İsimler
önemlidir. İnsan zihni bir şeye ne ad verdiğine göre tavır alır. Mesela
bir tabancaya “suç aleti” dendiğinde tüm olan biten zihnimizde belirir.
Ortada bir suç olduğunu anlamak için ayrıca izaha gerek kalmamıştır.
Ne yazık
ki her isim böyle açık ve net olmuyor. Anlaşılması güç terimler,
çoğunluğun şıp diye zihninde canlandıramadığı tabirler kullanmak da bir
manipülasyon çeşidi, bir algı çarpıtma yöntemi. Böylelikle çoğu defa
suçlar, kabahatler, utanç verici eylemler perdeleniyor, örtülüyor.
Mobbing de böyle. Adının ardındaki suçu, ahlaksızlığı, utanmazlığı
gizleyen, yabancı dilden aparılmış bir söz.
“Öğretmene
mobbing” deyince bir anda ve tastamam neyin kastedildiğini anlamak
kolay değil. Mobbing taciz demek, psikolojik yıpratma demek, kasten
uygulanan bezdirme metotları demek… Mobbinge maruz kalanlar zamanla
çalışma şevkini, özgüvenini ve iç huzurunu yitiriyor, çoğu defa istifa
ediyor.
Mobbing
sadece ofis hayatında değil, okullara da girmiş durumda. İlginç olanı
öğretmene mobbing uygulayan da öğretmen. Meslekten, bilfiil derse giren
veya eskiden girmiş ve hoca unvanı taşıyan kimseler. Çoğu idareci
koltuğuna oturtulmuş zavallılar.
Ben her
mobbingcinin bir zavallı olduğunu düşünürüm. (Acınası türden değil de,
daha ziyade tiksindiren tipleri kastediyorum.) Neden zavallı? Çünkü
mesleki açıdan kendine güvenen, kişiliği olgunlaşmış bireylerin
astlarını taciz ederek, onları hayattan bezdirerek bir yere varmayı
umması söz konusu olamaz.
Verdiği
dersi bilen bir hocaysa, oturduğu idari makamı dolduracak beceri, bilgi
ve deneyime sahipse zaten doğal olarak liderliği kabul edilir. Oysa
kifayetsiz, yetersiz kimselere idarecileri, patronları tarafından
bahşedilen yetki ve makamlar, bu zavallıları aşağıda birkaç örneğini
göreceğiniz çirkinliklere itiyor. Sonunda öğretmen eziliyor, öğretmen
yıpranıyor…
Bir özel
lise. Okul müdürü X Hanım, sert üslubu ve patavatsızlığı ile tanınıyor.
Öğretmen Y o gün öğle teneffüsünden sonraki bir saatte, okul bahçesinden
geçerek konferans salonuna, bir süre sonra başlayacak tiyatro kolu
provasına gidiyor. Telaşının yanı sıra sabahtan beri altı saat derse
girmiş, yorgun bir halde. Okul müdürü X Hanım bahçede rastladığı
öğretmen Y’yi durdurarak, aniden “Kızım nedir senin bu kılıksızlığın
böyle? Daha şık ve özenli giyin” deyiveriyor. Öğretmen Y de zaten
gergin, yapıştırıyor cevabı: “Verdiğiniz maaşla ancak bu kadar
giyinebiliyorum hocam.”
Bir
vakıf üniversitesinin meslek yüksekokulu. MYO müdürü Prof. X Bey
akademik kadroya, daha önceden tanıdığı bir öğretim görevlisini alıyor.
Öğretim görevlisi Y’nin çalışacağı birimden bir başka öğretim görevlisi,
Bay Z kendisiyle tanıştırılan bu yeni meslektaşın ayağını kaydırmayı
aklına koymuş durumda. Zira kendisi emekli ve yaşı epey ileri. Yeni
gelen Y Hanım ise genç ve kendi yerini almasından korkuyor. İlk fırsatta
dekanlığa çıkıyor ve “Bu Prof. X Bey de gitmiş hamile bir kadını işe
almış. Yarın bir gün kadın doğum iznine ayrılacak, dersler yine benim
başıma kalacak” diyor. Dekan Prof. X Beyi çağırıp konuyu soruyor. Prof. X
de öğretim görevlisi Y’yi odasına çekip, böyle mahrem bir konuda
sorguluyor. Öğretim görevlisi Y hamile olmadığını, sadece biraz kilo
aldığını anlatmak zorunda kalıyor. Bir öğretim yılı geçiyor ve ortada
doğum, bebek ve sair olmayınca Bay Z’nin pis bir iftira attığı herkesçe
anlaşılıyor.
Bir
devlet okulu. Lise son sınıflara derse giren öğretmen X Bey, bir süredir
adına gelen kredi kartı ekstrelerinin, faturaların kaybolmasından
şikâyetçi. Durumu okul müdürü Y’ye anlatıyor. Okul müdürü öğretmenler
odasındaki güvenlik kamerası kayıtlarını inceliyor. Söz konusu zarfların
öğretmen X ile aynı branş derslere giren öğretmen Z tarafından
alındığını tespit ediyor ve Bay Z’yi yanına çağırarak neden böyle
yaptığını soruyor. Aldığı cevap düşük IQ timsali olduğu kadar utanmazca:
“Bu öğretmen X neden hep lise sonlara giriyor ki hocam? Ben ondan daha
kıdemliyim. Son sınıflara benim girmem lazım. Borçları birikince
devletten istifa eder, özele geçer diye ümit etmiştim. Zor durumda
kalması için yaptım.”
Bir başka
özel lise. Bölüm başkanı Bayan X bölüme yeni gelen öğretmen Bay Y ile
aynı dersin hocası. Yeni gelenden rahatsız, zira başkanlığı ona
kaptıracağını düşünüyor. Öğretmen Y’nin başka bölümden bekâr bir
öğretmen ile gönül ilişkisi olduğu dedikodusunu yayıyor. Bunu öğretmen
Y’nin karısı ile arkadaş olduğunu bildiği bir başka öğretmene anlatarak
onun duymasını sağlıyor. Öğretmen Y’nin karısı ile arasında çıkan
tartışmada olayın nereden ve kimden kaynaklandığı anlaşılıyor ve çift
tarafından okul yönetimine yazılı olarak bildiriliyor.
***
Eminim içinizden “Ee? Sonunda ne olmuş?” diye soruyorsunuz.
Yukarıdaki
mobbing hikâyelerinin tümü gerçek. Evvela bunu belirteyim. Dolayısıyla
isim vermedim hatta isimlerin baş harflerini dahi kullanmadım. Hepsinin
sonucu aynı: Mobbinciler yerli yerinde oturuyor, üstleri tarafından
himaye ediliyor ve pis dolaplarına yeni kurbanlar verdiriyorlar. Mutlu
son yok, ne yazık ki. Kötüler kazanmaya devam ediyor.
Maalesef
ülkemizde psikolojik taciz hakkında “Ne var ki bunda? Bütün iş
yerlerinde oluyor” zihniyeti hâkim. Dişini sıkabilen dayanıyor, canı
yanan ise kariyerini baltalamak pahasına istifa yoluna gidiyor. Başka
sektörlerde de mobbing var, biliyorum. Ancak eğitim sektörünün özel bir
durumu var. Mobbing yüzünden sinirleri gerilmiş bir öğretmen sizin,
benim çocuğumuzun karşısına çıkıyor. Onu sözlü sınava çekiyor, not
veriyor hatta azarlıyor. Elbette istemeden ama elde olmayarak hırsını
öğrenciden çıkarıyor. Küçücük, gencecik öğrenciler dolaylı mobbinge
maruz kalıyorlar…
Kendi
işyerimizdeki mobbinge çeşitli sebeplerden göğüs germeyi seçebiliriz ama
çocuklarımızın eğitim – öğretim ortamının bir sinir harbi meydanına
dönmesine razı olmamalıyız. Psikolojik yıpratmaya maruz kalan, iftiraya
uğrayan, hakları çiğnenen öğretmenlerin susmaması gerekir. Sendikalar
mobbing kurbanı öğretmenlere ivedi ve etkili hukuksal destek vermelidir.
Hatta bu iş sendikalara bile bırakılmamalı, bizzat Milli Eğitim
Bakanlığı, İl ve İlçe Müdürlükleri tarafından hassasiyetle ele
alınmalıdır. Mobbing yaptığı belirlenen öğretmenler ve eğitim
yöneticileri derhal meslekten men edilmelidir. Öncelikle öğretmenin
psikolojik sağlığı, ardından da öğrencilerin yani çocuklarımızın öğrenme
ortamı korunmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder