10 YIL SONRA ÜLKEDE PSİKOPAT PATLAMASI YAŞANACAK!



 
Psychology Today dergisine yazan Dr. William Hirstein’a göre psikopat ya da sosyopat denen kişilik bozukluğuna sahip kimselerde görülen ortak özellikler başlıca şunlar:
  • Umursamazdırlar
  • Derin duygular besleyemezler
  • Sorumluluk bilincinden yoksundurlar
  • Sözleri samimiyetsizdir
  • Bencildirler
  • Şiddete eğilimlidirler

Bu nahoş konuya neden değindiğimi yazının sonunda izah edeceğim.

 *********

Sabancı Üniversitesi bünyesindeki Eğitim Reformu Girişimi (ERG) çok önemli bir rapor açıkladı: Temel Eğitimin Kademelendirilmesi Sürecinin İzlenmesi Raporu. Yani 4+4+4 raporu.

Hatırlayacaksınız, 2012 yılında eğitim sistemimiz 4+4+4 şeklinde düzenlenmişti. Çocukların okula başlama yaşı düşürülmüş, 8 yıllık kesintisiz eğitime son verilmiş, on iki yıla uzatılan ve zorunlu hale getirilen eğitimin sadece ilk 4 yılı örgün öğretim şartına bağlanmıştı.

Çeşitli açılardan eleştirilen 4+4+4 uygulamasının sonuçlarını inceleyen ERG uzmanlarının hazırladığı raporun tamamını şurada bulabilirsiniz. Biz dikkatimizi, gelecek için en kaygı verici bulgulara çevireceğiz.


Aşağıdaki grafikte görüleceği gibi, araştırma Türkiye’nin her bölgesini kapsayacak şekilde yapılmış.

erg_cinsiyet
Araştırmanın belli başlı bulgularına gelince:

1. Kendini okulda tehdit altında hisseden, öğretmen / görevli / arkadaş tarafından hırpalanma endişesi taşıyan çocukların sayısında %30 kadar artış yaşanmış.

erg_5
2. Okulların yarısında temiz tuvalet yok. Yarıdan fazlasında kütüphane bulunmuyor. İnternet erişimi ise okullarımızın dörtte üçünde mevcut değil (hani tablet dağıtılmıştı?).

erg_6
3. Tüm derslerdeki başarı gözle görülür şekilde düşmüş.

erg_7
4. Sabahçı öğrenciler okula aç geliyor. Sadece üçte biri her sabah kahvaltı edebildiğini belirtmiş. Çünkü bazı bölgelerde sabahçı öğrenciler için okul sabah 06.00’da başlıyor. Sabahçıların derse giriş saati ülke genelinde ortalama 07.20.

erg_8
5. Seçmeli derslerden bir kısmı doğru dürüst okutulmuyor. Örneğin Kuranı Kerim ve Hz. Muhammet’in Hayatı derslerinin okutulmama oranı %3,4 ila 3,5 arasında kalırken; Müzik dersi %10,2 Zeka Oyunları dersi %11,3 ve Görsel Sanatlar dersi %9,6 oranında okutulmamış, ihmal edilmiş.

erg_9

Şimdi özetler:

  • Okullarda, eğitim – öğretimin en gerekli unsuru olan kütüphaneler ya tümden yok ya da ciddi biçimde yetersiz. İnternet erişiminin bunca az okulda bulunması da öğrencilerin bilgiye ulaşmasının önündeki en önemli engel. Kitabın ve internetin bulunmadığı bir okulda yegâne bilgi kaynağı, yüz yıl önce olduğu gibi yalnızca öğretmen. Öğretmen sınıfa girecek, çocuklar sessiz olacak ve dinleyecek.

  • Okulların çoğunda spor salonu bulunmuyor. Bazılarının bahçesi bile yok. Çocuklar, gelişimleri için hayati önem taşıyan fiziksel aktivite olanaklarından yoksunlar. Enerjilerini nerede ve nasıl deşarj edecekleri MEB yöneticilerinin öncelikli kaygısı olmalı.

  • Okul binalarının sayıca ve nitelikçe yetersiz olması, iyileştirilmemesi yüzünden çocuklar okula çok erken saatlerde gelmek zorunda kalıyor. Aç karnına, uykusunu alamadan derse giriyorlar.

Bir öğrenci, araştırmayı yapanlara aynen şunları söylemiş: “Ders saatlerimizde değişiklik oldu. İlk dönem saat 05.30’da okula geliyorduk. Sadece 5. sınıflar diğer sınıflardan bir saat erken okula geliyorlardı. O kadar erken kalkıyorduk ki uykumu alamıyordum, sabah kalkmakta zorlanıyordum ve uykum açılmadığı için kahvaltı yapamıyordum.”

Açıkçası, yıllarca derse girmiş eski bir öğretmen olarak sabahın 07.00’sinde konu anlatmaya başlayan öğretmenin performansından bile endişe ederim.

  • İlkokuldan, yani birinci 4 yıldan sonra açık öğretim ile eğitime devam imkânının verilmesi son derece zararlı ve kaygı verici bir uygulama. 9 yaşını geçen çocuklar ya eve kapatılıyor ya da çalıştırılıyorlar. Çocuk işçiler, çocuk gelinler bu ülkenin, bu toplumun utancı olmalı. 18 yaşın altındakilerin çalıştırılması, evlendirilmesi yasaklanmalı.

 ***************

Basit bir hesapla, 78 milyonluk nüfusumuzun 52 milyonu seçmen ise, 26 milyon yurttaş on sekiz yaşın altında demektir. Oysa TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerinde bu rakam şaibeli şekilde 16 milyon olarak veriliyor. Neyi esas aldıklarını da belirtmemişler.

Peki, varsayalım 16 milyon gencimiz var.  Ne durumdalar?

TÜİK rakamlarına göre ülkemizde genç nüfusun %14,2‘si evli.
Nasıl?
Evli.
Okul çağındaki çocuklar…

Hadi evlendirdi ana-babası. Evlilik nasıl gidiyor? Yaşamının herhangi bir döneminde eşinden ya da birlikte yaşadığı kişiden fiziksel ya da cinsel şiddet görmüş genç kadınların oranı %35,3. Üçte birinden fazlası koca dayağı yiyor. Okul çağındaki kızlar.

Peki, seslerini duyurabiliyorlar mı? Okulda değiller, rehber öğretmenden yardım isteyemezler. Anne baba zaten görevlerini yerine getirse 13-15 yaşındaki çocuğunu evlendirmezdi. Nasıl ve nerede imdat diyecekler? Kurumlara nasıl ulaşacaklar? Herhangi bir kanal var mı? Yok. Aile içi şiddet hattını arayacaklar, korkudan ödleri patlasa bile, öyle mi?

Genç erkeklerin internet kullanım oranı %80,6. Genç kadınlarda bu oran %55,4. Fakat bu ülkede sosyal medya kapkara bir sansür altında ve okullarımızda internet yok.

 ************

Bu kadar yeter. En başa dönüyorum. Psikopat ya da sosyopat dediğimiz kişilik bozukluğuna… Nasıl kimselerdi, bu psikopatlar?

  • Umursamaz
  • Derin duygular besleyemeyen
  • Sorumluluk bilincinden yoksun
  • Samimiyetsiz
  • Bencil
  • Şiddete eğilimli


Çocukların çoğunu okulun dışına iten, evliliğe, işçiliğe mahkûm eden bir sistemden bahsediyoruz. Okula gönderebildiklerimiz ise aç, uykusuz, spordan,  sanattan ve en temel hijyenden mahrum, zihni çağ dışı safsatalarla bulanmış halde.

Bu eğitim sisteminde ısrar edildiği, mevcut şartlar çağın gereklerine uygun hale getirilmediği müddetçe okullar birer psikopat üretme makinası olacaktır. Bu yıl ilkokula başlayan çocuklar 6 yaşında. On yıl sonra 16 yaşında olacaklar. Bir çocuktan bir katil yaratan karanlığı sorgulamak istiyorsak, sanırım bir an evvel eğitim meselesine odaklanmalı, bu felaketin bir yerinden dönmeliyiz.  

On yıl sonra kitlesel bir psikopatlaşma ile karşı karşıya kalmak istemiyorsak, derhal harekete geçmeliyiz. Bunlar bizim çocuklarımız. Sorumluluk hepimizin.

YGS ADAYINA AÇIK MEKTUP




Yarın 2014 yükseköğretime geçiş sınavı (YGS) yapılacak. Müsaade ederseniz sınava girecek arkadaşlarıma bir mektup yazmak, bu geç saatte kapının altından atıvermek isterim.

Selam! Nasılsın?
Hala yatmadın mı?
Yatsan iyi olur. Uyuyamasan da dinlenirsin.
Yarın her şey yolunda gidecek, kaygılanma.
Seni sevenler, sevdiklerin, ailen, arkadaşların daima yanında. Hep de öyle olacaklar. Kimse seni başarına, aldığın nota, puana göre değerlendirmiyor, biliyorsun. Öyle değerlendirenler de arkadaşın değil, yakının değil zaten. Sen insanlarını seçmesini bilecek, aranızdaki mesafeyi ayarlayacak kadar akıllısın.

Her türlü hazırlığı yaptın. Elinden gelenin en iyisi için aylardır uğraşıyorsun. E, tamam işte. Kazanacaksın.
Eskiden sınava giren aday sayısının neredeyse üçte biri, beşte biri üniversiteyi kazanabilirdi. Artık üniversite sayısı ve kontenjanları arttı. Adayların önemli kısmı tercih ettikleri bölümlerden, fakültelerden birine yerleşebiliyor.
Ha, o üniversitelerin yüzde sekseni yetersiz şartlarda eğitim veriyor. Ben de biliyorum. Olmazsa gelecek yıl bir daha girersin, dertlenme.

İnan üniversiteye 18 yaşında girenler, 19 – 20 yaşında girenlerden daha başarılı olmuyor, hayatta.
İnan bu yaşlarda 1-2 sene kaybetmek bir kayıp değil, hatta kimi durumlarda kazanç.
Sıkma canını. Olacağına varır. Olacağı da iyidir.
Yeter ki sen ufkunu geniş, seçeneklerini zengin, hedeflerini berrak tut.

Haydi, yolun açık olsun!

 Man jump through the gap


MİLLET MEKTEBİ 2.0

1 Kasım 1928′de Harf Devrimi yapılıyor. Kabul edilen yeni alfabenin vatandaşa tanıtılması gerek. Kentten kasabaya, pek çok yerleşim yerinde kimi zaman sokaklarda, kimi zaman derslik veya salonlarda yetişkinlere yeni harflerle okuma yazma öğretmek için Millet Mektepleri oluşuturuluyor. Hatta yeni alfabenin tanınması ve anlaşılması için duvarlara posterler asılıyor. Böylece nüfusun mümkün olduğunca geniş bir kesimine hızlıca okuma yazma öğretilmesi amaçlanıyor. 

millet_mektebi2


Seksen altı yıl sonra, bu defa iletişimin yeni dilini öğrenmesi gerekiyor, halkın. İnternet dilini, internetin girdisini çıktısını… Ancak bir farkla: Bu defa siyaset eliyle bir devrim falan yapıldığı yok. Devlet eliyle millet mektepleri açarak “bakınız sevgili yurttaşlar internet budur, sosyal medya şudur ve de böyle kullanılır” deme çağı değil. O burun kıvırdıkları “tepeden inmeci” halkçılık mumla aranır olmuş. Bu kez devlet internetin sesini kısıyor, görüntüsünü karartıyor. 

Peki, halk ne yapıyor? Dayanışma yöntemleri geliştiriyor. Okul yıllarından kulakta kalan “anlayanlar anlamayanlara anlatsın” mottosu hayata geçiriliyor. Halk öğreniyor, halk öğretiyor. Halkın kendi kendini yönetmesi rejimi elden kaçınca, halkın halka öğrendiklerini öğretmesi rejimi geliyor…
Millet Mektepleri vol 2.0 Cumhuriyet tarihine bu görüntüyle kazınıyor:

millet_mektebi

Not: İkinci görsel şuradan, üçüncüsü de buradan alınmıştır. İlk görseli çok eskiden bulmuş, kaydetmişim. Kaynağını tespit edemedim. Özür dilerim.

EĞİTİMDE BU GÜNLERE NASIL GELDİK?


 


Mantıklı, rasyonel düşünen her zihin bilir ki, hiçbir şey sebepsiz var olmaz ve her durumun oluşmasında kendisinden önceki olayın / olayların etkisi vardır. Buna sebep – sonuç ilişkisi de denir.
Bu ilkeden hareketle, eğitimin bugün içinde bulunduğu hazin ve ürkütücü durumun dündeki hangi eylemlerden, ne gibi kararlardan doğduğunu kurcalamak istedim. Zira neredeyse her 2 senede bir Milli Eğitim Bakanının değiştirilmesinden tutun, atama bekleyen öğretmenlere, sınav sistemleri üzerinde oynanan fındıkkıran balesine kadar birçok rezilliğin kökleri ne yazık ki hemen dünde değil, çok daha eskide.

Eğitim sistemimiz, varsaydığımız gibi ilerici, laik, çağdaş ve çağcıl bir anlayışla işleseydi, emin olun bugünleri böyle yaşamazdık.

Bugünler geçer, elbette. Gün gelir, kara bulutlar dağılır. Ancak sırf güneş doğdu diye bahar gelmiyor.
Eğitime bakışımızı temelden değiştirmek, bir daha bugünkü karanlığa düşmemek için daha derinden, daha ciddi ve samimi bir sistem eleştirisi yapmamız gerek. Sadece “ülke gerçeklerine” göre değil, “evrensel değerlere” göre düzenlenmiş bir eğitim sistemine, ulusça muhtacız. Ancak, yarınlara nasıl ve hangi açıdan bakacağımız, başka yazıların konusu olsun.

Gelin şimdilik, çok da uzak olmayan bir geçmişte eğitim dünyasındaki gelişmelerin basına nasıl yansıdığına odaklanalım. Geçmiş Gazete başlıklı blogda çok hoş ve yararlı bir arşivcilik örneği sergileniyor. Ülkenin sivilceli gençlik fotoğraflarına bakar gibi oluyorsunuz. Bir Tarihçi olarak, emeği geçenleri kutluyorum.

Bu siteden seçtiğim kimi gazete haberlerini birlikte inceleyelim, ne dersiniz?

10 Eylül 1950 tarihli Hürriyet gazetesi, neyi neresinden tutacağını bilemeyenlerin eğitime yön verdiğini müjdeliyor (!) adeta:
egitimin_gecmisi_1

23 Kasım 1979 tarihli Tercüman ise kızlarla erkeklerin öpüşmemesini, ülke geleceğinin garantisi sananları haber yapmış. Sapık damgası, bunu akla getirenlerin alnına yapıştırılmalı!
egitimin_gecmisi_3

20 Mart 1963 tarihinde çıkan Hürriyet gazetesini bizzat okumuş olsaydınız “bu ne acele canım, 20-30 yıl sonra açılsa da olurdu” der miydiniz?
egitimin_gecmisi_2


10 Eylül 1998′de Hürriyet’teki bu haberi yazanlar ya ileri görüşlülükte bir fenomen (!) ya da sahibinin sesi olmaktan öte gidememiş… 
egitimin_gecmisi_4


17 Nisan 1974′ün Hürriyet’indeki haber, “dersler aç karnına kafana girmez” diyor, sanki.
egitimin_gecmisi_5


Ve son olarak 10 Aralık 1997 tarihli Radikal, yanlış giden BİNşeyler olduğunu haykırıyor…


egitimin_gecmisi_6

 

GERÇEK KAHRAMANLARIN YAZDIĞI GERÇEK DESTAN

Bugün 18 Mart.

Çanakkale şehitlerini anıyor, hatırlıyoruz.

Tam 99 yıldır o yüce gönüllü, cesur, vatansever evlatlarımıza ağlıyor, bir yandan da onlarla övünüyor, gururlanıyoruz. Her ikisi de hakkımızdır. Gözyaşına da övünce de müstehakız.

Bugün günlerden Sarı – Siyah mesela. İstanbul Erkek Lisesinin kahraman evlatlarını bilen bilir.
Sadece sarı siyahlar mı?

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Galatasaray, Konya ve İzmir Liseleri de bu dönemde mezun veremedi. Tüm evlatlarını vatan uğruna şehit verdi…

Ruhları şad olsun. 

Şehitlerimizi anarken kalbimizi en zayıf yerinden kanatan, hala evlatlarımızı kaybediyor olmamız. 15 yaşında, 19 yaşında, 22 yaşında… Gencecik oğullar toprağa giriyor ve biz, ruhumuza çakılan mıh gibi acılarla kalakalıyoruz.

Artık sırayla ölelim, ne olur. Merhameti geri çağıralım. İnsanoğlunun utandırmayan hasletlerini alalım, içimize.

Bu yıl bir daha Atatürk’ü hatırlayalım… Onun Çanakkale Savaşında ölen ANZAC askerleri için 1934′te şunları söylediklerini bir daha okuyalım:

Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçik’lerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; göz yaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.



Turkey_Gallipoli_Ataturk_monument 


Atatürk'ün_Anzaklara_Not'u



Kaybedilen tüm canların anısına, en çok da Çanakkale Şehitlerimizin anısına, Ruhi Su’nun derde derman sesiyle avunalım.


OKUL SEÇME KILAVUZU – 5



GÜVEN, GÜVENLİK, GÜVENİLİRLİK


School corridorÇocuğunuzun okulda güvende olduğundan emin misiniz? Bir kaza geçirmeyeceğini, hastalanmayacağını, okulda kötü alışkanlıklar edinmeyeceğini, okul kapısı önünde başına bir iş gelmeyeceğini garanti edebilir misiniz? Böyle bir teminat vermek mümkün müdür? Hayır. ‘Bizim okulda böyle şeyler olmaz’ diyen, yalan söyler. Her an, her yerde olduğu gibi okulda da beklenmedik, tatsız şeyler olabilir ve bunların bir kısmı sizin çocuğunuzun başına gelebilir. Çünkü dünya üstünde çocuk için yüzde yüz güvenli hiçbir yer yoktur. Asıl önemli olan güvenliğin, itimadın ve emniyetin sarsıldığı durumlarda ne yapıldığıdır. Ne demişler, “sen işini kış tut, yaz çıkarsa bahtına”.
Pupils-running-in-school-008 
Örneğin çocuğunuz okulda arkadaşları ile şakalaşırken kazara merdivenlerden düşmüş. Bacağı kanıyor, başını da fena çarpmış. Ağlıyor… Arkadaşları başına toplanmış… Siz işyerinde, evde, belki şehir dışında hatta yurt dışındasınız. Çocuğunuzu hemen oracıkta sarıp sarmalayamayacaksınız. Zaten bütün gün okulun bekleme salonunda oturmayacağınıza göre, böyle bir kazada olaya hemen müdahale etme şansınız da yoktur.

Peki, çocuğunuzu emanet ettiğiniz okul yetkilileri bu kazayı önleyemez miydi? Alabilecekleri birtakım tedbirler vardır elbette ve hemen her okulda bunlara özen gösterilir. Mesela neredeyse tüm okullarda, ister ilköğretim okulu olsun ister lise, teneffüslerde öğretmenler koridorlarda, bahçede ve öğrencilerin ders arasında bulunabileceği her yerde nöbet tutarlar. Öncelikle buna dikkat edin. Çocuğunuzu emanet etmeyi düşündüğünüz okulda öğretmenler nöbet tutuyor mu? Bu çok önemli.

Zira yukarıda örneklediğime benzer bir kaza gerçekleştiğinde iş, çocuğunuzun arkadaşlarına (yani onunla aynı yaştaki ve tecrübesiz gençlere) veya katları temizleyen müstahdeme düşmemelidir. Olay karşısında paniğe kapılmayacak, çocuğunuzu uygun şekilde koruma altına alacak yetkili ve deneyimli bir yetişkine ihtiyaç vardır. Bu da ilk anda orada hazır bulunacak bir öğretmenden başkası olamaz.
School-nurse 
İkinci olarak okulda bir sağlık görevlisi var mı? En azından deneyimli bir hemşire bulunuyor mu? Tabii bir okul doktorunun gün boyu binada hazır bulunması tercih sebebi. Ancak devlet okullarında bu gibi can güvenliği meseleleri henüz “lüks” addediliyor.
Zorunlu tutulan özel okullarda ise sağlık konusu suiistimal edilebiliyor. Bunların bir kısmı, özellikle market zinciri gibi her semtte bir okulu bulunanlar, sadece bir binada doktor istihdam ediyor, diğerlerine genç hemşireleri yerleştiriyor. Okul doktoru var mı, var. Ama sizin çocuğunuzun başına bir hal geldiğinde kendisi acaba o binada mı? Okulda öğrenci olduğu müddetçe sürekli görev yapan bir doktor ve hemşire bulunmalıdır. Bu husus, okul seçimi yapmadan yani kayıttan önce sormanız ve öğrenmeniz gereken şeylerin başında geliyor. Okulun yüzlerce öğrencisi olabilir ama sizin evladınız bir tane…

Benzer bir durumda, varsayalım soğuk ve yağışlı kış günlerinde çocuğunuz üşütmüş ve okuldayken ateşi çıkmış. Kaç yaşında olursa olsun, çocuğun sağlık durumu okuldaki sağlık görevlileri tarafından önceden bilinmelidir. Çocuğunuza ilaç vermeden evvel, ilgililer acaba öğrencinin herhangi bir ilaca alerjisi olup olmadığının farkında mıdır? Ateşi çıkan çocuğun falanca ilaç verilip bir ders süresince revirde yatırıldıktan sonra yeniden sınıfa yollanması kabul edilebilir bir uygulama değildir. Baş ağrısı, öksürük, halsizlik ve benzeri bir şikâyetle revire gelen öğrenciye herhangi bir müdahale yapılmadan önce velisi aranmalı, durum bildirilmeli, onayı alındıktan sonra gerekiyorsa ilaç verilmelidir. Bu yüzden mevcut okulda veya vermek istediğini okuldaki yetkililere sorunuz: Hastalık halinde standart uygulama nedir? Ne yapılıyor?

1282670536ni4CVYBir başka güvenlik konusu: Her isteyen kişi, elini kolunu sallayarak okula girebiliyor mu? Okul kapısında hiç değilse bir güvenlik görevlisi bulunuyor mu? Bu kişi masasının başında oturmaktan öte, içeri girmek isteyenlere kim olduklarını, kiminle görüşeceklerini, ne maksatla okula geldiklerini soruyor mu? Mesela siz, “çocuğumu buraya yazdırmayı düşünüyorum” dedikten sonra herhangi bir kimlik bilgisi vermeden okula girebildiniz mi? Bunu paravan olarak kullanmadığınızdan, art niyet taşımadığınızdan nasıl emin oldular? Esasen okul sınırları içinde öğretmenler, öğrenciler, yöneticiler, görevliler ve velilerden başka kimsenin bulunmaması gerekir. Hangi kötü niyetli kişinin, ne emellerle okula girmeye çalışacağını düşünmek bile istemezsiniz.

Gelelim okulun yakın çevresine. Varsayalım çocuğunuzu vermeyi düşündüğünüz okul evinize yürüme mesafesinde. Yani servise yazdırmaya gerek yok. Ancak okulla ev arasındaki yol yoğun araç trafiği nedeniyle pek itimat telkin etmiyor. Çocuğunuz artık liseli olmuşsa tamam. Okulun diğer özellikleri de uygunsa, çocuğunuzu vermenizin bir mahzuru yoktur. Ancak ilköğretim çağındakilerin aklı, gözü çevredeki herhangi şeye kolayca takılabilir, dikkatleri çabucak dağılabilir. Caddeyi geçerken, kaldırımda yürürken arkadaşlarıyla şakalaşması bile risk taşıyacaktır.
KT Oct 18 036 
Eğer okulun diğer tüm özelliklerinin beklentilerinize uygun olduğunu düşünüyorsanız, bu durumda çocuğunuzu okula güvenli bir şekilde götürüp getirmek size düşecek. Tavsiyem 10 – 12 yaşından küçük çocukları okul yolunda bile olsa yalnız bırakmamanız. Hele büyük şehirlerde… Eğer yaşam koşullarınız çocuğunuzu her sabah okula götürmeye ve her akşam okuldan almaya elvermiyorsa servisle gidip geleceği bir okulu tercih etmeniz yerinde olacaktır. Evet, uzaktaki okul iyi bir seçim değildir ve çocuğun okula yürüyerek gidip gelmesi en sağlıklısıdır. Ancak güvenlik pahasına değil.

BAK TÜRKİYE, SENİ KAÇINCI SIRAYA GETİRMİŞLER.

BAK TÜRKİYE, SENİ KAÇINCI SIRAYA GETİRMİŞLER.

Bu ara “tanısaydım çok severdim” diye düşündüğüm insanların sayısı artıyor. Tanıdıklarımdan illallah ettim, belki ondandır. Gözümün içine içine haykıran şeytani sesleri, başımı ne yana çevirsem maruz kaldığım azmış suretleri düşününce midem bulanıyor. Hay görmez olaydım! Hay duymaz olaydım! Hay ben sizin bu lanet olasıca post modern ortaçağınıza düşmez olaydım.

Her şeye rağmen hayat devam ediyor mu?

Kasaba gidiyorum, lafı geçiyor ağlaşıyoruz…
Marketin sebze reyonundaki amcayla sohbette lafı geçiyor, ağlaşıyoruz…
Eczanedeki çırakla ağlaşıyoruz…
Dolmuş şoförüyle ağlaşıyoruz…
Lokantadaki garsonla ağlaşıyoruz…

Hayat devam ediyor sanmasın kimse! Etmiyor. Her şeye gözyaşı bulaştı. El kadar çocuklar gözyaşlarımızı birbirine erdiriyor. Bir sabır imtihanından, ağlaya ağlaya geçiyoruz. Sonumuz hayrolsun, kötü bir rüya gibiyiz.

Dedim ya, tanısaydım çok severdim diye düşündüğüm insanların sayısı artıyor. Biri de Mustafa Hoş. Bu ara Mustafa Hoş’un Abluka’sını okuyorum. Satır satır. Altını çize çize… Bir gün karşılaşırsak “bin yaşa be kardeş” deyip elini sıkmak, sırtını sıvazlamak isterim. Kitabın son sayfalarında Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün yayınladığı Dünyada Basın Özgürlüğü sıralamalarına yer vermiş, Mustafa Hoş.

 mustafa_hos

Buna göre Türkiye, basın özgürlüğü açısından 179 ülke arasında bakın, her yıl kaçıncı sırada yer bulabilmiş:

2005’te 98’inci
2006’da 100’üncü
2007’de 101’inci
2008’de 103’üncü
2009’da 123’üncü
2010’da 138’inci
2013’te 154’üncü

Öğretmen aklımla şöyle anladım:
Sınıfta 179 öğrenci var ve adı Türkiye olan tembel teneke, sınavda aldığı notla 154. oldu.

financial_graph_decrease_400_clr-375x310

Peki, sadece bir dersten mi nal topluyor, bu haylaz? Hayır. Diğer dersleri de felaket. Hani neredeyse okuldan atılacak.

PISA (Programme for International Student Assessment) yani Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı adında bir sınav yapılıyor, üç yılda bir.

Sınavı yapan OECD yani Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü.
Sınava girenler, çeşitli dünya ülkelerinin 15 yaşındaki öğrencileri. Öyle az buz bir şey de değil hani. Bugüne en yakın tarihte yapılan sınav 2012’deydi ve tam 65 ülkede uygulandı. PISA’ya dünya genelinde 510.000, Türkiye’den de 4.848 öğrenci katıldı, mesela.


pisa-320-x-250Peki, bizimkiler kaç aldı? Kaçıncı oldu?
Türkiye PISA 2012’de 34 OECD ülkesi arasında 32’inci oldu. Sondan ikinci yani…
Sınavın çeşitli alanları var: Matematik, Okuduğunu Anlama ve Fen.
Sınava giren 65 ülke talebesi arasından, Türkiye
Fen bilimlerinde 43,
Matematikte 44,
Okuduğunu anlama alanında 42’inci sırada yer aldı.

Belli ki 179 kişilik sınıfta 154. sıraya gelebilen, 65 kişilik sınıfta 43 – 44. olabilen, 34 kişilik sınıfta bile ancak sondan ikinci durumdaki bu öğrenci, başarısız olmuştur. Karnesi kırık notlarla doludur.
reo-inventory-down-freddie-mac-graph-decreasing-housing-inventory-gse

Son 5 – 10 yıllık zaman zarfında Türkiye’yi listelerin kepazesi haline getirenler, ona kendisini dünyaların efendisi zannettirmeye uğraşıyorlar. Türkiye her türlü sıralamada aşağılara düştükçe gözünün bağını kalınlaştırıyor, kulağına fısıldadıkları palavraları köpürtüyorlar.

Öğretmen aklımla anladığım şu, dostlar: Adına Türkiye denen bu zavallı çocuğu birilerinin kurtarması lazım. Bu çocuk kendini teslim ettiği o kötü arkadaşların peşinde gitmeye devam ederse, okuldan atılacak. Belki disiplin cezası bile alabilir.

Biz öğretmenlerin işi de budur: İstikbali karartılmaya çalışılan çocukların elinden tutarız. Zira biliriz ki, onları kurtarırken onların simgelediği daha nicelerinin de yolunu açmış oluruz.

Bugün 14 Mart 2014.
Bilesiniz ki Türkiye sizin öğrenciniz ve her biriniz bir öğretmensiniz.

youtube-loading-funny-hd-wallpaper-1920x1200-4132

PAROLA: 1 KIZ 1 KİTAP





Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü . Azınlık olduğu, haklarının çiğnendiği bilincine varmış tüm kadınları kutluyorum.

Kadınlar ile erkekler arasında cinsiyet yarıştırmak pek ilkel bir âdet olmakla beraber hala revaçta.
Oysa açık bir gerçektir ki, kadınlar erkeklerden birçok açıdan üstündür. Bir defa dünya var olduğundan beri bütün türlerin erkekler cinsi, biyolojik olarak yapabildiklerimizi hayret ve haset içinde izliyor.

Ancak bana göre kadınları üstün kılan asıl özellikleri tabiatın armağanı doğurganlık değil. Daha önemlisi var: Kadınlar edindikleri her tür bilgiyi hemcinsleriyle paylaşacak kadar akıllıdır. Yemek tarifinden indirimdeki mağazaya kadar irili ufaklı her bilgi, kadın dünyasında kulaktan kulağa ve inanılmaz bir hızla dolaşır.

Erkek egemen düzende ayakta kalabilmek için geliştirdiği bu dayanışma ruhu, kanımca en onurlu kadınlık halidir. Erkek kaybolduğunda yol sormayı bile gurur meselesi yaparken, kadınlar civardaki en uygun fiyatlı oto tamircisinin adresini birbirlerinin kulağına fısıldar.

Yeryüzünde ticaretten siyasete her şeyin var olması ve devam etmesi, kadınların bu fısıltılı dünyasındaki dolaşım ömrüne bağlıdır.

Madem bilgiyi paylaşmak ve dayanışma yoluyla hayata tutunmak gibi üstün bir vasfımız var, o halde bunu Dünya Emekçi Kadınlar gününde de sürdürmeliyiz.

Eğitimci olmaktan mıdır, kalıcı başarıların yegâne temeli olduğunu görmüş olmaktan mıdır bilemiyorum, aklım hep böyle işlere kaçıyor:

Lütfen bu 8 Mart’ta bir kız çocuğuna bir kitap hediye edin. Kadınlar Gününü böyle kutlayın. Ülkemizde okuma yazma bilmeyen her 1 erkeğe karşılık 3 kadın var. HÂLÂ!

İnternete girin, “çocuk kitapları” diye bir arama yapın. Karşınıza çıkanlardan hoşunuza gideni, 8 yaşında olsanız, 12 yaşında olsanız, 15 yaşında olsanız okumak isteyeceğiniz kitap hangisiyse onu seçin. Hemen satın alın ve hediye edin.

O kitap, o kız için aydınlık yolun ilk taşını döşeyecek. Bir kitap okuyacak ve hayatı değişecek, emin olun.

Gün gelecek, kitap okuyan o kız SAYGIN bir kadın olacak.

Gün gelecek, kitap okuyan o kız BAĞIMSIZ bir kadın olacak.

Gün gelecek, kitap okuyan o kız GÜÇLÜ bir kadın olacak.

Gün gelecek, kitap okuyan o kız bir başka kıza bir kitap hediye edecek.

Bu yüzden bu 8 Martta parola: 1KIZ 1 KİTAP

http://girltalkhq.com/need-read-malalas-nobel-peace-prize-speech-full/


UNUTMANIN DA BİR ADABI VARDIR

“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”

Yani?
Toplumsal belleğin, insan belleğinin aksak yanı unutkanlığıdır…
Memory-loss
Bu yazıda eğitimci kalemimi çekmeceye kaldırdım. Tarihçi kalemimle iki satır yazıp çekileceğim.

Unutma işini biraz abarttık sevgili ve necip milletim. Ulusça bunadık… Oysa unutmanın da bir adabı, bir insafı olmalı. İnsan işlediği günahları hatırlayabilmeli. “Şanlı” tarihimizin o kadar da şanlı olmayan yıllarını, fütursuzca silmemeliyiz belleklerden.


Sahi, ne kadar unutkanız?

Mesela sanki okulda senelerce anlatmamışlar gibi, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’yı boğdurttuğunu diziden öğrendik!

Neo Osmanlıcılar bin bir telaşla Osmanlı’nın kabahatlerini örtedursun, diziler eliyle ecdadını öğrenen halka, bir Tarihçi olarak naçizane tavsiye ederim: Eski defterleri biraz karıştırınız. Zira filme çekilen, ilkokuldan beri anlatılan Tarih müfredatından başkası değil. Yoksa goygoyculuk, saptırma, göz boyamadan öte geçemeyen popüler tarih tarafından daha çok kereler enayi yerine konacaksınız.

GÜNDEM: KIRIM

kirim_map

Ukrayna’da yaşanan toplumsal huzursuzluk ve ayaklanma, ardından gelen Rusya müdahalesi, günlerdir gündemi işgal ediyor. Daha da edecek gibi. Bu konuyla ilgili taammüden unuttuğumuz bir gerçek var: ABD’nin kuruluşundan daha uzak olmayan bir tarihte Kırım, Osmanlı toprağıydı.

Gerçi dizisini yapsalar, Rusya’ya yenilen Osmanlı padişahı ve İslam halifesi I. Abdülhamid’in, halkı Müslüman olan Kırım’ı elcağızıyla Rus hâkimiyetine nasıl teslim ettiğini de öğreneceğiz.

O zaman belki basında yer alan “Rusya’nın Kırım’ı işgal çabası” içerikli haberleri anlayabileceğiz: Kırım neresidir, Kırım Tatarları kimdir, Osmanlı Tarihi ders kitaplarında bile utanmazca hain ilan edilen bu halka, payitaht nasıl bir zulmü reva görülmüştür…

Gözümüzle görürsek belki daha zor unuturuz.

Kırım topraklarını Rus Çarlığına teslim eden padişah I. Abdülhamid şu zattır:

I._abdulhamid

Aynalıkavak Tenkihnamesi adıyla bilinen ve Osmanlı’nın Kırım üzerindeki son haklarını da yitirdiği antlaşma, 1779’da imzalanmıştır. Bundan sonra Kırım Tatarları, Çarlığın boyunduruğu altına girmektense kitleler halinde Anadolu’ya göçmeye başlamışlardır.


Gelin, görünür kılmaya devam edelim.

Aynalıkavak Kasrı, Kasımpaşa – Hasköy’de. Hala ayakta. Donanma caddesi üzerinde.


aynalikavak


Üşenmedim, gittim. Bizzat dolaşıp fotoğrafladım. Pek öyle Türkiye’de dizisi çekilecek bir konu değil. Zira biz her şeyin muhteşemini severiz. En azından…


2014_03_05 (3)  2014_03_05 (8)



2014_03_05 (16)


Bu binayı gözümüzün önünde tutalım ve gördükçe de hatırlayalım ne olur. Kırım’da nesilden nesle miras kalan gözyaşı, bu binada atılan imzalar yüzünden akmaya başladı. Kuşaklardır anneler, bebekler, oğullar, dedeler vatansız, sürgün.

Ve bunca acı da Osmanlı Tarihine dâhil…

OKUL SEÇME KILAVUZU – 4





Önceki yazılarda bir dizi soru sorduk ve okul ile ev arasındaki mesafenin önemine vurgu yaptık. Sabah yarım saatten fazla zamanı okul yolunda geçiren ve uykusunu alamadan yola koyulan bir öğrencinin, sunulan eğitim olanakları ne olursa olsun, onlardan yararlanamayacağını söyledik ve bunun nedenleri üzerinde durduk.

Peki, “doğru okul” sadece eve yakın olan okul mudur? Başka hangi vasıfları taşıması gerekir?


DOĞRU OKUL BAŞKASININ ROLÜNÜ ÇALMAZ

Okulun görevi, eğitim ve öğretim vermektir. Okulda, çocuğun yaşam için ihtiyaç duyacağı akademik bilgiler ve toplumsal davranışlar öğretilir. Örnekse “yağmur neden yağar?” ya da “dünyada bizden önce kimler yaşadı?” gibi soruların yanıtını veren öğretim kısmıdır. “Arkadaşımın hakları nerede başlar, benim haklarım nereye kadardır?” gibi konular, çevre bilinci, yurttaşlık bilinci meseleleri ise eğitim faslına girer. 



Ancak bir de “terbiye” mevzusu vardır ki, bu okulun hiç ama hiç üzerine vazife değildir. Terbiye, ailede verilir. Örnekse bayramda büyükanne – büyükbabanın ziyaret edilmesi, ellerinin öpülmesi, eve ayakkabıyla girilmemesi, çocuğa ne kadar harçlık verileceği ve bunu nasıl harcamasının isteneceği gibi konular sadece ailenin yetki ve görev alanına girer.



Okulda büyüklere saygılı olmak, bir ilke olarak öğretilir. Ancak bunun nasıl uygulanacağını belirlemek ailenin işidir. Ya da tutumlu olmak okulun vereceği eğitim içinde değerlendirilmelidir ama çocuk haftada kaç lira harcarsa tutumlu sayılacak, bu ailenin alanına girer. 

Anne – babasının yerine geçip çocuğu terbiye etmeye kalkan okullardan uzak durunuz. Terbiye ailede verilir. Her ailenin değerler sistemi, öncelikleri kendine göredir ve öyle de olmalıdır. Okul idarecilerinin değerlerini öğrenciye dayatması, belletmesi olsa olsa tek tip insan yetiştirmenin yahut bir tür müritleştirmenin amaçlandığını gösterir. 
 

TANITIM GÜNÜNDE SİZLERİ NELER BEKLİYOR?

Basında yer alan “tanıtım günü” ilanlarına mutlaka gözünüz takılmıştır. Eğitim kurumları müstakbel velilerine okulu tanıtmak amacıyla böyle herkese açık davetler düzenliyor. İlanlarda belirtildiği gibi hafta sonu, öğrenciler evlerinde dinlenirken, okul özenle temizlenip süslenmiş ve görücüye çıkmaya hazırlanmışken yapılacak bir ziyaret çok yanıltıcı olacaktır. Zira böylesi planlı bir ziyarette görecekleriniz sadece size gösterilmek istenenler olacaktır. 

Velilerin ilanlarla davet edildiği böyle günlerde bakın okullarda ne hazırlıklar yapılır:


  • Öncelikle ortalık sıkı sıkı temizlenir. Camlar, tahtalar silinir. Tahtaların önüne renk renk tebeşirler dizilir. Perdeler yıkanır. Hatta odalara, sınıflara hoş kokular sıkılır.
  • Çöp kutuları boşaltılır, varsa su sebilleri doldurulur. Tuvaletler adam akıllı temizlenir,  mikroplardan ve kirden iyice arıtılır. Tüm musluklardan ve sifonlardan su akmasına özen gösterilir.
  • Bahçe düzenlenir, ağaçlar budanır, çimler biçilir, hatta yeni çiçekler dikilir.
  • Okul duvarlarına bayraklar, flamalar asılır, bir bayram ve şenlik havası yaratılmaya çalışılır.
  • Sınıflar, sıralar intizama sokulur. Sıra üstlerindeki karalamalar, yerlere atılmış kâğıtlar, unutulmuş öğrenci defterleri göz önünden kaldırılır. Her sınıfın panosuna yazıcıdan yeni çıkmış birer haftalık ders programı yerleştirilir.
  • Katlardaki panolar iyice denetlenir. Derme çatma olanlar sökülür, öğretmenler tarafından tekrar düzenlenir. En güzel ve anlamlı resimler, şiirler, yazılarla donatılır.
  • Tatil günü olduğu için ortada koşuşturan, bağırıp çağıran öğrenciler görmezsiniz. Onları azarlayan, elde cetvel veya düdük ya da anahtarlıkla koridorlarda, bahçede turlayarak nöbet tutan öğretmenler de… Öğretmenler, eğer o gün okulda bulunuyorlarsa en düzgün ve ciddi giysilerini giyer, ölçülü bir gülümseme takınır ve mesleklerinin hakkını verecek bir asalete bürünürler.


  • Yine tatil günü olmasından dolayı, mesela ders ve sınıf ortamını gözlemleme ihtimaliniz de yoktur. Acaba ders sırasında herhangi bir öğrenci kapının dibinde ayakta durmakla cezalandırılıyor mudur? Öğretmenler dersi karmakarışık bir öğrenci grubu karşında avaz avaz bağırarak mı, yoksa dikkatli ve ilgili bir sınıf önünde, kendinden emin, sakin ve özenli bir biçimde mi anlatıyorlar? Kim bilir…




  • Kantin de önemli bir nokta. Öğrencilere satılan yiyecekler mi sergileniyor acaba kantin vitrininde, yoksa siz “veliler” geleceksiniz diye özel bir düzenleme yapılmış mı? Size ikram edilen tazecik kanepelerden mi alacak yarın öbür gün çocuğunuz, yoksa bir kenar mahalle fırınına yaptırılmış, bayat, yağlı ve ne idüğü belirsiz açmaları mı yiyecek? Bunu da bilmek mümkün değil.
  • Peki ya yemekhane? Muhtemelen önceden planlanmış bir veli ziyareti esnasında yemekhane kapalı olacaktır. O halde öğrencilerin ne yediğini asla bilemeyeceksiniz. Çocuğunuzu okula yazdırmış bulunursanız, akşam eve geldiğinde “ne yediniz bugün öğlen?” diye sorarsanız aşağı yukarı şöyle bir cevap alacaksınızdır: “Valla sulu, salçalı bir şey vardı. Sanırım sebze, biraz da et koymuşlar içine. Bulamaç gibi duruyordu. Ben de kantinden sandviç aldım.” Oysa yemek ücreti olarak hatırı sayılır bir ödeme yapmış bulunacaksınız.
  • Ve laboratuvarlar! Dil, fen, matematik, bilgisayar laboratuvarları. Acaba ders zamanı da size gösterildiği kadar temiz ve düzenli midir? Eğer dersler buralarda işleniyorsa, yani laboratuvarlar göstermek için değil, eğitim aracı olarak kullanılması için yapıldıysa o kadar derli toplu olmalarına imkân yoktur. Unutmayınız ki, yaşı kaç olursa olsun bir sınıf dolusu öğrencinin bir arada bulunduğu hiçbir ortam hiç kullanılmamışçasına derli toplu kalamaz.




  • Son olarak spor ve kültürel etkinlik alanları, basketbol sahası, tenis kortu, kapalı spor salonu, varsa yüzme havuzu, tiyatro ve konferans salonu, bunların kulisi, soyuma odaları. Buralar da emin olun siz misafirlerin karşısına çıkacak şekilde özenle elden geçirilmiştir. Aslına bakılırsa laboratuvar ve etkinlik alanlarının yepyeni durması hiç de iyi bir işaret değildir. Buralar eğer gerçekten öğrenciler tarafından kullanılıyorsa mutlaka eskimiş, yıpranmış ve kirlenmiş olacaktır. Haydi, temizlik kiri götürdü diyelim. Ama daha dün alınıp oraya konmuş gibi yepyeni duran bilgisayarlara, basketbol toplarına, sahne döşemesine ne demeli? Genç insanlar yıl boyu kullansa böyle mi görünürler? Çocuğunuzun evdeki eşyalarından ve odasındaki malzemelerden pay biçin. Bir yıl boyunca oynanmış bir top, kullanılmış bir bilgisayar nasıl görünür sizce?



Tabii ki bunları ifade ederken okul yöneticilerinin gözünüzü boyamaya çalıştığını, sizi aldatıcı bir imgeyle etkilemeye gayret ettiğini ima ya da iddia etmiyorum. Ulusal geleneklerimiz icabı böyle yaptıklarına eminim. Ne de olsa bizim kültürümüzde misafirin başımızın üstünde yeri vardır. İster evimize ister okulumuza gelsin, misafir en iyi şekilde ağırlanmalıdır. Üstelik velileri davet etmişken belli bir hazırlık yapmamaları da doğru olmaz. Tabii ki hazırlanacak, düzenlenecek ve güzelleştirilecek okul. Ancak bir yüze makyaj yapmakla estetik ameliyat yapmak arasında fark var, değil mi?