Tatil zamanı, yaz mevsimi…
Herkes dışarıda. Sokaklar, sahiller, kafeler insana dair ne varsa
gözlemleyelim diye adeta birer laboratuvara dönmüş durumda.
İnsan kumaşı, bütün kırışıkları, sökükleri, yırtıkları ve
yapısal defolarıyla önünüze serilmiş. Bir bakışta tespit ettiğiniz onlarca
kusur arasından hangisinin iyi bir eğitimle düzeltilebileceğini, hangilerinin
iyileşmesi için nesiller gerekeceğini görebiliyorsunuz.
***
Apartmanın çocukları bahçede bir yere oturmuş, ellerindeki
kartlarla (bir tür çocuk oyunu için üretilmiş, resimli şeyler) iddiaya
tutuşmalı bir oyun oynuyorlar.
Oyunun kuralı: Biri kaybederken diğer 3-4’ü kazanıyor.
Tamamen şansa dayalı, herhangi bir zihinsel üstünlük gerektirmeyen bir oyun.
Ne zaman oynasalar aynı sahne tekrarlanıyor: Yenilen hangisi
olursa olsun anında Tazmanya canavarına dönüşüyor, kartları darmadağın ediyor,
bağırıp çağırıyor. Sonunda küsüp, çekip gidiyor.
Sadece çocuklar mı?
Haksız çıktığında, yenildiğinde, istediği olmadığında zarafetini,
nezaketini kaybeden tek onlar değil. Koca koca adamalar trafikte birbirine
saldırıyor, kafa göz yarıyor, hatta iyiden iyiye şirazeyi kaydırıp can alıyorlar.
Neymiş? Yol vermemiş. Hay yolun zulmete çıksın!
Efendice yenilmek, okulda öğrenilen bir şey değil. Bu dersi
çocuğa annesi verecek, babası verecek.
***
Deniz kıyısı.
İskeleden denize giren kadın plaj terliklerini merdivenin
yanıbaşına bırakmış. Sudan çıkınca giyecek. Çıkıyor, arıyor, yok! Az ilerideki,
tanımadığı bir kadının ayağında görüyor, kendi terliklerini. Yanına gidip benim terliklerimi giymişsin demesine
kalmadan öbürü açıyor bayramlık ağzını: “Aman ne kıymetli terliğin varmış,
yedik mi be!” Git gide talazlanan sesleriyle karşılıklı verip veriştiriyorlar.
Başkasına ait eşyayı kullanmak için izin istemek, hatasını
kabul edip özür dilemek ve kendisine nezaket gösterildiğinde teşekkür etmek,
uygarlık, insanlık göstergesi.
Ve okulda öğrenilecek şeylerden değil.
Çocuğuna izin istemeyi, özür dilemeyi, teşekkür etmeyi
öğretmeyenler yüzünden bir sürü Tazmanya canavarıyla sokakları, caddeleri
paylaşmak zorundayız.
***
Postane.
Sıra ona geliyor. Üzerinde, çalıştığı firmanın adı yazan bir
montla bekleyen adama. Elinde bir tomar zarf görünüyor. En üsttekine
yapıştırılmış küçük, renkli not kâğıdında 206 yazıyor. Demek ki tomarda 206
tane zarf var. Başlıyor işlemlerini yaptırmaya.
Dakikalar geçiyor, öğle arası yaklaşıyor, arkadakiler
huzursuzlanmaya başlıyorlar. İşlemine ara vermesini, ardarda en fazla 3 işlem
yaptırabileceğini, tek elemanla çalışan postane veznesini işgal etmeye hakkının
olmadığını anlatmaya çalışıyorlar.
Hakmış hukukmuş, adamın umurunda değil. 1 saat 15 dakika
süren işlemlerini büyük bir pişkinlikle yaptırıp, işi bitince çıkıyor.
Hakkına razı olmak da okulda öğretilmiyor. Bencillik ve
kibir bünyede yer etmeden, daha küçücükken her insan evladına öğretilmeli.
***
Üniversiteyi bitireli iki – üç sene geçmiş. Çalışmıyor. İş
aradığı da söylenemez. Esasen hayatından gayet memnun. Kendisi için bulunan
işleri de armudun sapı, üzümün çöpü diye reddediyor.
Akşam saatleri. Televizyonda sevdiği diziyi izlemekte. İçeri
sesleniyor: “Aaaanneeee! Bir su getir, kuruduk ya!” Annesi pürtelaş mutfağa
koşuyor. Aynı geyşa adımlarıyla yanına gelip ‘kaşına gözüne kurban olduğu
oğluşu’na suyunu uzatıyor.
Rica etmek, teşekkür etmek okulda öğretilmiyor.
Utanmayana ayıp yok, derler. Ayıp da okulda öğretilmiyor,
diğerleri gibi.
***
Biliyorum, içine
düştüğümüz bu acayip devir sürerken, ne kadar yazsam şu karikatür kadar anlatamam.
Ama unutmamalı: Gelişmenin ilk adımı eleştiri. Özellikle de özeleştiri.
Bir temenni
ile bitireyim: İnsanlıktan çıkmadan yenilmeyi, izin istemeyi, teşekkür etmeyi,
özür dilemeyi, hakkına razı olmayı, rica etmeyi ve utanmayı bilenleriniz bol
olsun.
Kaynak: VivaHiba
Yaramızı deştiniz. Yalnız devletin değil, ailelerin de eğitim konusunda ciddi yetersizlikleri olduğu anlaşılıyor.
YanıtlaSil