Gelin size bir iş
vereyim.
İş kolay: Kitap –
defter –çocuk lazım, hepsi bu. Ayda 2.500 liraya çalışacak, berbat binalarda
yaşayacak, geçim sıkıntısı çekecek ve gerekirse öleceksiniz. Ha bir de,
ölmezseniz sövecekler. Var mısınız?
***
Eğitim üzerine
kafa yoran bir yazar olarak ister istemez günlük siyasetin bulaşacağı bir yazı
yazmak zorunda kalacağımı biliyordum.
Bu yazı, o yazı.
Ve şimdiye kadar
yazılarımı okuyan, konuşmalarımı dinleyenlerin iyi bildiği gibi eğitim
sorunlarında daima çocuktan, gençten, öğrenciden yana tavır aldım, alacağım da.
Zira mantalitemizin tüm kodları eğitimde de işliyor. Dayanılmaz bir buyurganlık
ve tepeden inmecilik hâkim. Yukarıdakiler emrediyor, çocukların kaderi
çiziliyor, sonra çizilen bir bahaneyle siliniyor, hop bir emir daha, yeniden
yazılıyor…
O derece ki,
Zaytung’ca söylenen neredeyse doğru: “Eğitim sistemimizin iki eksiği var: 1)
Eğitim 2) Sistem”.
Hal böyleyken
çocuktan yana, gençten yana tutumumdan vazgeçecek değilim elbet. Ancak bu yazı
öğretmenler için. Çünkü bu defa hakkı yenen onlar oldu.
***
Son aylarda
ülkenin güneydoğusundan kan donduran haberler geliyor. Ölümler, yıkımlar,
katliam, bombalar, cenazeler, gözyaşları…
Ve biliyorsunuz,
geçtiğimiz Aralık ayının ortasında MEB, Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerinde
görev yapan öğretmenleri “seminere katılacakları” gerekçesiyle bölgeden
çıkardı. Yüzlerce öğretmen bavulunu topladı ve talimata uyarak görev
yerlerinden ayrıldı.
Sonra?
Bölgenin dayanılması
güç koşulları, üstüne sürekli ölüm tehdidi yetmezmiş gibi bir de ölmediği,
öldürülmediği için suçlanmak… Öğretmene reva görülen bu oldu.
Akan kanın, yitip
giden canların hesabını katillerinden sormaya yüreği yetmeyenler basında,
sosyal medyada öğretmeni suçladı, olan bitenden. Hem de ne suçlamak!
Vay efendim
neymiş, el kadar bebeleri bırakıp nasıl giderlermiş… Neden? Annesi mi babası mı
bu insanlar çocukların? Dersine girdiği çocuğu eğitecek mi büyütecek mi
öğretmen? İkisi aynı değil.
Neymiş, bölgedeki
öğretmenler örgütlenip emre direnseymiş sonrasında yaşananlar olmazmış. Tabii
ya! Yapamadığımız her şeyi öğretmenden beklemek hakkımız, değil mi? Sanki
gazeteciler örgütlenebilmiş de haklarını savunabilmişler gibi… Onların
plazalarda beceremediğini öğretmenler çatışmanın ortasında yapıverecek!
Ölümden korkmak öğretmenin
hakkı, en doğal hakkı. Gitmeyen öğretmenler? Bence heykeli dikilecek, eli
saygıyla öpülecek yüce insanlar. Ama yaptıkları görev değil, şövalyelik. Ve
onlar bunca kahraman diye, kimsenin gidenleri hor görme hakkı yok. Öğretmeni
eleştirenlerin kendi evlatları, kardeşleri, sevdikleri bölgede öğretmen olsa
acaba “atla ilk otobüsle gel, canını kurtar” demeyecekler mi? Ölüm pahasına meslek olur mu? Silah taşınan
meslekler hariç hiç kimseden işi uğruna ölümü göze alması beklenemez. Hiç
kimseden!
Öğretmenlik nihayetinde
bir meslektir. S-a-d-e-c-e m-e-s-l-e-k!
Muhasebecilik gibi, terzilik gibi, avukatlık gibi, gazetecilik gibi… Öğretmenliği kutsal sanmaktan vazgeçmeli. O
kutsallık yaftası kefen oluyor gencecik eğitimcilere.
Faturayı
öğretmene kesenler bir öğretmen öldürülünce ne yapıyor? Güvenli, sıcak yuvalarından
devasa bir cesaretle (!) “tivit” atıyor, “feyse” yazıyorlar:
Şehitler ölmez!
İnsanlar ölür
ama.
Evlatlar,
kardeşler, eşler, sevgililer, arkadaşlar ölür.
Çocuklar da ölür,
öğretmenler de…
Öldürenden değil
ölmeyenden hesap soruldukça işte böyle öle öle yaşar gideriz.
Kaynak: Kılavuz Kirpi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder