ORTAOKULDA TÜRBAN, KATLİAMDIR.


ORTAOKULDA TÜRBAN, KATLİAMDIR.


Evet, ortaokulda türban katliamdır. Çünkü ortaokul çağındaki çocuklara türban taktıranlar MASUMİYETİ katletmektedir.

Türban / başörtüsü / tesettür kadın cinsinin iffetini korumak amacıyla uygulanan bir dini gelenektir. Ancak ortaokul çağındaki kız, kadın değildir. Çocuktur.

18 yaşını aşmış yetişkin bir bireyin tercihlerine kimse karışamaz. Kanunu çiğnemediği müddetçe eylemlerinde hürdür, hür olmalıdır. Ancak ortaokul çağındaki kız yetişkin ve kadın değildir. Çocuktur.

Kadınlık, erkeklik, namus, iffet, cinsellik gibi konular ise yetişkinlerin dünyasına ait kavramlardır. 9, 10, 11, 12 yaşlarındaki çocukların aklına bu yolla cinselliği sokmak, masumiyetin katledilmesi demektir.



Evet, ortaokulda türban katliamdır. Çünkü ortaokul çağındaki çocuklara türban taktıranlar, başını örtmeyen çocukların PSİKOLOJİK DENGESİNİ katletmektedir.

9, 10, 11, 12 yaşlarındaki kız çocuklarının bir kısmının başı örtülü bir kısmının açık olması, üstelik tesettürün iffet ve meziyet olduğunun savunulması, örtünmeyen çocukları iftira karşısında savunmasız bırakacaktır. 9, 10, 11, 12 yaşındaki bir kız çocuğunun maruz kalacağı “iffetsizlik” ithamına direnecek; iffetini, ahlakını, namusunu savunacak psikolojik donanımı ve bilgisi yoktur. Bu durumda başını örtmeyen kız çocukları taammüden delirtilmiş olacaktır.



Evet, ortaokulda türban katliamdır. Çünkü ortaokul çağındaki çocuklara türban taktıranlar, ERKEKLERİN ONURUNU katletmektedir.

9, 10, 11, 12 yaşlarındaki kız çocuklarının saçını görünce cinsel açıdan tahrik olan erkek, zaten sübyancıdır / pedofildir. Derhal tedavi edilmesi ve toplumdan soyutlanması gerekir. Bu durumda olmayan erkekler için ise 9, 10, 11, 12 yaşlarındaki kız çocuklarının saçından tahrik olma ihtimalinin ihsası bile hakarettir. Her onurlu ve dengeli erkek 9, 10, 11, 12 yaşlarındaki kız çocuklarının başörtüsü hakkında “beni sapık yerine koyamazsınız” diyebilmelidir.



Evet, ortaokulda türban katliamdır. Çünkü ortaokul çağındaki çocuklara türban taktıranlar, ADALET DUYGUSUNU katletmektedirler.

Madem dini inançlar gereği giyinmek 9, 10, 11, 12 yaşlarındaki kız çocukları için bir gerekliliktir, o halde 9, 10, 11, 12 yaşlarındaki erkek çocukları neden bir örnek, standart giysiler ve formalarla okula gelmektedirler? Madem kızları dini inancına göre giyinen – giyinmeyen diye bölmekte bir sakınca görülmedi, o halde erkek çocukları da giyimleri ile bölünmeli mi? İnanç ve giyim eksenindeki bütün tartışmaların kızlar ve kadınlar üzerinden yapılması adaletsizliktir.



Ortaokul çağındaki çocuklara türban taktıran düzenlemeyi yapanlara ve ortaokul çağındaki çocuklarına türban taktıran anne – babalara soruyorum:
  • Sizce başını örtmeyen kadın dinsiz midir?
  • Sizce başını örtmeyen kadın namussuz mudur, ahlaksız mıdır?
  • Kalbinizi, vicdanınızı, çocuk sevginizi, merhametinizi, insafınızı hangi kuyuya attığınızı hatırlıyor musunuz?

Kapak fotoğrafının kaynağı

EYVAH! ÇOCUĞUM ÜSTÜN YETENEKLİ! –Mİ?

Eylül 23rd, 2014 | by Beril Devlet
EYVAH! ÇOCUĞUM ÜSTÜN YETENEKLİ!   –Mİ?

Her çocuk mutlaka sanat ve sporla iç içe büyümeli, hiç değilse bir sanat ve bir de spor dalıyla ilgilenmelidir. Bedensel ve ruhsal gelişim açısından sanat ve spor vazgeçilmezdir.
Bilinçli ana-babalar da bu istikamette hareket etmekte, imkânları dahilinde çocuklarının bir spor veya bir sanat dalı ile haşır neşir olmasına uğraşmaktalar. Takdire şayan bir davranış. Gönüllü kuruluşlar ve yerel yönetimler de maddi olanakları sınırlı ailelerin çocukları, sanat ve spordan mahrum kalmasın diye çeşitli kamu – vakıf ortamlarında eğitim veriyor, katkı sağlıyor. Hiç yoktan iyidir…

Ancak asıl problem başka yerde: Sanatla ve/veya sporla ilgilenen her çocuğun “üstün yetenekli” zannedilmesinde…
Çocuğuna bir enstrüman alan, bir şövale hediye eden, onu bir spor okuluna yazdıran hemen her veli, büyük beklentiler içine giriyor. Derinlerde yatan “o kadar para verdik” mentalitesi de devreye girince çocukların hayatı zehir oluyor, zevk alarak yapacakları etkinlikler eziyete dönüşüyor.

Kimse kusura bakmasın, ben çocuklardan yanayım. Dolayısıyla ana babalara birkaç uyarım olacak:
Bakın pat diye söylüyorum: Lütfen çocuğunuzu “bir koyup beş veren” bir yatırım aracı olarak görmekten vazgeçiniz! Şimdi hiç kimse bu sözleri üstüne alınmayacak, biliyorum. Zira farkına varmadan düşülen bir hata bu.
Şöyle bir yoklayın kendinizi: En son ne zaman çocuğunuzun NORMAL bir insan yavrusu olduğunu aklınızdan geçirdiniz? En son hangi hareketi, davranışı size son derece sırdan, herkesin çocuğu gibi, alelâde geldi?
Anladınız, değil mi?
Elbette insanın evladını her şeyden çok, herkesten ayrı sevmesi normaldir. Ancak bu sevginin çocuğu olmadık umutlara sürükleyecek kadar büyümemesi, mantık şirazesinin kaçırılmaması lazımdır.

Sanat ve spor lazımdır, iyidir, harikadır.
Her çocuk için, hem de.

Ancak pek az çocuk, erken yaşlarda keşfedilecek kadar üstün bir yeteneğe sahiptir. 7 milyarlık dünya nüfusu içinde her yıl belki 50, belki 60 üstün yetenekli (prodigy) çocuk çıkar. Emin olun daha fazla değil. Elbette bundan fazla sayıda yetenekli ve çok daha fazla sayıda hevesli çocuk çıkar, sanat ve spor hocalarının karşısına…

Ayrıca anne babalar açısından çocukta üstün yeteneğin çok arzu edilecek bir şey olmayabileceğini belirtmek isterim. Üstün yetenekli çocuklara özenmeyiniz, çocuğunuza onları örnek göstermeyiniz. Üstün yetenek tek yön, tek şerit bir yoldur. Geri de dönülmez, sağa sola da sapılmaz. Üstün bir yetenekle dünyaya gelmişseniz başka bir işle uğraşmanız çoğu kez mümkün olmayacaktır. Seçeneksiz kalırsınız. Yaşam şartları, yeteneğiniz ile geçiminizi kazanmanıza imkân vermeyecek şekilde evrilirse, mutsuz bir hayata sürüklenmeniz işten bile değildir… Bunu ister misiniz, çocuğunuz için?

***

Peki, çocuğunuzun herhangi bir sanat / spor dalına yeteneği var mı yok mu, bu ne derecede bir yetenek, nasıl ayırt edeceksiniz?

Üstün yetenekli çocuk kendini çoğu defa “başka hiçbir şeyle ilgilenmemesi, sadece o şeyle uğraşmak istemesi” ile belli eder. Ancak bu “prodigy / dâhi çocuk” etiketi yapıştırmak için yeterli değildir. O sanat / spor dalı hangisiyse, hocasına götürmek gerekir. Uzman hoca karşısındakinin şiddetli bir heves mi, orta derecede bir yetenek mi yoksa müstesna bir kabiliyet mi olduğunu anlayacaktır. Bu ayrımı uzmanlar dışındakilerin yapması mümkün değildir.

Yani?
Her çocuğu sanat ve sporla tanıştırmak, hevesli her çocuğu da ileri yaşlarda dahi bu uğraşlara devam ettirmek uygundur. Üstün yetenekliler için ne yapılacağını zaten ancak hocaları bilir.

Şimdi gelin, birkaç örnek izleyelim. Aşağıdaki videoda internetten derlediğim minikler var. Kimileri sadece hevesli, kimileri bir parça yetenekli, kimileri de sıradışı / üstün yeteneğe sahip çocuklar. Hepsi prodigy / dâhi çocuk değil. Ancak istisnasız her biri çok ama çok sevimli!


Şu videoyu izleyiniz: http://vimeo.com/113232619


PAZAR GAZETESİNE EĞİTİM EKİ

PAZAR GAZETESİNE EĞİTİM EKİ

Çoğumuz pazar sabahları ailece kahvaltı etmeyi severiz. Ardından gazetelere “bakılır”, değil mi? Bu Pazar gelin, eğitim haberlerine kısa kısa bir bakıverelim. Evin huysuz ninesi de ben olayım, her haberin üstüne iki laf yazayım ki, ütülenmedik kafa kalmasın, değil mi efendim.

Ne güzel demiş atalarımız: Ne kadar köfte, o kadar ekmek. Yoksa dememiş mi? Bu söz sokak argosu muydu, bilemedim şimdi. Neyse.

Öğretmen maaşları ile öğrenci başarısı arasında bir ilişki var mı diye bakmış, istatistikçiler ve eğitimciler. Var olduğunu biliyoruz, değil mi? Hiç üç kuruşa çalışan, emeği sömürülen ve değeri bilinmeyen ile el üstünde tutulan bir olur mu?

Mesela başarıda liste başı durumundaki Finlandiya’da öğretmenler yılda 42.810 dolar maaş alıyorlarmış. TL cinsinden ayda 7.000 liradan fazla yani. Ayda 7 bin lira maaş! Kime? Öğretmene! Çok mu? Şimdi benim şerrimden çekinip içinden “e, çok tabii” diyorsan, eğitim adına başımıza gelen her şeye müstahaksın canım kardeşim. Kusura bakma. İyi maaş, kaliteli personeli sektöre / mesleğe çeker. Kaliteli, kabiliyetli personel de sektörü / mesleği yükseğe taşır. Bakınız, Finlandiyalı öğrenciler 2012 – PISA sınavlarında dünya birincisi olmuş.

ogrt_maas_PISA_basari_tablosu
Bizde durum nedir? Başarıda 65 ülke içinde 42. sıradayız. Öğretmen maaşları da aylık ortalama 2.000 TL civarında. Şimdi kimse kalkıp öğretmenlik kutsal meslektir, gönül işidir falan demesin. Herkesin geçindirmek zorunda olduğu bir ailesi var ve herkes emeğinin karşılığını alacağı bir işte çalışmayı hak eder. Bir öğretmen onuruyla yaşamını sürdüreceği kadar para kazanamazsa, ülke eğitimi de bu halde olur. Yani prensip basit: Ne kadar köfte o kadar ekmek…

Gelelim ders kitaplarına. Hollanda’da yaşayan Türkiyeli ve Faslı Müslümanlar “lise ders kitaplarında ayrımcılık içeren ifadeler var” diyerek şikâyetçi olmuşlar. Elbette hiçbir ders kitabı hiçbir çeşit ayrımcılığa zemin olamaz, olmamalı. Ancak Türkiye’de okutulan lise tarih kitaplarını bir zahmet açınız, bakınız. Kırım Tatarlarını ihanetle suçlamaktan tutun da Arapları aşağılamaya kadar her türlü çağdışılık mevcuttur! Cinsiyetçilik bizde, ırkçılık bizde, ayrımcılık bizde… Biz yapınca “normal” ama iş Hollanda’ya gelince “çok ayıp” diyoruz. Tencere dibin kara demeden önce kendi çarpıklarımızı düzeltsek…

Orta boy bir Avrupa ülkesinin nüfusu kadar öğrencimiz var. Bu yıl kaç öğrenciyle başladık, eğitim – öğretime dersiniz?
Okul öncesinde                 1.065.000
İlkokulda                         5.645.000
Ortaokulda                      5.090.000
Liselerde                         4.600.000
Toplam                          16.400.000

Eh, tabii bu kadar çok öğrenci olunca bankanın, marketin üstüne, bakkalın arkasına, otoparkın kıyısına okul adı altında bir takım işletmeler açılması da kaçınılmaz mı olmuş, nedir? Aljazeera (elcezire)’den Umay Aktaş Salman’ın haberi, bu güzide ilim irfan yuvaları (!) hakkında ayrıntılı bilgi içeriyor. İnsan gerçekten hayret ediyor, sevgili Pazar kahvaltısı okuyucuları…
egitimin_pazar_postasi 1

Liselerde toplam 4 milyon 600 bin öğrenci var demek, neresinden baksak her sene 1 milyon civarı genç liseden mezun olacak, üniversite kapısına dayanacak demektir. Nerede okuyacak bu çocuklar? Üstelik sevdikleri, becerebilecekleri bölümlerde okumak isteyecekler. Liselerimizdeki devasa başarısızlık ortadayken tercih edecekleri bölümlerin öyle pek de “demirden leblebi” olmasın isteyeceklerdir. Anlaşılan bu yüzden, 2014 sınav sonuçlarına göre üniversitelerimizde 918 bölüm boş kalmış. Yani aday öğrencilerden bir teki bile bu bölümleri tercih etmemiş. Çoğu fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimlerin uzmanlık eğitimi verilen bölümlermiş. Şaşırdık mı?

Son olarak, gazetelerin arka sayfa politikasını takip edelim ve azıcık gülelim. Hürriyet gazetesi, Ahmet Gülüm ve Kemal Gönen hocaların nefis eseri Dikkat Yazılı Var adlı kitaptan kimi sayfaları almış, “galeri” kısmında okurla paylaşmış. Gerçek öğrencilerin gerçek yazılı kâğıtlarına yazdığı cevaplardan oluşan bu görsellerden birkaç tanesini sizlerle paylaşarak iyi pazarlar, iyi haftalar dileyeyim:
egitimin_pazar_postasi 2

LİSELER FİİLEN 2 YILA İNDİ!


LİSELER FİİLEN 2 YILA İNDİ!

Geçenlerde yazmıştım:

Öğretmen Liseleri ile karşılaştırılınca İmam Hatip Liselerinin başarısı çok düşük. Öğretmen Lisesi mezunlarının %56,8’i üniversiteyi kazanırken bu oran İHL’lerde %16,5 gibi korkunç bir seviyede. Bir başka deyişle öğretmen lisesi mezunlarının yarıdan fazlası üniversiteli olmayı başarırken, mezun olmuş her 7 imam hatipliden ancak 1’i üniversiteyi kazanabiliyor. 10’da 5 nerde, 10’da 1 nerde…

Söz konusu yazımı iki soruyla bitirmiştim:
  1. Neden başarısı daha yüksek olan öğretmen liseleri kapatılıyor ve imam hatip liseleri çoğaltılıyor?
  2. İmam hatip liselerinde gözlenen bu ciddi başarısızlığın giderilmesi için ne gibi tedbirler alınıyor?

Bu sorular hançer gibi kalbimize saplı dursun, gelin okullar açılmadan hemen önce Türkiye Cumhuriyetinde milattan sonra 2014 senesinde 15 – 18 yaş aralığındaki gençlere okutulan derslere bakalım ve başka sorular soralım.

*     İmam hatip, anadolu imam hatip, genel, anadolu, fen ve sosyal bilimler liselerinin zorunlu ders programları neden birbirinin tıpatıp aynısı?

*     Tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya, biyoloji dersleri; yani temel bilimler neden fen liseleri hariç tüm okullarda sadece 2 (yazıyla iki) yıl okutuluyor? Bu lise eğitiminin fiilen iki yıla indirilmesi değilse nedir?

*     “Seçmeli Dersler” listelerinde yer alan derslerin her biri geçekten seçmeli mi? Mesela her sosyal bilimler lisesinde en az bir astronomi öğretmeni istihdam ediliyor mu? Ya da her lisede (düz / anadolu / fen / sosyal bilimler) yeter sayıda Bilgi ve İletişim Teknolojisi öğretmeni var mı?

*     Yok ise, öğrenciye “kusura bakma, sen Astronomi seçmek istedin ama biz sana mecburen Hz. Muhammed’in Hayatı dersi okutacağız. Çünkü elimizde sadece o dersin hocası var” mı deniyor? O zaman nerede kaldı “seçmeli”? Seçmeli yok, zorunlu seçmeli var, öyle mi? (Yirmi yılı aşkın tecrübeyle söylüyorum, büyük oranda böyle olacak.)

*     İmam hatip veya anadolu imam hatip liselerine devam eden öğrencilerin önüne neden diğer okullardaki kadar zengin bir seçmeli ders listesi konulmuyor? Seçmeli ders listesinin zorunlu derslerden içerikçe hiçbir farkı yok. Kapsam daha geniş, o kadar. Türkiye’de İHL öğrencileri arasında Mantık, Matematik, Fizik, Astronomi gibi dersleri okumak isteyecek tek bir öğrenci bile olmadığı mı varsayılıyor? Orta çağda Semerkant’taki Registan Medresesinde bile daha fazla pozitif bilim okutuluyordu efendiler!

*     4+4+4 sisteminin başına takılıp kalarak ardarda yaşı 6’dan küçük çocukların okula başlatılması üzerine inceleme / araştırma / rapor yayınlayan kurumlar uyuyor mu? Daha düne kadar 3 yılda zar zor bitirilen Tarih, Coğrafya, Fizik, Kimya, Matematik müfredatları nasıl olmuş da 2 yılda halledilir (!) olmuş? Ülkeye gelecekte Matematik bilen adam lazım olmayacak mı?

*     Lise eğitiminde temel bilimlerin güdükleştirilmesi, üniversitelerde 4 yıllık fizik, kimya, biyoloji bölümlerinin “talep yok” bahanesiyle sessiz sedasız kapatılması, yetişmiş hocaların ıskartaya çıkarılması, %16 başarıyı bile güçlükle yakalayan imam hatiplerin eğitim sisteminin omurgasına yerleştirilmesi ve bu okullarda başarıyı artırıcı tek bir önlem alınmaması… Bu gidiş ne yöne?
Kızılelma efsanesinden bu yana yüzünü Batı’ya dönmüş Türk milleti ne oldu da bin yıllık batıya varma, batılılaşma emelinden caydı? Yoksa topluca amuda mı kalktık ki, çocuklarımızın istikameti Afganistan’a, Pakistan’a, İran’a çevrildi?

IHL_prog
duz_prog 
 Not: Çizelgeler http://ttkb.meb.gov.tr/  adresinden alınmıştır.

SUSUZLUK KAPIDA İBB AFİŞ ASIYOR!


Bugün Anadolu yakasında, D100 (E5) karayolu üzerinde ilerlerken İstanbul Büyükşehir Belediyesinin şu afişine rastladım. Hemen fotoğrafını çektim. 
2014_09_09 (1)

Zira açıklamalara bakılırsa susuzluk tehlikesi ciddi ve İstanbul’un en fazla 2 – 2,5 aylık suyu kalmış bulunuyor. Yetkili ve sorumlu konumdaki İBB bu yüzden telaş içinde sanırım. Yoksa böyle tuhaf bir afiş asmazlardı. İnsanların günde kaç defa, nerelerde ve ne sebeple boş yere sifon çektiğini tespit etmek, bunun mevcut su sıkıntısına etkisini metreküp cinsinden ölçmek pek mümkün olmasa gerek…

Her ne kadar tüm kent halkının su konusunda hassas davranması önemliyse de, asıl büyük su sarfiyatının konutlarda değil, büyük iş yerlerinde ve fabrikalarda yapıldığını hatırlatmak isterim. Örnekse, 1 kilogram yün üretiminde kullanılan su miktarı, 10 milyon ve üstü nüfusa sahip bir şehirde 1 kişinin günlük ortalama su sarfiyatının 3 katından fazla.

Bir kişi günde 170, bir kilo yün 530 metreküp suya mal oluyor. Bu bilgiyi TÜBİTAK’ın raporundan aldım. 
Önümüzdeki günlerde yapılacak ciddi bir su kesintisi halinde oluşacak tepkiyi göğüsleyeceklere, geç olmadan birkaç tavsiyede bulunmak isterim. Öyle ya, hepimiz aynı geminin içindeyiz. Bir felâket olursa, hepimize olacak. Elbette varlıklı kesimler parasını ödeyip, gerekirse Alp dağından su getirtir, çeşmesinden akıtır. Ancak ya havadan bulaşan salgın hastalıklardan nasıl koruyacaklar kendilerini? 

Parayla çözülemeyecek problemler de var…


O yüzden İBB’deki muhterem büyüklerim, sevgili kardeşlerim,
  • Sifonlarımızı bırakın da sanayicileri denetleyin lütfen.

  • İnşaatları çoğaltmayın, hiç değilse bir süre yeni inşaat ruhsatı vermeyin. Susuzluğun bir nedeni de betonlaşma, siz benden iyi biliyorsunuz.

  • Su oburu çiçekli bitkiler ve çimen yerine, kent peyzajında AĞAÇ kullanın. Ağaç, hem aldığı azıcık suyu yağmur olarak geri verecek, hem de gölgesi ve serinliği ile kenti daha yaşanılır kılacaktır.

  • Asfalt yolların bir kısmını, en azından ara sokakları parke taşıyla döşeyin. Yağan yağmur böylelikle toprağa, yeraltına gidebilsin. Hem mahalle içlerinde sürat yapan sürücüleri de etkili şekilde uyarmış, yavaşlatmış olursunuz.

Benim mühendis olmayan, belediyecilikten anlamayan aklım, bu kadarına yetti. Daha âlâ çözümleri, siz elbette biliyorsunuzdur. İsterim ki Nurettin Sözen zamanında yaşadığımız susuzlukla bir daha sınanmayalım. Hele de salgın hastalık, okullarda bitlenme vak’aları… Düşünmek dahi istemiyorum.

Aman sevgili İBB, ne olursun bu sefer de çalış.
Afiş asmakla barajlardaki su miktarı artacaksa ona da razıyım.
Hatta evdeki sifonu günde iki defadan fazla çekmemek için bir çare aramayı da göze alabilirim.
Ama sen de Allah rızası için aklın yolunu seç, AĞAÇ DİK, AĞAÇ DİK, AĞAÇ DİK!
Amin.

MEB, MİLLİ PİYANGO İDARESİNE BAĞLANSIN


MEB, MİLLİ PİYANGO İDARESİNE BAĞLANSIN

Yeni hükümet göreve başlayınca haber metinlerinde falanca kurum filanca bakanlığa bağlandı cümleleri sıklaştı. Benim de aklıma parlak bir fikir geldi, bu vesileyle. Bence Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Piyango İdaresine bağlanmalı. Eminim birçok sorun böylece “şıp” diye çözülür.

Güldüğüme bakmayın. Gayet ciddiyim. Sinirden…


Türk eğitim sistemi son günlerde çelimsiz gövdesini büsbütün “keyfilik” rüzgârına teslim etti. Koskoca eğitim sistemimize çelimsiz dedim, evet. Dev ve hasta bir gövde. Tıpkı Osmanlı’nın son yüzyılındaki takma adı gibi: Hasta adam. Akıbeti de kadere, kısmete kalmış görünüyor…
 
Nedir hastalık belirtileri?

MILLI PIYANGO
Yapılan her 3 merkezi sınavın 5’inde (rakam hatası yok, her birinde birkaç tane) skandal patlak veriyor. Sorular hatalı çıkıyor, kitapçıklar çalınıyor, puanlar yanlış hesaplanıyor, sınavlar yanlış uygulanıyor…

Öğretmen açığı ayyuka çıkmış, dersler boş geçerken bir yandan da atama bekleyen binlerce öğretmen adayı seslerini duyurmak için sosyal medyada çırpınmakta…

Görev başındaki öğretmenlerin başarısı da soru işareti. Zira öğrencilerin %40’ı dört işlemi bilmiyor…

Her şehre bir üniversite açtı muhterem yetkililer. Netice? Türkiye genelinde 20 bin 735 lisans (4 yıllık fakülte) programından 4 bin 107’si kontenjanını tam dolduramazken, bunun 918’ine hiç yerleştirme yapılamamış. 

20’de 4. Üniversitelerdeki bölümlerin neredeyse dörtte biri kontenjanını dolduramamış. Bunların %5’ini ise tek bir öğrenci bile tercih etmemiş. Bir nevi “orada okuyacağıma seneye tekrar sınava girerim” demişler. Çok ayıp etmişler. Nankörlük hep bunlar…

Eğitim üzerine özgürce araştırma yapan, sorunları tespit eden ve bilimsel, aklı başında çözüm önerileri sunan yegâne kurumumuz, Eğitim Reformu Girişimi. Nisan ayında yine dört başı mamur bir rapor yayınladılar: “FATİH Projesi eğitimde dönüşüm için bir fırsat olabilir mi? Politika analizi ve önerileri”. 

Rapora göre öğretmenleri, sunulan teknolojiyi kullanmaya, eğitimler aracılığıyla kendilerini geliştirmeye, teknolojiyi kullanarak öğrenme yöntemlerini geliştirmeye yönelik herhangi bir somut teşvik mekanizması yokmuş. 

Özet? Öğretmenlerin teknolojiyi kullanması için teşvik sıfır. Yani? Devlet sana tablet vermiş, öğrenciye tablet vermiş, daha ne istiyorsun? Ne ayıp şey! Öğren işte kendi başına…

Bitti mi? Hayır. 

Asıl büyük bomba en son yaşananlar. TEOG (temel eğitimden ortaöğretime geçiş) sınavı sonuçlarına göre yapılan yerleştirmeler manşetlere çıktı.

milli_piyango_bileti
Sistemin berbat kokusu ne zamandır eğitimcilerin burnundaydı da, topluma, Yahudi cemaatin dini lideri Hahambaşının torunu ile Fatih Altaylı’nın kızını Şile’deki imam hatip okuluna yerleştirilince yayıldı. Bir de baktık ki Kadıköy’de oturan çocuk Tuzla’ya, Şişli’de oturan çocuk Silivri’ye falan yerleştirilmiş… 

Neden böyle oldu? Bu saçmalığın sebebi nedir?

Kanımca bilgisayarla yapılan bir yerleştirmede böyle akla zarar sonuçlar çıkmasının tek sebebi olabilir: Yerleştirme parametreleri belirlenirken öncelik okulun eve yakınlığına değil, okulun imam hatip olmasına verilmiştir. 

Sistem önce eve en yakın yere bakar, boş imam hatip var mı diye. Kadıköy civarındaki bütün İHL kontenjanları dolmuşsa, sırası gelen öğrenciyi bitişik ilçeye yerleştirmeye çalışır. Orası da doluysa bir sonrakine geçer. Koca bilgisayar, minibüs gibi Kadıköy > Maltepe > Kartal > Pendik’i geçer, ta Tuzla’ya gelir. Öyle programlandığı için öğrenciyi “en yakın okula” değil “en yakın imam hatip okuluna” yerleştirir, o yakının adı  da adı Tuzla olur. Tabii, içeriden edinilmiş bir bilgi değil bu. Sadece tahmin, çeyrek asırlık tecrübeye dayalı bir tahmin…

MEBamblem2Diyeceğim o ki, öğretmen atamaları, öğrenci yerleştirmeleri, sınavlar, eğitime teknolojiyi entegre etme çabaları falan hepsi çok zor işler. Vallahi zor. Birkaç aksilik olmuş diye nasıl da kıyasıya eleştiriyorlar koskoca MEB’i, değil mi? Milli Eğitim’e de yazık yahu!

Ben size kesin çözümü söyleyeyim: Verin şu işleri Milli Piyango İdaresine, bakın nasıl bütün çatlak sesler bir anda kesiliyor. Sınavlar iptal olsun, bürokratlarımızın kıymetli zamanını tüketen başvuru evrakı falan da kalksın. Çocuklara mezuniyet sırasında birer piyango bileti dağıtılsın, herkesin gideceği okul çekilişle belirlensin. Nasıl fikir ama!

Halkımız zaten itikatlıdır, kadere – kısmete inanır. Çok uzak bir okul falan çıkarsa da alınyazısı der, her şerde bir hayır vardır der, oturur. Yoksa eğitim devletin halka sunması gereken temel hizmetmiş, hakmış falan. Bunlar çok demode şeyler.

“Yeni Türkiye”nin “Yeni Eğitim”i böyle demodeliklere yer vermesin…

kura2

OKULLU ARKADAŞA MEKTUP



OKULLU ARKADAŞA MEKTUP 
Selam!
Okulların açılmasına az kaldı. Ne güzel, değil mi (!) ?
Sen de zaten yaz tatili bitse de öğretmenlerime, okuluma kavuşsam diyordun…

Biliyorum. Nefret ediyorsun. Büsbütün haksız da sayılmazsın hani.
Bu eğitim – öğretim yılını kazasız belasız atlatman için sana birkaç tüyo vereyim mi? Hem de “onlar”ın tarafından, büyükler cephesinden… Üşenmezsen oku.


İÇİNDEKİ ÇOCUĞU FAZLACA BÜYÜTENLER

Zaten biliyorsun ya, teyit edeyim: İnsanın kemik yaşı ile akıl yaşı her zaman aynı olmayabiliyor. Yani yetişkin biri bazen çocukça davranışlar sergileyebiliyor. Öğretmenler arasında az da olsa böyleleri var. Beklenmedik bir anda karşına çıkabilir.

Hazırlıklı olman için açıklayayım:

Mesela bunların birçoğu dersin ortasında kendilerini kaptırıp slogan atmasıyla meşhurdur. Örneğin adamcağız matematik öğretmenidir ama dersin bir yerinde her nasılsa, o reel sayıları getirip müslümanlığın şartlarına bağlayabilir. Veya önceki hafta dağıttığı çalışma kâğıdını kaybettin diye bir başka hocan aniden parlayıp “emek kutsaldır, emek en yüce değerdir” diye haykırmaya başlayabilir. Ya da kimya dersinde kendini, organik inorganik falan derken, birden Atatürk’ün kadınlara verdiği hakları dinliyor bulabilirsin.

childishBöyle bir durumda arkana yaslan, sessizce bekle. Genellikle birkaç dakika içinde yorulur, “nerde kalmıştık çocuklar” diye derse dönerler.

Bir başka çeşit de kendilerine “örnek öğretmen” denmesini isteyenlerdir. Bu türler genellikle yüksek sesle konuşur, dimdik yürür ve törenlerde konuşma yapmasıyla ünlüdür. Tören konuşmalarını birbirlerinden kopya çekmiş gibidirler: Hemen hepsi sözlerine “sayın müdürüm, değerli öğretmenler ve sevgili öğrenciler” diye başlar. Kendilerine ya 1870’lerden ya da 1930’lardan birilerini model aldıkları için, hep bir antika görüntüsü verirler.

Örnek çok. Sen daha iyi biliyorsun, kimlerden bahsettiğimi.

childish3Yetişkin de olsa insan ara sıra durup “ben kimim, burada ne yapıyorum” diye düşünmeyince, çocukça davranabiliyor, ne yaparsın. Diyeceğim o ki, böyle yetişkinlerle ters düşmemeye çalış. Çünkü farklı görüşler karşısında, hele hele eleştirildiklerinde mantıklı ve soğukkanlı davranamayabilirler.

İçinden fışkıran o çokbilmiş sesi, daha aklı başında öğretmenlere saklasan iyi olur. Yoksa bunlar sana ciddi ciddi kızabilir, 5 yaşında bebek gibi küsebilir, hatta her ders takıntılı bir şekilde senle uğraşabilirler. Aman diyeyim.

Kendi büyük aklı çocuk bu yetişkinlerin iyi yanı, sevgiden yana epeyce bonkör olmalarıdır. Karşılarındakini “sevgiye muhtaç bir yavrucak” olarak görürlerse, bütün tehlikeli yanları kaybolur, birer şefkat kelebeğine dönüşürler. Anladın, değil mi?


AKLI HEP BİR YERLERDE OLANLAR

Tuhaf ama bunların çoğu erkektir.

principalMesela baban. Ne zaman bir şey anlatsan, ilk beş dakikadan sonra dikkati dağılıyor, başka şeylerle ilgilenmeye başlıyor ya. Ne düşünüyor biliyor musun?

Hani sizin semtteki okulların hepsini İmam Hatip yaptı ya, hükümet. Neden böyle yaptıklarını boşver şimdi. Yaptılar işte. Belki duymadın ama bu okulların başarısı acayip düşük. Bunlardan mezun olup iyi bir üniversiteye girenler %3-5, en fazla.

Tabii seninkiler eğitim hayatın, geleceğin berbat olmasın diye, mecburen özel okula yazdırdılar, seni. Baban işte o okulun taksitlerini nasıl denkleştireceğini düşünüyor. Maaş belli. Kira belli. Nereden tasarruf etse de senin okul parasını çıkarsa, onu hesap ediyor. Dalgınlığı seninle ilgilenmemesinden değil. Bu aralar baba olmak çok zor, inan bana. Okulların açılışı yaklaşınca, anne – babanın da senin gibi strese girmesinin nedenleri var.

Seni dinlemeyen yetişkinlere bir örnek de, geçen seneki okulunun müdürü olacaktır büyük ihtimalle. Onun da aklında ciddi sorunlar vardı. Koca bir yılı, geçen ay olanların olacağı endişesiyle geçirdi. Ne mi oldu? Bakanlık kaç yıllık öğretmen, kaç yıllık idareci olduğuna bakmadan bir sürü okul yöneticisini görevden aldı. Tecrübeyi çöpe attı desek yeridir. Bunun da nedenini şimdilik boşver. Sizin okulun müdürü bunu düşünüyordu işte. Ömrünün yarısını adadığı mesleği elinden giderse ne halt edeceğini… Seni dinleyememesi, sorunlarına kulak verememesi bundandı.


BİR DEDİĞİ BİR DEDİĞİNE UYMAYANLAR

Konu sen olduğunda aklından ne geçtiğini, hangi tavrının gerçek fikrini yansıttığını asla bilemeyeceğin yetişkinler vardır.

Anneler genellikle böyledir. Senin yaşlarında çocuğu olan öğretmenlerine bak mesela. Kendi çocuklarını süper zekâ, dâhi zannederken diğer öğrencilerden “ay hiçbir şey bilmiyor bunlar” diye şikâyet edebiliyorlar. Aslında bilgi düzeyi olarak hepiniz aşağı yukarı aynısınız ama annelikle malûl bir öğretmen çoğu defa bu gerçeği görmüyor, göremiyor.

motherSenin annen de konu-komşuya seni metheder, akrabaya başarılarını ballandıra ballandıra anlatır ama seninle yüzyüze gelince ufacık bir “aferin” çıkmaz ağzından, değil mi?

Mesela şöyle delişmen fırçalar yersin: “Kocaman oldun hala arkanı ben topluyorum” dedikten iki saat sonra akşam dışarı çıkmak istediğinde “bacak kadar boyunla ne işin var gece vakti sokaklarda”. Hadi bakalım! Gel de çık işin içinden…

Haklısın, aslında tuhaf bir davranış. Ama sebebini bilsen, anlayış gösterirdin.

Annen senin yaşlarındayken buralar çok farklıydı. Hani mevsim normalleri değişti ya, yazlar artık çok daha sıcak ve kurak geçiyor. Aynı onun gibi, yaş normalleri de değişti.

Mesela annen senin yaşındayken arkadaşlarıyla semt plajına giderdi, muhtemelen. Mahallenin gençleri gece yarılarına kadar bahçe duvarında oturur, (hı hı, evet; kızlı erkekli) çene çalar, çekirdek, dondurma falan yerlerdi. Kimse kimseye “nerelisin” diye sormazdı. İnsanların etnik kökeni merak konusu değildi. İnanmayacaksın ama o zamanlarda kimin oruç tuttuğu, kimin tutmadığı da bilinmezdi. Böyle şeyleri uluorta konuşmak ayıp sayılırdı. Kızlar daha edepliydi, oğlanlar daha efendi. Ve hepsi çok daha özgür. İnternet falan da yoktu. Öyle anonim adların ardına saklanıp çirkeflik, ahlaksızlık yapmak, ona buna hakaret etmek kimsenin aklının ucundan geçmezdi.

İşte şimdi o “normallere” göre yetişmiş, senin yaşının normali olarak o zamanların değerler sistemini bilen annen, senin çağını anlayamıyor. Mesela öğrencilerini “tabiat şahanesi” falan gibi saçma sapan laflarla reklam malzemesi yapan adamların “eğitimci” etiketi taşımasını aklı almıyor. Aklı alsa midesi kaldırmıyor.

Ona göre her yer tehlike dolu. Gericilik, ayrımcılık, cinsel teşhircilik, sapıklık, cinayet, yalancılık, hırsızlık, dolandırıcılık… Bütün şehri, tüm ülkeyi ele geçirmiş, sanki. Bu yüzden bir bakıyorsun çocuk muamelesi yapıyor sana, bir bakıyorsun koca adam, koca kız olduğundan bahsediyor.

Bil ki annen dengesiz değil. Sen pek fark etmesen de bugünlerde anne olmak çok zor, inan bana. Azıcık anlayışlı olmanı, böyle zamanlarda üstüne varmamanı tavsiye ederim. Telaşı geçince oturur, sakin sakin konuşursunuz, nasılsa…

 thumb_up
Benden bu kadar.

Sen bu enteresanlıklara dikkat et, yeter. Gerisini zaten halledersin, biliyorum.

Okul yılın güzel geçsin.