Garabet Balyan, kültür, miras, vefa…


balyan

İçinde Garabet Balyan, kültür, miras, vefa sözcükleri geçen, Türkçe bir cümle kurabilir misiniz?
Ben kuramadım.
Neden mi?

Agos gazetesinin bugünkü haberine göre, Dolmabahçe Sarayı’nın mimarı Garabet Balyan’ın kayıp olan mezar taşı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Kartal’da kullandığı bir şantiyede ortaya çıkmış. Gazete haberi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘işin ehli’ sözleriyle övdüğü Balyan ailesine mensup Garabet Balyan’a büyük saygısızlık alt başlığı ile vermiş.
Ne deseler haklılar…


Her insanlık ayıbına bir “ama” yetiştirenlerle aynı havayı soluma bedbahtlığı içindeyiz. Üstelik saygısızlığın, vefasızlığın, insafsızlığın sadece mezar taşlarına yönelmediğini de biliyoruz. Osmanlı’ya karşı saygısızlık da almış yürümüş durumda…
Batılı yüzüyle, azınlıklarıyla, etnisitesiyle, eksikleri ve yanlışlarıyla, 600 yıllık bir tarih var önümüzde: Osmanlı Tarihi. Gelin görün ki, kimse onu bütüncül olarak hazmetmeye razı değil. Herkesin kendi “Osmanlı”sı var. Kimi yalnız İslam köşesinden tutuyor kimi sadece yenilgilerinden dem vuruyor, kimi de kahramanlık hikâyelerinden ötesini ağzına almıyor.
Osmanlı mirası, koskoca bir tarih, çeşitli şekillerde görmezden gelinmeye çalışılıyor, türlü kesimler işine gelmeyen kısmı yok saymak için laf akrobasisi yapıyor.

Bugün büyük mimar Garabet Balyan’ın mezar taşına böyle bir “buluş” ile ulaşılması, iki yıl önce Dolmabahçe Sarayı’na yaptığım bir gezi üzerine yazdıklarımı hatırlattı.
Bakınız, o gezide laf akrobasisinde ne rekorlar kırılmış:


Muayede salonunda Selamlık gezisinin sonuna gelmişken kafiledekilerden biri “binanın inşaatını kim yapmış?” deyiverdi. Rehber delikanlının cevabı, bin yıllık manipülatif resmi söylemi tekrarladı ve içinde bulunduğumuz şık salonu adeta çamura buladı. Efendim, “Kayserlili hıristiyan yabancılar” yapmış.

dolmabahce_balyanPardon?

Osmanlının en tumturaklı binalarını çizen ve inşa eden Balyan ailesi, bu ailenin seçkin üyesi ve Dolmabahçe’nin mimarı Garabet Balyan ne zaman ‘yabancı’ oldu? Ermeni demek neden bu kadar zor? Nasıl bir ‘kenarından dolaşıp kaçıverme’ tavrı bu?

Sinirim tepeme zıpladı. Yüksek sesle “Ermeni! Ermeni!” dedim. Rehberimiz zehir yutmuş fare gibi sarardı ve telaşla şu sözleri sıraladı: “Binanın yapımında en çok Kastamonulu işçiler çalışmıştır. Halılarımız da Uşak ve Hereke’de dokunmuştur.” Pekala, kendin kaşındın evlat. Gezi boyunca sıraladığın eciş bücüşlere karşı kendimi tuttum, şimdi canını yakacağım.

Sordum: Bu devasa avizeler ilk yapıldığında muhakkak mum ve gaz ile çalışıyordu. Elektrik aksamını yapan kim? 

El cevap: Avizeler İngiltere’de yaptırıldı (bak sen!). 1912 yılında sarayımıza elektrik, telefon hatları ve kalorifer tertibatı döşendi.

Israr: Onu sormuyorum. Avizeleri elektrikle çalışacak hale getiren ustalar hangi memleketten? Türk olmasa gerek. Zira elektrik yeni yeni geliyordu o devirde. Yetişmiş eleman yoktur.

İki omzu yerde: Bilmiyorum. 

Öğrenir umarım. En azından İstanbul’un elektrifikasyon tarihçesi hakkında şu makaleyi okuması yerinde olur. Doğrusu ben de bilmiyorum, saray avizelerinin kim ya da kimler tarafından elektriğe çevrildiğini. Ama meselenin akademik / entelektüel bir merak uyandırdığı kesin. Genç hocalarımız çalışır herhalde.

İşte böyle…
Bu yıl 100. sene-i devriyesini yaşayacağımız Nisan 1915 acısı üzerinde üçün beşin hesabını yaparak tepinmekten utanmayan ölü sayıcılara denecek tek şey: Allah şifa versin, akıl – fikir – vicdan – insaf nasib etsin, âmin…


?????????????????????????????
Kapak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder