Tarih 31 Aralık 1983.
Yılbaşı gecesi elbette TRT ekranlarında kutlanıyor, tüm yurtta ve yavru vatan Kıbrıs’ta.
Bu nezih programıysa her zamanki gibi Halit Kıvanç sunuyor.
Parmak uçlarına basa basa süzülen Zeki Müren, salona giriyor. Adab-ı muaşerete yaraşır tebessümüyle konukları, yani diğer sanatçıları selamlıyor.
Ajda ile daha samimi. Ajda Pekkan o tarihte henüz yalakalık kaslarını gerdirtmemiş, her devrin artisti değil. Sadece Süperstar. Paşa Ajda’ya yanağını öptürüyor, kısacık saçlı ve şimdilik minimum estetikli Ajda’ya.
Arkalarında, bitişik masada Sezen Aksu görünüyor. 30 yıl sonra, Gezi zamanında hepimizi yüzüstü bırakacağını henüz bilmediğimiz için saçına taktığı tuhaf tüylere bile sevgiyle bakıyoruz, Minik Serçe’nin.
Herkes şık, herkes zarif, her şey güzel. Zeki Müren’in kelebek gözlükleri, kabarık saçları ve topuklu pabuçları bile. Geceyi renklendiren sanatkarlar, tıpkı üst orta sınıf ahalinin yaptığı gibi masalar etrafında oturmaktalar. Bizler gibi evde değiller. Ellerinde kadehler var.
Zamanı gelince dansa başlanıyor. Başlatan tabii ki Sanat Güneşi.
Henüz 20 yaşındaki Türkiye güzeli Neşe Erberk, Zeki Müren Beyefendinin kollarında kibar kibar dans etmeye başladığında, o senenin Avrupa güzeli seçileceğinden habersiz. Hepimiz kızın saçlarına hayranız. Çeke çeke uzatmaya çalışıyoruz, kendi tepe püsküllerimizi. Ama makyajının vaziyetini anlama ihtimalimiz yok, çünkü henüz biz de 1983’teyiz. Onlar dans ederken salona yapma kar yağdırıyorlar. Arkalarında sırıtan manken Engin Koç’un ifadesinden daha yapma değil, yağan kar.
Halit Kıvanç tüm profesyonelliğiyle Ajda Pekkan’ı dansa kaldırınca herkes piste davet edildiğini anlıyor ve pist doluyor.
Tam o sırada dönemin en sevilesi, sahiden sevilesi siması geçiyor ekranın önünden: Altan Erbulak!
O gece ekranda görünen yüzlerden bugüne kirlenmeden gelen bir kaç tanesinden biri onunki. Belki o geceden sadece beş yıl sonra aramızdan zamansız ayrıldığı için, belki Küçükyalı Lido plajında beraber balık tuttuğumuz şirin ve minik arkadaşım Dağhan‘ın dedesi olduğu için, hep özlemle ve sevgiyle hatırlıyorum Altan Erbulak’ı. Güzel hatırasının asıl kaynağı tabii, Erbulak’ın müthiş karikatürleriyle kolektif hafızamıza kazınmış olmasından ileri geliyor.
Birden Kerem Yılmazer görünüyor. İçim sızlıyor. HSBC bombalaması 20 yıl ileride. Zamanda bir delik açıp Yılmazer’in kulağına “Levent’ten çık, sakın oralarda dolaşma” diye fısıldamak istiyorum…
O Füsun Önal ile dans ederken Yüksel Uzel’in saçındaki beyaz helikopter ekranı kaplıyor. Evet, kabul etmek lazım ki 1983 normları içinde bile rüküş. Gecenin yegane sakilliği sayılabilir.
Erol Evgin’in çivit mavi takım elbisesi ve şakır şakır parlayan bebe mavisi naylon gömleği bile 80’ler için normal, inanın.
Şakir Öner Günhan’ın dans partnerinin adını hatırlayamadım ama o tip bir saç bandıyla çekilmiş fotoğraflarım olduğu için kızcağızın üst-başını tenkitten kaçınacağım. Bir tenisçi vardı, hep onun yüzünden taktık o şeyleri saçımıza. (Andre Agassi)
Sezen Aksu’nun kırmızı – siyah elbisesine ve dans partneri Erol Evgin’e boyu yetişsin diye yüz seksen derece yukarı kaldırdığı kollarına da takılmıyoruz. Sezen şimdilik iyi biri. 30 yıl sonra şartlar değişecek. Ama 1984 magazincileri tarafından şık bile sayılmış olabilir.
Gecenin finali, ikinci videoda kendini gösteriyor.
Sanat Güneşi mikrofonu alıyor ve hayran olunacak Türkçesi ve diksiyonuyla, efendim, yeni yılımızı kutluyor. Sonrasını kaydeden videonun kafası aşınmış olsa gerek, görüntüler epey parazitli… Analog çağlar işte.
Evet.
Geçen gün 30 yıl önceye ait bu videolara tesadüf ettim ve adeta kalbim tutuştu.
Tutuştu, çünkü o programı izlediğimi dün gibi hatırlıyorum.
Evdeydik.
Halının üzerine bir minder atmış, dizlerimden dışa doğru kırdığım bacaklarımın üstünde, kurbağa gibi oturmuştum. Hep öyle otururdum o yaşlarda.
Gözüm ekrandaydı. Renkli televizyonumuz yepyeniydi. Hayatın renkleri de bizim için çok yeniydi.
Biz o yıllarda büyük bir gerizekalılık içinde, saf- salak yaşayıp gidiyorduk. Zeki Müren acaba Neşe Erberk’le mi evlenecek diye dertleniyorduk. Sadece biz çocuklar değil, büyükler de öyle. Evet, bir enteresanlık olduğunu sezmiştik ama aldırmıyorduk. Kişi kendi beyan etmedikçe farklılık sadece farklılıktı bizim için. Bilmezdik, farklılık çeşitlerini. Kınamazdık.
Bir de huzur vardı, neredeyse cisimleşerek üstümüzden akan, pür huzur.
Süt gibi.
Tertemiz.
Ben tekrar öyle huzurlu ve bilmez olabilmek için 1984’ün tüm salaklığını, bütün gerizekalılığını yüklenmeye razıyım.
Yeter ki en büyük derdimiz yine Zeki Müren’in gözlükleri olsun.
2015 HASRETİNİZİ DİNDİRSİN.
MUTLU YILLAR.