Peki, bizden, yani Türkiye’den bir Finlandiya çıkar mı?
- Finlandiya, 5,5 milyonluk nüfusuyla bir İskandinav ülkesi… Nüfusu bizimkinin 14’te biri. Bir başka ifadeyle Ankara kadar.
- Kişi başına düşen yıllık gelir 50 bin Amerikan doları civarında. Yani bizimkinin 5 katı.
- Sınıf mevcutları genellikle 15 kişiyi aşmıyor. Bizde ortalama 30 civarı.
- Okul öncesi yaştaki tüm çocuklar halka açık günlük bakım hizmetlerinden yararlanabiliyor. Bizde ise okul öncesi okullaşma oranı hala %20’lerde.
- Öğrencilerin girmek zorunda olduğu herhangi bir sınav bulunmuyor.
- Öğrenciler 7 yaşında okula başlıyor. 7 yaşından önce ailenin eğitimine inanıyorlar.
- Günde ortalama 4 saat ders görüyorlar.
- Öğretmenler ilkokuldan itibaren ders kitabını kendileri belirliyor. Dolayısıyla işlenecek konular da öğretmenler tarafından belirleniyor.
- Okulların mimari yapısı, ev ortamı oluşturulmak üzerine tasarlanıyor.
- Okulun yönetimini öğretmenler sağlıyor, müdür bulunmuyor.
- Bazı dersler farklı yaş gruplarıyla birlikte işleniyor.
- Okul kantininde yalnızca süt, su ve meyve bulunuyor. Alerjisi olan öğrencilere ayrı yemek çıkıyor. Evet, her okulda 1 tane olsa bile…
- Öğretmen olmak isteyenler yüksek lisans mezunu olmadan öğretmen olamıyor.
- Devlet, öğrencileri doktora derecesine kadar finanse ediyor.Yani eğitim tam anlamıyla parasız.
- Ülkede herhangi bir özel okul bulunmuyor.
- En başarılı öğrenciyle en başarısız arasındaki fark %6’yı aşmıyor.
- Öğrencilere ev ödevi verilmiyor.
- İlkokulda öğrencilerin teneffüste geçirdikleri zaman toplam 75 dakika. Türkiye’de ise ortalama 45 dakika. (Amerika’da bu süre 27 dakikaya kadar düşüyor.)
- Finli öğrencilere eğitim hayatlarının ilk 6 yılında hiçbir şekilde not verilmiyor. Ölçme - değerlendirme süreci öğretmen raporları üzerinden yürütülüyor.
- 15 yıllık ilkokul öğretmeni yılda ortalama 37.500 $ civarında kazanıyor. Bu rakam ADB’de 45.000 $’a çıkarken Türkiye’de 25.000 $ mertebesinde seyrediyor.
***
Ne kadar farklı, değil mi?
Acaba bizdeki durumun Finlandiya’dan çok çok uzak olmasının tek nedeni “başımızdakiler” mi? Yani bütün suç MEB’de mi?
Bakanlığın ve uyguladığı / uygulamak istediği eğitim politikalarının, çağdaş eğitimin gereklerinden ne kadar geriye düştüğü apaçık ortada. Bunun savunulacak hiçbir yanı yok. Ancak bu yazıda buna değil, daha can yakıcı bir başka meseleye değineceğiz: Eğitimin okul dışında kalan kısmına, terbiye meselesine…
Örnekse tıpkı Finlandiya’da olduğu gibi bizim okullarımızda da çocuklara, doğayı korumak gerektiği, musluğu boş yere akıtmamak gerektiği, uluorta çöp atmamak gerektiği, kültür düzeyimizi yükseltmek için kitap okumak gerektiği, başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmamak gerektiği gibi güzel davranışlar öğretilir. Her çocuk bunları okulda öğrenir. Öğretmeninden öğrenir.
Peki, neden yapmaz?
Okula Finlandiya’da gitmediği için değil elbet. Eğitimle kazandırılmaya çalışılan düzgün davranış mayasının tutmamasının sebebi evdir, evdekilerdir.
Gelin, çocuğun okuldan en uzak olduğu zamana bakalım: Tatile.
Yaz tatili eğitimcilere, Türk tipi çekirdek aile hakkında enteresan gözlemler yapmaya imkân tanır. Zira deniz kıyısına yayılan, memleket / köy / kasaba yollarında düşen, çeşit çeşit, renk renk aileler, yılın o eşsiz bir-iki haftasını bir arada geçirirler. Yıl boyu çocuğu ya okula, ya kursa, ya büyükanneye götürmüş, bir yolunu bulup akşamları bir iki saatin dışında onunla bir arada olmamışlardır. Elli haftayı ayrı hayatlarda yaşayan çekirdek aile, iki haftalığına birleşir. Böylece evin duvarları, kapalı kapıları ardına gizlenmiş nice antikalık, bu kısacık zamanda gözler önüne serilir.
Anne vardır, telefonu açar açmaz “aaaay caaanııııııııımmm, nasıl özlediiiimmmm” diye başladığı görüşmeyi bitirince eşine döner, " bu görgüsüzler de geliyormuş, hafta sonuna dönsek mi? " deyiverir. Çocuk bu davranıştan ne öğrenir?
Bazı babalar, sadece spor gazetesi okur. Ellerine kitap aldıkları görülmemiştir. Mesela futbol müsabakası izlerken buraya yazamayacağım ama hepinizin duyar gibi olacağı küfürler savururlar, bağıra çağıra. Yenilen takımı tutan arkadaşla alay etmek, onu rencide edecek türlü şakalar (!) yapmak, "babalar" dünyasında doğal addedilir. Çocuk bu davranıştan ne öğrenir?
Kimi anneler çok meşguldür. Gözleri, içini çeke çeke ağlayan çocukta değil, TV ya da telefon ekranındadır. Okuldan yaka - paça darmadağın gelen çocuğa ne oldu diye sormadan fırçayı basar: "Ne o üstünün hali! Çabuk git temizlen!" Çocuk bu davranıştan ne öğrenir?
Bazı babalar garsonu “hişş hüoooğp baksana” nidasıyla çağırmakta bir ayıp görmez. Şakalaştığı karısının omzunu, elinin içiyle ayılama stilde ittirmekte de sorun yoktur onlar için. Çocuk bu davranıştan ne öğrenir?
Ya da yaz vesilesiyle memlekete gidilmiştir. Çocuk, okulda edindiği özgüvenle büyüklerin sohbetine dâhil olmaya kalkışınca enseye şaplağı yer: “Burası İstanbul değil, küçükler her lafa girmez, sen sus bakayım”. Çocuk bu davranıştan ne öğrenir?
Çay bahçesinde, kafede “Meliiisss, gel kardeşinle ilgileeeennnn” diye haykıran anne, bir yandan da bebeğin son santimine kadar doldurduğu bezini değiştirmektedir. Bitişik masada yemek yiyenlere aldırmak, fıtratında yoktur. Melis bu davranıştan ne öğrenir?
Tamam, tamam kızmayın. Sizden bahsetmiyorum. Ama biliyorsunuz, gözünüzün önüne bazı yüzler geliyor şimdi. Tanıyorsunuz bu aileleri, değil mi?
O yüzden lütfen bu yazıyı paylaşın. Eğitimin okulda, terbiyenin ailede verildiğini hatırlatmanızda ne sakınca olabilir ki? Belki birilerinin işine yarar, küçücük çocukları kusurlu ilan etmekten, koskoca öğretmenleri paldır küldür eleştirmekten utanır, çekinirler. Belki paylaşımınız sayesinde birileri, çocuktaki “arıza”ların izini, baktığı aynada sürmeyi akıl eder. Çok da iyi olur.
Ailede verilen terbiye Finlandiya olmaya giden yolun ilk taşlarını döşeyecektir, inanın. Sonrasını yine “yukarılardan” talep etmeyi sürdürürüz…
[i] PISA: Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Programme for International Student Assessment)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder