Çocuğunuzun
okuluna ara sıra da olsa gidiyor musunuz? Gittiğinizde dersliklere
girdiğiniz oluyor mu? Hiç değilse kendi çocuğunuzun gününü geçirdiği
dersliği görmüşsünüzdür, değil mi?
İçeride nasıl bir düzen var? Hababam Sınıfının yenisi çekilecek olsa, sizin çocuğun sınıfı on numara film seti olur mu?
Cevap evet ise eyvahlar olsun!
Derslik,
öğrenmenin büyük çoğunluğunun gerçekleştiği yer. Bir nevi kutsiyeti var,
hem öğrencinin hem öğretmenin gözünde. Vaktinin çoğunu geçirdiği ve
arkadaşlarıyla paylaştığı bu oda, çocuklar için neredeyse ev gibi, yuva
gibi…
Derslikler
eskiden nasıldı, bugün nasıl? Bu sorunun cevabını görmek, öğrenme
süreçlerinin de nasıl geliştiğini, değiştiğini anlamamıza yardımcı
olacak. Böylece çocuğunuzun okulu, dersliği çağdaş niteliklere sahip mi
değil mi bileceksiniz.
Bizim zamanımızda (ekranın bu tarafında yaş 40′larda) derslikler aşağı yukarı şöyleydi:
Buna benzer ortamlarda öğrencilik ettik:
Biz de böyle parmak kaldırır, soruları herkesten önce cevaplamaya, öğretmenin gözüne girmeye çalışırdık…
Yanımızdakiyle, arkamızdakiyle konuşmamız yasaktı. Sadece öğretmenle konuşabilirdik. O da söz alarak.
Dersler
genellikle öğretmenin konuşması, öğrencilerin dinlemesi ve not tutması
şeklinde sürerdi. Bir sürü zeki ve yaratıcı arkadaşımız okuldan soğudu,
tahsili yarıda bırakıp iş hayatına atıldıysa işte hep bu bezdirici, bu
bitimsiz dinleyicilik hali yüzündendir.
Şimdi olsa mesela…
Bütün
gün sessizce oturup birini / birilerini dinleyecek, deftere yazı
yazacaksınız. Üstelik ergenlik çağındasınız. Eliniz dursa ayağınız pıt
pıt atıyor… İçinizdeki enerji, yaşam coşkusu…
Durabilir
miydiniz? Ben duramazdım vallahi. Duramıyordum da zaten. Kafamı kıra
kıra okuttular da, mezun olduk, öğretmen olduk işte
Öğrencinin
yaşının gerekleri ve öğrenme süreçlerinde ihtiyaç duyacağı donanım,
artık eğitim planlamacılarının üzerinde düşündüğü ve eğitim ortamlarına
yansıttığı faktörler. Günümüzde derslikler bizim zamanımızdaki gibi
değil. Çünkü dersler öyle işlenmiyor.
Bakın 21. yüzyılda derslikler nasıl:
Artık
çocuklar yanındaki arkadaşıyla konuşabiliyor, hatta konuşması isteniyor.
Çocuklar çoğu kez üçgen masalardan oluşturulan sıra öbeklerinin
etrafında oturuyolar. Öğrenme hem öğretmenden, hem arkadaşından hem de
sınıftaki dijital veya analog donanımdan sağlanıyor. Bu da dersliğin
döşenmesine, düzenine işte böyle yansıyor:
Daha
ileri yaş gruplarında ise yine çoklu etkileşimli öğrenme süreci prensibi
takip ediliyor. Yani hoca anlatır, öğrenciler dinler sistemi üst
sınıflarda da terk edilmiş durumda. Ancak yetişkinliğe yaklaştıkça sınıf
düzeninde arkadaşla etkileşimin payı azalırken, teknolojinin payı
artıyor.
Bunları sizlerle niçin paylaştım? Elalemin çocukları ne güzel dersliklerde okuyor dedirtmek için değil elbette.
Haklarınızı bilesiniz diye.
Mağazada
kasiyerin keyfi gelsin de bir kasa açılsın umuduyla, dakikalarca,
elimizde satın almaya niyetlendiklerimizle kuzu kuzu bekleşiyoruz. Oysa
sesimizi biraz yüksek çıkararak “bir kasa daha açar mısınız lütfen” deme
hakkımız var. Mağazanın bizi boşu boşuna orada bekletmesi yanlış.
Haksızlık, arsızlık olan onların yaptığı. Ve biz hakkımızı talep
etmedikçe, emin olun kimse “buyurun alın” demeyecektir.
Çocuğunuzu
ister özel okulda ister devlet okulunda okutuyor olun. Fark etmez.
Çağdaş, kaliteli, devrin gereklerine uygun bir derslik, sizin hakkınız.
Dahası çocuğunuzun hakkı. Hakkınızı talep ediniz, sevgili anne babalar.
Her attığınız adımda vergi ödüyorsunuz. Ücretini devlete veya okul sahibine ödediğiniz olanakların size sunulması gerekir. Madem
ki ülkemiz bölgesinin en önemli siyasi ve ekonomik gücü haline geldi, o
halde resmi / özel hiçbir kurumun, sizi yirmi – otuz yıl öncenin
dersliklerine mahkum etme hakkı yoktur.
Ne demişler, ağlamayan çocuğa meme verilmez.
Ağlayın.
İsteyin.
Elde edene kadar yılmayın.
Bu kadarını, çocuklarınıza borçlusunuz.
Not: Bu yazıda kullanılan görseller internetten derlenmiştir.