LAİK-DİNDAR AÇMAZINDAN ÇIKIŞ: YARIN İÇİN EĞİTİM


Uzun süredir ortada anlamsız ve yararsız bir tartışma dönüp duruyor:
Laik eğitim isteyenler bir yandan sesini yükseltiyor, dindar nesil yetiştireceğiz diyenler öte yandan…
Kimsenin bilimden, çağın ihtiyaçlarından söz ettiği yok.
Slogan lar ve klişe lerden öte geçen de.

Dindar nesil diye sayıklayanlar “yahu en azından 1300’lerde Semerkand’da Uluğ Bey’in bildiği kadar astronomi, fizik ve matematik bilmesi lazım değil mi bu çocukların?” diye sormuyor.
Ya da laiklik diye tutturanlara “nedir arkadaş bu laiklik” diye sorsalar, “eeeööö işte dinle devlet şeylerini ayırıyorsun” sayıklamaları… 1500’lü yıllardan Galileo Galilei gelse, laikliğin temelde bilimsellik olduğunu, okulları / eğitimi, din adamlarının değil bilim adamlarının yönetmesi olduğunu onlardan daha net anlatır.

Takvime bir dönüp bakma zahmetine katlanan herkesin göreceği gibi 21. yüzyıldayız .
Ama yetkili ve etkili beylerin zihninde “ YARIN “ zerre kadar yer tutmamuyor.
Varsa yoksa laf salatası, sloganlar…

Oysa eğitim neydi?
Eğitim, yarının üretici kuşağına, çağın gerektirdiği becerileri kazandırma süreci.
Yani eğitimin “E”sini bile ağzına almadan önce yarına bakmak gerek, yarını anlamak gerek…
Neden?
Çünkü eğitim gelecek için yapılan bir iş.
Yarın çalışacak, üretecek, işe yarayacak olanları yetiştirme sanatı.
Bugünden, küçükten başlıyorsunuz, 10-20-30 yıl sonranın meslek erbabı, profesyoneli olacak bireylere gerekecek beceri ve bilgileri sunuyorsunuz.
Yarın ne lazım olacak onlara?
10-20-30 yıl sonra iş yaşamında yer tutacak kimselerin hangi beceri lere sahip olması gerek?

İşte 21. yüzyılda gerekli beceriler:
  1. Yaratıcılık
  2. Yeniliğe açık olma
  3. Eleştirel düşünme
  4. Yeni ve farklı bakış açılarına açık ve uyumlu olma
  5. Problem çözme
  6. İletişim ve işbirliği
  7. Doğru akıl yürütme
  8. Düşünceleri ve fikirleri açık ve etkili bir şekilde birleştirip kullanma
  9. Bilgi okuryazarlığı
  10. Medya okuryazarlığı
  11. Bilgi Teknolojileri okuryazarlığı
  12. Farklı rol ve sorumluluklara uyum sağlama
  13. Girişimcilik
  14. Sosyal ve kültürel farklılıklar arasındaki boşlukları doldurma ve farklı bakış açılarını kullanma
  15. Üretkenlik
  16. Liderlik
  17. Titiz ve olumlu iş etiği sergileme
  18. Sorumluluk
  19. Dürüst ve etik davranışlar sergileme
  20. Başkalarının gözetimi olmaksızın görevlerini tanımlama ve öncelik sırasına koyma

Liste uzayıp gidiyor, özet geçelim:

Hangi derslerle verilecek çocuklara bu beceriler?
Gelin 12. sınıf lise müfredatında yer alan ortak ve zorunlu derslere bakalım.
  1. Dil ve Anlatım
  2. Türk Edebiyatı
  3. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
  4. Yabancı Dil
  5. Beden Eğitimi
  6. Görsel Sanatlar / Müzik
  7. Trafik ve İlk Yardım

Eee, temel bilimler?
Onlar seçmeli.
Mesela?
Matematik, Geometri, Fizik, Kimya, Biyoloji, Coğrafya, Psikoloji…
Seçmeli dersler!
Tüm bilimlerin çıkış noktası Felsefe?
Hiç yok!

Temel bilimleri öğrenmeden mezun olan bir genç nüfusla bizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Matematik öğretmeden problem çözme becerisi yüksek, doğru akıl yürütebilen bir nesil nasıl yetişecek?
Psikoloji öğretmeden liderlik vasfı yüksek, duygusal zekası gelişmiş ya da başkalarıyla işbirliği yapabilecek bireyleri nasıl yetiştireceğiz?
Teknoloji eğitimi verilmeyen gençler ileride nasıl dijital okuryazarlık becerisine sahip olacaklar?
Küresel dünya vatandaşlığı nosyonu, dürüst ve etik davranma ilkesi ya da eleştirel düşünme becerisi, Felsefe , Tarih , Coğrafya dersleri olmadan nasıl gelişecek?
Hepsinden öte, ülke gündeminde eğitim sistemini çağın ve yarının gereklerine uygun hale getirme gibi bir gayret var mı?
Sloganlardan ve klişe söylemlerden öte geçmek için neyi bekliyoruz?


***


Geçenlerde dolapları düzenlerken rahmetli babaanneciğimin diploması (o günkü adı Türkçe’ymiş: Liseyi Bitirme Belgesi) geçti elime.
1941’de Lise Edebiyat şubesi öğrencisine okutulan dersler arasında Cebir, Geometri, Astronomi, Biyoloji, Jeoloji, Fizik ve Kimya yer alıyor.

Sözsüz kaldım.
Böylece paylaşıyorum.




UTANÇ VERİCİ BİR AFGAN GELENEĞİ: OĞLAN OYUNU


İngiltere’nin Daily Mail gazetesinde geçtiğimiz Ocak ayında çıkan bir haberde, Afganistan’ın gizli ve sapık yüzü ile karşılaştım.
Karşılaşmaz olaydım…
Bir yıl önce “23 Nisan yaklaşırken bu konu gündemde olacak” deseler inanmazdım. Ama öyle.

Konu pedofili.
Aşağıdaki metni doğrudan haberden tercüme ettim. Amacım, çocuk istismarına göz yummanın bir toplumu ne kadar karanlık bir çukura düşürebileceğini, İngilizce bilmeyen okura göstermek.

***

Küçük yaştaki erkek çocuklarının kaçırılarak ya da satılarak sübyancıların eline düşmesi, sistemli olarak istismar edilmesi ve dansözlük öğretilerek çalıştırılması, dindarlığı ile bilinen Müslüman Afganistan’da yüzyıllara uzanan bir gelenek.
Afgan dilindeki adı bacha bazi yani oğlan oyunu olan bu iç bulandırıcı gelenek, gazetenin haberinde şöyle anlatılıyor:
Görüntüde kadın kılığına bürünmüş genç erkeklerin danslarıyla yaşlı başka erkekleri eğlendirmesi gibi görünen bu gelenek, Afgan hükümetleri tarafından görmezden geliniyor. Gerçekte seks köleliğinin de ötesinde bir gelenekten bahsetmek gerek: 10 yaşlarında erkek çocuklarının yetişkin erkeklerin cinsel tatmini için kullanmasından…

Şükür, ailesinden kaçırıldığında 12 yaşındaymış. Kunduz kentine götürülerek esir tutulan Şükür, burada zengin ve güçlü adamları eğlendirmek üzere dansözlük öğrenmeye zorlanmış. Adamların elinden kaçması beş yılını almış. 17 yaşından beri özgür. Şimdi orada öğrendiği dansözlük ile geçimini sağlıyor. Şükür, (ölmediği/öldürülmediği için) bir çoklarından daha şanslı…

Şükür alttaki fotoğrafta 21 yaşında.


Yoksulluğun çaresiz bıraktığı Afgan aileler, küçük yaştaki oğullarını (bilerek ya da bilmeyerek) bu çocukları devşiren ve eğiten adamlara veriyor. Çoğu defa eğitim ve iş vaadiyle ailelerinden alınan çocuklar bu “oğlan oyunu” için yetiştiriliyor. “Oğlan oyunu” sadece dansözlükten ibaret değil. Çocuklar tecavüz, istismar ve şiddete maruz kalıyor.

2014’te Afganistan Bağımsız İnsan Hakları Komisyonu adına geniş çaplı bir araştırma gerçekleştiren Dr. Soraya Sobhrang, “oğlan oyunu” geleneğini utanç verici olarak niteliyor: “Bu gelenek başka herhangi ülkede sübyancılık olarak adlandırılır. Ancak ne yazık ki ülkem Afganistan’da bu canavarlar, zengin ve güçlü adamların hiddetinden korkan polis tarafından korunuyor.”
Dr. Sobhrang gazeteye verdiği röportajda “varlıklı bir kişi 10 kadar çocuğun sahibi olabiliyor” diyor. Çocukların efendisi olan köle sahipleri ellerindeki oğlanların güzelliği ve çokluğu ile övünebiliyorlarmış, çünkü kişi ne kadar zenginse o kadar çok ve güzel oğlanın sahibi olabiliyormuş…
Beşte ikisi 13-15 yaşlarında esir edilen ve hayat boyu köleci sübyancıların elinde kalan bu çocukların çoğu sonunda uyuşturucu madde bağımlısı oluyormuş.

Daily Mail’e konuşan Ali Batoor, aralarından biri hakkında hatırladıklarını şöyle anlatıyor:
“Feridun, kendisini tanıdığımda 13 yaşındaydı. Dayanabilmek için eroin kullanmaya başladı. O haldeyken bile dans etmesi için partilere götürülüyordu. Sonunda kaçtı. İzini bulamasınlar diye çok defa yer değiştirdi. Kabil sokaklarında dilencilik yapıyordu. Eğer hayatta kalabildiyse şimdi 18 yaşında olması lazım.”



Kadın ile erkeğin temasının kesinlikle yasaklandığı bu sosyal düzenin doğurduğu “oğlan oyunu” geleneği, Taliban rejimi sırasında yasaklanmış. Ancak Taliban’ın kontrolu yitirmesiyle yeniden başlamış.

Eşcinselliğin yasak olduğu Afgan İslamında bu gelenek eşcinsellik olarak nitelenmiyor. Zira bu adamlar ile oğlanlar arasında aşk ilişkisi yok. Bu yüzden dini açıdan bir sakınca olarak görülmüyor.

Sağda üniformalı polisler, izleyici arasında.


Devlet görevlileri, polisler olaya seyirci kalıyorlar. Afganistan’da görev yapan koalisyon gücü askerleri “bu kadar tutucu bir ülkenin sokaklarında orta yaşlı adamlarla oğlan çocuklarının el ele dolaşmasını yadırgadıklarını” söylemiş olsalar da, ülkede bulunan Batılı güçlerin de bu sübyancılığa ses çıkardığı söylenemez.
Afganistan’da görevli Amerikan askeri onbaşı Geoffrey Buckley Jr. babasına, “Gece vakti oğlan çocuklarına tecavüz ediyorlar. Bize de onların çığlıklarını dinletiyorlar” demiş. Onbaşı Buckley daha sonra bölgede bir çatışmada vurulmuş ve ölmüş. Babasının anlattığına göre oğlu askeri yetkililere durumu şikayet ettiğinde ona görmezden gelmesi, bunun Afgan kültürünün bir parçası olduğu ve karışamayacakları söylenmiş…

UNICEF 2008 yılında Afganistan’daki sübyancılık hakkında bir rapor yayımlamış. Hatta 2009’da “oğlan oyunu” kurbanı çocuklar hakkında bir belgesel çekilmiş.
O Belgesel ödül kazanmış. Bu da bir başka belgesel… Ancak o tarihten beri çocukların hayatında değişen hiçbir şey olmamış…

2014 tarihli araştırmayı yöneten Dr. Soraya Sobhrang, “bacha bazi” geleneğinin hala yaygın şekilde sürdüğünü söylüyor ve devam ediyor: “Mesele o kadar sıkı gizleniyor ve kurtulan kurbanlar o kadar derin bir utanç yaşıyor ki, kaç çocuğun bu durumda olduğunu belirlemek imkansız. Belki 100, belki 500, belki de 1000 çocuk bu durumda…”
Dr. Sobhrang bu geleneğin ne yazık ki nesilde nesle aktarıldığını söylüyor. Onu doğrulayan örnekler yok değil.
2007’de Reuters haber ajansına konuşan “oğlan oyunu” dansçısı Ahmet, “Sahibimi seviyorum. Dansözlüğü, kadın gibi davranmayı ve sahibimle oynamayı seviyorum. Ben de büyüyünce onun gibi oğlan sahibi olacağım. Onları dans etmeye götüreceğim” demiş.



Son söz olarak “ancak yine de umut var” diyor Daily Mail haberi…
Dr. Soraya Sobhrang‘ın yürüttüğü araştırma raporunun yayımlanması, yüksek makamları rahatsız etmiş. Din ve Adalet Bakanlıkları raporu dikkate almışlar. Tarih boyunca ilk defa adli makamlar “oğlan oyunu” meselesine eğilmiş ve polis bu işe karışanları tutuklamaya başlamış.

Dr. Soraya Sobhrang



Not: Görsellerin ve haberdeki bilgilerin tüm hakları Daily Mail gazetesine aittir.
Kaynak: Kılavuz Kirpi