Çocuk önce salıncağa binmeyi öğrenir. Birkaç zaman düz biner.
Sonra hızlanmayı gözüne kestirir. Hızlanır da.
Ardından başını azar azar geri yatırmaya cüret eder.
Derken sıra, salıncağa ayakta binmeye gelir. Dizler kırılır, sonra ayağa kalkılır.
Öylece sallanmaya başladığında kendini bir süper kahraman gibi görür,
salıncağa ayakta binen çocuk. Nasıl da cesurdur öyle! Nasıl da akıl
etmiştir bu hinliği! Bu iş onun ilk büyük keşfidir. Çünkü bu kadar
değişik bir salıncağa binme tekniği olsa olsa onun gibi birinin aklına
gelebilir. O halde sadece cesur değil aynı zamanda dehşetli zekidir de.
Anne babasına koşar. Tiz sesini çınlatarak buluşunu ve nasıl da “hiç
korkmadığını” anlatır. Anne babası inanır ona. Aferin der. Aslanım der.
Sen bir tanesin der. Salıncağa ayakta binmek öyle her çocuğun altından
kalkabileceği bir iş değildir, ne de olsa! Salıncağa ayakta binen çocuk,
yakınlarının nazarında bir dâhidir. Bir cesaret timsalidir.
Benzersizdir. “Bildiğin gibi değil”dir. Başka çocuklardan farklı ve
üstündür. Çünkü salıncağa ayakta binen çocuk, onların çocuğudur. Ve
salıncağa ayakta binmek, öyle her çocuğun altından kalkabileceği bir iş
değildir…
Ama zalim zaman başka şeyler öğretir.
Salıncağa ayakta binen çocuk bir müddet sonra yaptığının öyle pek de
matah bir iş olmadığını fark eder. Bir de bakar ki, bütün çocuklar onun
geçtiği evrelerden geçmiş. Önce hızlanmayı sonra kafayı arkaya yatırmayı
keşfetmiş ve en son merhalede de salıncağa ayakta binmişler.
Salıncağa ayakta binen çocuk bu bilgiyle sarsılır. Kendisi kadar
zeki, kendisi kadar cesur bütün o “öteki” çocuklara öfke duymaya başlar.
Hatta yaşı ilerledikçe gerçekten zeki, gerçekten cesur, gerçekten
yetenekli çocuklar da olduğunu öğrenir. Ortada tek bir salıncak yokken
salıncağı icat eden, mesela. Ya da salıncak deneyimini yamaç paraşütüne
çeviren…
İşte asıl nefret ettikleri onlar olur. Onun aklına bile gelmeyen
fikirleri bulan, sonunda dünyaları verecek olsalar cüret edemeyeceği
işleri güle oynaya yapan, neye el atsa başaranlardan tiksinir.
Salıncağa ayakta binen çocuk öyle bir dünya ister ki, yalnız kendisi “en” olsun.
Kendinden yetenekli, kendinden cesur, kendinden zeki olanları
çevresinde istemez. Onlarla aynı sokakta yürümeye cesaret edemez.
Onlarla aynı mekânlara girip çıkmaya çekinir. Dünyasını ayırır ve en
fazla kendi gibi, kendi kadar olanlarla takılmaya, hayatı “getto”sundan
yaşamaya başlar.
Kıskanma nefrete, nefret hiddete dönüşür.
Hak ettiği şeyleri elde etmesine engel hep “onlar”dır. Onlar olmasa
daha iyi bir işte çalışabilecek, daha iyi bir maaş alabilecek, daha iyi
okullara girebilecektir. Onlar yüzünden eğitimsiz kalmıştır, ailesi
okula göndermediği için değil. Onlar kendini ne sanmaktadır ki, güzel
evlerde oturup pahalı arabalara binmektedirler?
Salıncağa ayakta binen çocuk artık büyümüştür.
Gerçekten cesur olamamıştır. Gerçekten zeki de değildir. Ama ne gam! Haklıdır ya, o yeter.
Asla kuyrukta beklemez. Bir yolunu bulup diğerlerinin önüne geçer.
Hak verilmez, alınır diye inanmıştır. Ve zorbalıkla, kurnazlıkla,
utanmazlıkla aldığı her şeyi kendine hak sayar.
Asla yetinmez. Hep talep eder. Devletten yardım ister, patrondan zam
ister, arkadaştan borç ister. Hiç birini hak edip etmediğini düşünmez.
Hiç birini geri ödemez.
Salıncağa ayakta binen çocuk daima şampiyon olacak takımı tutar.
Daima iktidara gelecek partiye oy verir. Her defasında başaranların
etrafında olmayı seçer.
Hayattan, bundan öte bir başarı söküp alamayacağını bilir. Zeki
olmadığını, yetenekli olmadığını, cesur olmadığını ve olanlara saygı
duyacak kadar uygar da olmadığını, en iyi kendi bilir.
İlginç olan, salıncağa ayakta binen çocuklar dünyanın her yerindedir.
Her ülkenin, her şehrin, her mahallenin irice kalabalığını onlar
oluşturur.
Sadece kendi acılarına ağlarlar. Onlardan olmayan ölebilir, önemli
değildir. Sadece kendi haklarını savunurlar, hakları olmasa bile.
Kendilerine benzemeyenlerin haklarını yüzsüzce çekip almaktan zerre
utanç duymazlar.
Sürekli bir kıyaslama ve kıskanma içindedirler. Onlara orta sınıf
diyenler çoktur. Sıradan yurttaş, sade vatandaş, orta direk veya
sokaktaki adam diye anıldıkları da olur.
Ama dünyanın rezilliği, bana sorarsanız, asıl salıncağa ayakta binmekten ileri gelir.
Kaynak: Kılavuz Kirpi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder