ZAMANLA




Hayatı seyrettim dün.

Kendime baktım. Tepeden tırnağa inceledim gövdemi, yüzümü, kalbimi. Kendimi nerde görsem tanırım diyordum. Sanki biraz değişmiş buldum, biraz çentilmiş… 

Yaralarıma baktım önce. Kurumuş, üzeri örtülmüş, tende bir gölgelik izi kalmış başıma gelenlerin. Hepsinin iyileşmiş eski yaralar olması tesadüf değil. Yara tazeyken hayatı seyredemez insan.

Derken sertleşmiş, keskinleşmiş, sivrilmiş, silahlaşmış yerlerimi gördüm.

Ne tuhaf! Her birinin pespembe bebek kavisleri olduğu vakitler hatırımda.

Akça pakça, topalak bir bebektim önce. Herkes gibi.

Herkes kadar ağlarım, annem herkes kadar emzirir sanmıştım. Öyle değilmiş. Meğer hayat herkese ayrı bir ütü tahsis edermiş. Pembe beyaz kavislerimizi dümdüz etmek için hepimize ayrı ayrı silindirler yollarmış, cömertçe!

Pembeler kararır, beyazlar sararır, löp löp kavisler çizik çentik buruşukluklara evrilir, hayatın ağırlığı üzerimizden geçince. Bir bakmışız ezilmişiz, sinmişiz, solmuşuz.


Değişsek de hayat bizi terk etmiyor. Bu kısmını seviyorum. Hayat bizi terk edene kadar hayattayız.

Hayat eziyor, doğru ama hafifletiyor da. Dün çıktığım tepeden kendimi, kalbimi, ifademi incelerken fark ettim bunu. 

Gitgide daha az şeye, daha az kişiye ihtiyacı oluyor insanın, hayat ilerledikçe. Bir bakmışsın ağırlıkları atmışsın.

Bebekken öyle mi? Anne lazım, baba lazım, kardeş lazım, arkadaş lazım… Sonra büyürken okul, öğretmen, araç-gereç, imkân, yol, fırsat...

Ve gençlikte aşk, daha fazla aşk, seks, daha fazla seks, sonra iş, para, daha fazla para, mal, itibar, iktidar, aile, eş, çocuk, yazlık, araba, fatura, fatura, fatura…

Kirlenip kırışırken öğreniyorsun: Her şey bitebilir. Herkes gidebilir. Sen dâhil. Ve hayat sensiz de devam eder. Hem de ne devam etmek!

Yaşamak için hayata bile bağımlı olmuyorsun, bir yaştan sonra. Her şafağa gelişine geriniyor, her mehtaba gelişine esniyorsun.  

Zamanla sadeleşiyor hayat, hafifliyorsun. 



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder