ŞU OKULLAR OLMASA…

 

İkinci Meşrutiyet döneminin (1908-1918) Maarif Nâzırlarından Emrullah Efendi’ye atfedilen, “şu okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdim” sözünü bilirsiniz. Bir teze göre dostlar arasında şaka mahiyetinde söylenen bu söz, belki de her ‘şakanın ardında bir gerçek vardır’ kabilinden, adamcağızın feryadına tercüman olmuştu, bilmiyoruz.

Eğri oturup doğru konuşayım, bu topraklarda eğitim gemisinin dümenini tutmak gerçekten zordur. Bir defa tepenizde her zaman bir takım “rüzgârlar” vardır. Gemiyi daima akıl ve mantık limanından uzağa, canlarının istediği sahillere sürüklerler. Kimi cehalet kimi cin fikirlilik kimi hıyanet yüklü o rüzgârlar yüzünden bir türlü rotayı tutturamaz, olmadık yerlere saparsınız. Kaptan benim diye istediğiniz kadar bağırın, dümeni dilediğiniz kadar sıkı tutun faydasız. İcabında yelkeninizi yırtar, direğinizi kırarlar.

Aylak bakkal pabuçlarını tartar hesabı, siyaset makinası başı her sıkıştığında bir iş yapıyor görüntüsü vermek için milli eğitime el atar. Nasılsa masrafsız. İstihdam yaratmak gibi değil. İki yönetmelik oynatır, üçü beş yaptım ikiyi de pazardan aldım deyiverir, oldu bitti. Bir günde eğitim sisteminin kafası omzuna yapışıverir. Kıt imkânlarla çocuk okutmaya çabalayan anne babalar; felsefesiz, ilkesiz, istikrarsız okullarda umut çürüten öğrenciler hop oturup hop kalkınca tasası size düşecektir. Hülasa, zordur maarif vekâleti. Öyle ay pardon, elimden kaçtı falan diyerek baş edemezsiniz.

***

Pandemi birinci yılını dolduruyor. Hayatımız tepetakla olalı üç yüz altmış beş gün geçti. Evlerimiz, dışarıdaki hayat mücadelesinden kaçıp gevşediğimiz sığınaklar olmaktan çıktı. Dışarıyı eve sığdırmak zorunda kaldık. Ekmek fırınından okula, mahalle parkından şirketteki toplantı odasına kadar ne varsa eve tıkıldı.

Pandemi günlerimiz kadar aklımızı da istila etti. Bulaş oranıydı, hangi aşıydı, maske neredeydi derken temel sorunlar da dikkatimizden kaçtı.

Madem yarın, hatta yarından da yakın ama belki birkaç gün sonra okullarda yüzyüze eğitime, yani bildiğimiz alıştığımız düzene geri döneceğiz, o halde bana düşen temel sorunları ucundan azıcık hatırlatmak. Bu yazıda sadece birine, bence en fenasına değineceğim.

Eğitimin en kritik sorunu bana kalırsa “çokluk” meselesi. Bir başka deyişle nitelik – nicelik sorunsalı.

2001 yılında ülkemizde 53’ü devlet, 23’ü vakıf toplam 76 üniversite vardı. Bugün 130’u devlet 76’sı vakıf toplam 206 üniversite mevcut. Bu kadar kısa zamanda sayısı üç katına çıkan okuldan eğitim beklenemez. Bu sadece berbat bir çokluktur. Kalitesiz, niteliksiz, vasıfsız bir çokluk…

Geçen yirmi yılda üniversite kapısında yığılmanın sebebi aranmadı. “İsteyen herkes girecek bir üniversite bulacak” sloganıyla dağa taşa üniversite tabelası asıldı. Oysa asıl mesele eğitimin işe yarar olup olmamasıydı.

Lise mezunu gençler, aldıkları eğitim bir meslek kazandırmadığı için üniversiteye girmeye çabaladılar, yığılma bu yüzden oldu. Geçen yirmi yılda liselerin meslek edindirme niteliğini geliştirmek yerine diplomalı işsizler ordusunun elindeki diploma değiştirildi. Liseden mesleksiz, becerisiz mezun olan nesiller şimdi aynı çaresizlik içinde ve bu kez üniversite diplomasıyla aylak aylak geziyor.

2001 yılında örgün ve yaygın yüksek öğretimde toplam 1,5 milyon öğrenci vardı. Bugün 8 milyon genç, üniversiteli. Peki, diplomayı aldıklarında girecek iş var mı?

Cevabı TÜİK versin: 2020 Aralık itibarıyla 5 milyon 760 bin genç ne okulda ne işte ne kursta. Yani aylak. Bildiğin, düz aylak.

Her şeyi bir yana bırakıp okul sayısı azaltılmalı, öğretmen / öğretim elemanı sayısı 3-4 kat artırılmalı, her düzeyde ama en önemlisi üniversitelerde eğitim kalitesini yükseltmek için alana ayrılan bütçe 3-4 katına çıkarılmalı ve eğitim hakkında alınan kararları değerlendirip kamuya açık görüş bildirecek yetkin uzmanlardan bir bilim kurulu oluşturulmalı.

Covid-19 melânetinden yakayı kurtardık diye cehalet illetinin, işsizlik canavarının hayatımızı kahretmeyeceğini sanmayalım. İşsiz ve ümitsiz genç milyonlar ciddi ve samimi bir ilgiyi hak ediyor. Hakları verilmezse hep birlikte üzüleceğiz demektir.

 


Bu yazı daha önce Kılavuz Kirpi 'de yayımlanmıştır.