UZAKTAN EĞİTİM NEDEN KOCA BİR HİÇTİR



Covid-19 salgını dünyayı eve tıktı. Birkaç on yıldan ibaret insan ömründe, tekrar tekrar deneyimleme imkânı olmayan, olmasa da iyi olacak bir zamanı yaşıyoruz. Çok zorlanıyoruz. Alışkanlıklarımız hatırdan silinmeye başladı. Duygusal ihtiyaçlarımız karşılanmıyor. Neredeyse, acıktığında mama bulamayan bebekler gibi avaz feryat ağlayacağız…
Kahrolası virüs sadece iş yapma, hoşça vakit geçirme, ihtiyaçlarımızı temin etme şeklimizi değil, öğrenme biçimimizi de alt üst etti. Okulların kapısı kilitli. İdareciler, öğretmenler ve çocuklar evlerde.  

Yirmi milyon öğrencinin hepsi internete erişebiliyormuş, üstelik tümünün internete çıkacağı bir cihazı da varmış gibi yapınca mesele halloldu. Okul artık evdeydi. Açıyorduk ekranları, bakıyorduk hocalara, dinliyorduk derslerimizi güzel güzel! Değil mi?

***

Benim gibi ömürden beş onluğu harcayanlar, TRT ekranlarından verilen okuma yazma derslerini hatırlayacaktır. Ajda Pekkan saçlı öğretmen, sinir bozacak kadar düzgün yazısıyla kara tahtayı döşeye döşeye memleketin okuma yazma sorununu çözmüştü. Yani, herhalde… Ülkede kadın nüfusunun okur yazarlık oranının bugün hala %85’lerde gezindiğini söyleyip bozgunculuk yapacak değilim. 1980’lerdeki bu dersleri kaçıran, hoca tam önemli bir şey anlatırken gidip çorbayı karıştıran kadınlardır onlar.

***

Yapayalnız Öğrenmek, Uzaktan Öğretmek.
Lâmı cimi bir yana bırakalım. Bana kalırsa salgın, eğitim süreçlerinin cilasını döktü. Okula, öğrenmeye dair üç gerçek, apaçık ortaya çıkmış bulunuyor. Esasen ortada eğitim-öğretim diye bir şey kalmadı. Pek çok alanda -mış gibi yaparak paçayı kurtaracağını sanma âdetimiz bile bu çıplak hakikati gizlemeye yetmiyor.
Çocuklar sıkıntıdan patlıyor. Kızdıkları, her sabah kalkıp gitmeye üşendikleri okullarını, hatta o korkutucu sınavları bile deli gibi özlüyorlar.
Öğretmenler bedbin. Yaptıkları işin bir kandırmacaya döndüğünün farkındalar ve emeklerine yanıyorlar. Çoğu, çocukların kaybolan bir yılını nasıl telafi edeceğini tasarlamaya verdi kendini. 

Aileler, “aman bir şeyle meşgul olsun en azından” sınırını bile aştılar. Tümden boş vermiş durumdalar. Çocukların eğitiminden daha önemlisi onların bu felaketi sağ ve sağlıklı atlatması çünkü.

Lafı dolandırmanın gereği yok: Uzaktan eğitim işe yaramıyor, yaramaz da. Çünkü;

1.       Öğrenmede en temel unsur öğretmendir. Eğitim yapısından fiziksel bir varlık olarak öğretmeni çektiğiniz zaman bina çöker. Kesin bilgidir, yayabilirsiniz: Öğretmen yoksa eğitim biter. Çünkü öğretmen kapıda belirdiği an sınıfın iklimi değişir. 30 – 40 - 50 kişilik ergen grubu kendi arasında yüz bin iletişim korelasyonu kurarken mekânın sahibi gelir, tüm ilgiyi üstünde toplar. En “çocukların takmadığı” hoca için bile böyledir bu. Bir bakışı ile sınıf denen o çalkantılı hormon deryasını durultur öğretmen. Gevşeyene, dikkati dağılana doğru attığı iki küçük adımla hamurun kıvamını değiştirir. Bu yüzden alan bilgisi sağlam, zeki, iletişim becerileri yüksek gençleri öğretmenlik mesleğine kazandırmak ve onlara hem entelektüel hem ekonomik açıdan tatmin olacakları bir profesyonel hayat sunmak, ülkenin kaderini değiştirecek kadar önemlidir.

2.       Öğrenme bir atmosfer gerektirir. Öğretmen karizmasıyla dış zarı şekillenen öğrenme ortamının asıl iç unsuru, çocukların birbiriyle ilişkisi, birbirine öğretmesidir. Öğretmenin “aferin” dediği öğrenci rol modeldir. Sınavdan hemen önce etrafı sarılan, şu neydi, bu nasıldı denilen çocuk, grubun atmosferini belirler. Hiçbir öğrenci arkadaşları, akranları ile öğrendiğinden daha fazlasını tek başına öğrenemez. Biraradalık hissiyle topluca bir iş başarmanın yarattığı atmosfer öğrenmenin ikinci temel elemanıdır. Cemaatle yapılan ibadet gibidir sınıf atmosferi içinde olmak. Hababam Sınıfı’nda bile asıl oyun kurucu Çalışkan Ahmet’tir. İnek Şaban, Çalışkan Ahmet olmadan sadece Şaban’dır. Her öğrencide akademik kapasitesi oranında bir zekâ, bir bilgiçlik, bir başarı sergileme ihtiyacını tetikleyen işte bu atmosferdir.


3. Gerçek bir ihtiyacı karşılamayan bilgi öğrenilmez. Gerçek ihtiyaç hâsıl olunca herkes nasıl ekmek pişirmeyi bile öğrendi, gördünüz.  Şimdi diyeceğimi önce öğretmenler anlayacak, sonra veliler ve en son öğrenciler: Öğretmenlik bir dereceye kadar reklamcılık faaliyetidir.

Çünkü bütün fırınlar ekmek doluyken kimse evde ekmek yapmakla uğraşmaz. Böyle bir bilgiyi edinmekle hiç uğraşmaz. Ve evet, öğretmenlik bir dereceye kadar reklamcılık faaliyetidir, çünkü çocuk neyi neden öğreneceğini, bu bilgiye hayatta neden ihtiyaç duyacağını kavrayamaz, kestiremez. Hayat tecrübesi buna yetmez. İyi öğretmenlerin belirgin ortak özelliği ‘malını satmayı’ bilmeleridir. Yoksa 15 yaşında birine asal sayıları, meridyenleri, haçlı seferlerini veya şiir türlerini anlatmak, anlattığında sesini duyurmak başka türlü mümkün değildir. Bu ‘pazarlama’ çoğu kez eksik kaldığından, öğrenci için öncelikli amaç sınavlardan olabildiğince yüksek not almaktır. İyi öğretmen pek az bulunan bir canlı türüdür zira.

Salgın şartlarında nesnel bir ölçme değerlendirme yapılamayacağından herkes bir üst sınıfa geçmiş sayıldı. Böylece öğrencinin nihai amacı elinden alınmış oldu. Amaçsız kalan öğrencinin motivasyonu yere yapıştı, enerjisi tükendi. 

***

İşte bu nedenlerle uzaktan eğitim aslında koca bir hiçtir. Olsa olsa “aman vakti boşa harcamasınlar bari” kabilinden bir aktivitedir, o kadar. Öğretmensiz, arkadaşsız, amaçsız öğrenme olmaz. Hayat eve bir müddet için sığar belki ama okul eve bir gün bile sığmaz.
İçinde öğretmen, öğrenci ve amaç olmayan derslik ürkütücü bir odadan öte değildir. Ve sınıfta olmayan öğretmen ve öğrenciler uzayda asılı kalmış kaya parçaları gibidir. Öyle çaresiz, öyle işlevsiz… 

Salgından sonra okula dönüldüğünde umarım öğretmenin vazgeçilmezliğini, sınıf ortamının eşsizliğini ve okutulacak derslerin hayattaki karşılığını yeniden düşünmüş, gerekli değişiklikleri yapmış oluruz. Külâhlarımızla baş başayken geleceğin eğitimini tasarlamayacaksak hiçbir şey yapmayalım daha iyi. Bu ev hapsi daha epey sürecek nasılsa. İnce ince düşünelim eğitimin temellerini. Düşünelim ve her birinin hakkını verelim. Kaderine terk edilmiş haldeki eğitim camiası için, belki bir yeniden doğma fırsatı olur bu dönem...


 

Bu yazı Kılavuz Kirpi'de yayımlanmıştır.