Korkarım eğitim bütünüyle bir iş, bir ticari kazanç sahası olarak
görülmeye başladı. Zira bezirgân arasında “eğitimcilik” iyice moda oldu.
Zaten kurtlanmış antika bir mobilya gibi içten içe tozlaştırılan eğitim
sistemimiz, bir de bu ne idüğü belirsizlerin gadrine uğrıyor. Eğitimin
‘alıcı’ ucundaki öğrenci ve veli de kime inanacağını şaşırmış vaziyette…
Cebine beş on bin lira koyan herkes kendini eğitim koçu / kariyer
danışmanı ilan ediyor. Bunlar arasından sesini bir nebze duyurmaya
muvaffak olanları da, azametli pedagog havalarına girmekte.
Bu sonradan olma eğitimcilere “pardon, siz?” dendiğinde şu mazereti
ileri sürüyorlar: Okuyup öğreniyorum ben. Neyi? Eğitimci olmayı. Hım.
Aferin! O halde öyle 3 kitapla, 5 makaleyle kalma. Hazır elin değmişken
“gerçekten” kolları sıvayıver. Eğitim fakülteleri, sınavı kazanan
herkese açık.
Git, oku, eğitimin, öğretmenliğin ne olduğunu öğren.
Bu arada, doğurduğu çocukları yetiştirdiği için zat-ı muhteremini
eğitim uzmanı ilan eden valide sultanlar ile paşa babalara ise hiç
değinmeyeceğim. Onlar ayrı bir vak’a çeşidi olarak psikologların alanına
giriyor…
Yalnız eğitim fakültesi okumamış olmak da değil mesele. Ömründe bir
sınıfın kapısından girmemiş, tehlikeli bir hormon kokteyli halinde
sabahtan akşama kadar sırasında oturmaya zorlanan bina dolusu ergene
sözünü dinletmeye çalışmamış, bir tek ders vermemiş, bildiği herhangi
bir şeyi karşıdakine öğretmek zorunda kalmamış tipler, başımıza eğitimci
kesildi.
Ne saçma!
***
Aslında saçmalık, günlük dilde kullanıldığından öte, bir toplumsal
hastalıktır. Tarihçi olarak sizi temin ederim, bütün imparatorlukları
yerle yeksan eden, hep bu illettir.
Bir düşünün: 800 yıl Anadolu’ya ve mücavir alana hükmetmiş Hititler
nerede? Ya bir dönem Hindistan’ın en muhteşem saraylarını, kalelerini
inşa ettiren o meşhur Babür Devleti? Rus beylerini titreten Altınorda
imparatorluğuna ne oldu? Ya Cengiz Han? Tarihin en geniş sınırlara sahip
imparatorluğu, buharlaşıp uçtu mu?
***
Tarih boyunca nice ‘kahraman’ milleti çürüten, devrine mührünü vurmuş
nice devleti hiç eden saçmalama hastalığı şöyle seyreder, kıymetli okur:
Ülkede önce ehliyet değerini yitirir. Yaptığı işi iyi bilen, işinin
ehli olanlar meslekten dışlanır. Bertaraf edilen bu uzman kadroların
yerini ağzı kalabalık, yalnız kendini pazarlamasını bilen ve en büyük
meziyeti iktidar eteğinde yatmak olan sahte bilgiçler alır. Ambalajı
yaldızlı, içi kof bilgiçler toplum tarafından başta yadırgansa da
zamanla bunların savı gerçek ustaların savını susturur. Zira sesleri
gürdür.
Git gide vasatlık yaygınlaşır, normal sayılmaya başlar.
Saçmalama salgınının başladığını ilk fark eden, sesi en kısığa
ayarlanmış hakiki aydınlar, uzmanlar, ustalar olur. Zavallıcıklar
çırpınır, didinir, anlatmaya uğraşır ama nafile. Haklıdan yana olan
güçsüzdür. Güçlüden yana duran, haklılığını kolayca ispat eder. Çarklar
dönmeye başlamıştır.
Basit şeylerle başlar, saçmalama hastalığı. Mesela doğru dürüst
ayakkabı yapan kunduracı kalmaz. Yerli malı diye aldığınız buzdolabının
motoru bir ülkeden, camı bir başka ülkeden ithaldir. Tonla para
verdiğiniz giysi, mobilya iki günde ya solar ya bozulur. Mesleğin erbabı
olmayanların elinden çıkma bu tapon ürünler tam da maksadını besler:
“Bu bozuldu, hemen yenisini alalım. İthal olsun ama. Yerliler iki günde
elimizde kalıyor.”
Saçmalama hastalığı hızla yayılır, salgına dönüşür. Zamanla daha
incelikli, daha sofistike sahalara göz diker: Git gide tıp, eğitim ve
hukuk alanları saçmalamaya başlar. Karar makamları iddialı, özgüveni
yüksek cahillerle dolar. Onlara iştahla alkış tutanlara ise payeler,
unvanlar dağıtılır. Ahali bu gürültü patırtı içinde şaşkına döner. Sapla
samanı ayırt edemez hale gelir.
***
Sonra ne mi olur?
Kıl dönmesinden mustarip hasta yanlışlıkla kalp ameliyatına alınır.
Davalar yıllar sürer, bir türlü suçlu – suçsuz tespit edilemez.
Uçaklar 1 saat, 2 saat rötar yapar.
Yağmur yağar, trafik tıkanır.
Rüzgâr eser, elektrik kesilir.
Kar yağar, yollar kapanır.
Kimyasal atıklar nehirlere, denizlere boşaltılır, sular zehirlenir.
Depremde evler çöker, okullar çöker, devlet daireleri çöker, yerine yine aynıları dikilir…
Hiyerarşinin son basamağı, beslenme zincirinin son halkası, zurnanın
son deliği hep alanının en deneyimli, en bilgili kimseleri olmuştur
artık.
Mühendisler bankacı, ekonomistler eğitimci, televizyoncular filozof,
gazeteciler bilim adamı, tiyatrocu, üfürükçüler tıpçı, mankenler
tiyatrocu…
Yetişkinleri sersemleten saçmalama hastalığı son olarak çocukların, gençlerin yakasına yapışır.
Kopya çekmenin adı arkadaşlık olur, dayanışma olur. Bir bakarsınız
sınav soruları çalınmış. Çalmaya tenezzül edilmeyen, kolay lokma görünen
bir sınav yapılır. Sınava giren gençlerin yarısı matematikte, üçte
ikisi fende sıfır çeker. SIFIR! (
Bkz.
) Kimse üzerine alınmaz. Hemen bir sonraki sınava geçilir. Hiçbir şey olmamış gibi…
İşte on üzerinden, yüz üzerinden, bin üzerinden hep kocaman sıfırlar
alan o gençler karar makamına geçince, saçmalama salgınının son evresine
de girilmiş demektir. Zamanı gelmiştir.
Hastalığın patırtılı ilerleyişine tezat bir sessizlikle, o koskoca sistem çöküverir. Puf! diye.
Tıpkı Hitit, Babür, Cengiz İmparatorlukları gibi, tıpkı Sovyetler Birliği gibi…
Kaynak