Öğrencilerin çoğu kendini muhtemelen şanssız, hatta lanetli bir kuşağın mensubu olarak görüyor. En azından kendi eski-yeni öğrencilerim bu duygu durumu içinde. Yüz yılda, iki yüz yılda bir gelen küresel salgın onların kısacık yaşam süresine isabet etti çünkü.
Lineer bir bakışla gözlersek, haklılar. Salgın zor sınav. Ancak hayat çizgisel değil, daha karmaşık ilerliyor.
Zor üstüne zor
Hayata, dünyanın saçma düzenine alışma, amansız bir insan güruhunun içinde saygın ve sürdürülebilir bir konum elde etme çabası yeterince zordu zaten. Biz kısaca ergenlik diyoruz bu çabaya. Onlar için yumurtanın kabuğunu kırma, hayatın içinde eşit ve değerli bir birey olma mücadelesi. Adeta kendilerini yeniden doğuruyorlar. Öyle sancılı, öyle ıstıraplı bir süreç. Bir de tüm bunların üstüne salgın geldi.
Zor üstüne zorla karşılaşan öğrencilerin elindeki en büyük koz, öğrenme becerileri. Büyüklere göre daha hızlı ve daha temiz öğrenebiliyorlar. Hiçbir şey bilmemek, ergenlik döneminde hayatı kolaylaştırıyor aslında. Önceki deneyimler ve öğrenmelerle çizik – vuruk içinde kalmamış taze zihinler, yeni bilgileri hüp diye yutabiliyor.
Bir de önlerinde buldukları “olmuş” yetişkinleri örnek almaları olası. Başaran nasıl başarmış, mutlu ve verimli bir hayat kurabilenler hangi yollardan geçmiş, ne gibi seçimler yapmış ona bakabilirler. Gerisi, deneme – yanılma – yenilme – daha iyi yenilme ve en nihayetinde başarma tecrübesi. Sonuç herkes için aynı değil elbet. Kaygı veren de bu.
Peki öğrenciliğe, kendimizi yetiştirmeye, geliştirmeye nasıl devam edeceğiz?
Pandemi koşullarında yüzyüze eğitime, yani bildiğimiz okul ortamına dönmek pek mümkün görünmüyor. Salgına kesin şekilde dur diyecek, adı batasıca virüsü puff diye tepeleyecek bir ilaç, bir önlem bulunmadan, bildiğimiz öğrencilik şartlarına dönmemiz mümkün değil. Önümüzde böyle yapayalnız geçireceğimiz aylar, hatta belki bir – iki yıl var.
Leylek kaçıran rüzgârları
Sonbahar gelince esen serin rüzgarlara, çocukluğumdan beri leylek kaçıran rüzgârları demişimdir. Evimizin damına, bacasına yuva yapan leylek aileleri, ilk poyrazda pılıyı pırtıyı toplar, kanat basıp giderdi. Sanırım öğrencilik çağındaki arkadaşlarımın, salgında var kalabilme mücadelesinde leyleklerden de örnek alacakları bir şey var.
Herkesin bildiği gibi leylekler göçmen kuşlar. Belli bir sıcaklığa sahip iklimi severler ve o spesifik ortamı yakalamak için yılda iki defa binlerce kilometre kat eder, günler boyu uçarak göçerler. Bizim için leyleklerden öğrenilecek olan, işte bu yaşamsal şartları sabit tutup mekânı değiştirme dirayetleri. Bu zarif kanatlı dostlar, her şart altında yaşamak yerine yaşayabileceği koşullar neredeyse oraya gitmeyi seçer.
Leyleklerin efsanevi göçünün detaylarını merak edenler şuradan ulaşabilir. Konumuz leylekler değil çünkü. Konumuz, öğrenciler ve onların önündeki çetin adaptasyon mecburiyeti.
İnsanoğlu leyleklerden farklı olarak mekâna, yere, toprağa bağlıdır. Bir memleketin insanı olur, bir yere ait görür kendini ve onun değişen şartlarına uyum sağlamaya çabalar. Uyumlanan yaşar, değişen şartları yadsıyan azalarak yok olur.
Tarih boyunca icadına ve bulunmasına tanık olduğumuz her şeyin itkisi, motivasyonu budur: Nasıl daha iyi ve güvende yaşarım? İnsan aklının bitimsiz sınavı, bu soruya her defasında yeni ve etkili cevaplar bulmaktan başka nedir ki…
O okul buraya gelecek!
Sabah erken kalkıp yollara dökülmenin o ekşi suratı, ilk dersin hayal meyal geçişi, dördüncü derste sınav olduğunu hatırlar hatırlamaz geliveren o sürpriz enerji ve zihin açılması, öğle tatilinde ter içinde kalıp altıncı dersi keçi ağılı kokusuyla atlatmalar, sıra altından sinsi sinsi giden defter, kalem hatta kopyalar, hoca bakmazken (!) işaretleşmeler, son teneffüste aylak bakkal gibi sınıfın kapısına dizilmeler… Hepsi bir süreliğine “tatlı anılar” rafından bize tebessüm edecek. Bizim uzunca bir süre LEYLEK olmamız lazım çünkü.
Nasıl mı:
Şartlar değişti mi? Hem de nasıl değişti. Biz aynı mıyız, yani hala öğrenmeye ve kendimizi geliştirmeye ihtiyacımız sürüyor mu? E, haliyle. Henüz bir mesleğimiz, geçimimizi sağlayacak bir işimiz olmadığına göre, evet. Öyleyse okul ortamını evde sürdürecek birkaç önlem almamız lazım.
İşte evde kendi okulunu yapma tarifi:
- Öncelikle, sana evde olduğunu unutturacak bir ortam kurmalısın. Evin en sakin yerini seç. Kapı zilini duymayacağın, televizyondan gelen sesleri işitmeyeceğin, aile fertlerinin bıdıbıdısına takılmayacağın, gelen gideni görmeyeceğin bir yer bul kendine. Masanı o noktada duvara yasla. Yüzünü duvara dönecek şekilde sandalyeni yerleştir. Bilgisayarını, ekran sana bakacak şekilde masaya koyduktan sonra, bilgisayarın arkasına tüm ders kitaplarını ve defterlerini diz. Ekran başına oturduğunda kitap ve defterlerini de görebilmen lazım. O kitaplar ve defterler, salgın bitene kadar derse giren öğretmenlerini ve sınıf arkadaşlarını temsil edecek.
- Sonra, kendine bir zaman çizelgesi yap. Ciddiye al bunu. Sabah kalkış saatini değil, ilk dersin saatini başlangıç olarak yaz. Her ders 45-50 dakika sürmeli ve her dersin arasında 10’ar dakikalık teneffüsler olmalı. Basbayağı, ciddi ciddi bir çizelge yapmalı ve ona uymalısın. Üstelik bunu ailenle de konuş. Onlar da sana destek vermeli. Bu zaman diliminde seni “okulda” saymalılar.
- Bir başka konu, din ve devlet işlerini birbirine karıştırmaman. Yani bilgisayar ders içinse ki öyle, onun üzerinden sosyal iletişimini kesmelisin. Sosyal medya hesaplarını bilgisayarından sil. Eğlence telefonda kalsın. Teneffüslerde arkadaşlarınla telefonun üzerinden kakara kikiri yaparsın. Ders günü bittiğinde eğlenceni telefonla hallet. Bilgisayar iş için, unutma. Senin işin öğrenmek.
- Her gün 5 ders yap. Kendine bu ev yapımı okulunda eşlik edecek 3-5 arkadaş da bul. Ders anlatacak öğretmenin yerini eğitici videolar alsın. Khan Akademi var mesela, başka ders anlatılan YouTube videoları da… Sen daha iyi bilirsin gerçi ama yine de şu benim Nöbetçi Öğretmen sayfası elinin altında dursun. Bulduğum, denk geldiğim yararlı linkleri orada biriktirmiştim, senin için.
Çok sıkılmıştın ya bu pandemiden. İşte bitsin sıkıntın. Okulların açılmasını beklemene gerek yok. Hemen yarın başla! Pandemi yarın bitmeyeceğine göre zaman kaybetmek de lüzumsuz. Leylek kaçıran rüzgarları eseli aylar oldu. Haydi, artık kanatlara kuvvet verme zamanın gelmiş olsun.
Bu yazı daha önce Kılavuz Kirpi 'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder