi insanlara.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder